27 Mayıs 2017 Cumartesi

KIZARAN TAŞLAR..

          Vakitsiz terkedilmiş, oysa kırsal bölge çocuklarımızın kendi yöre ve aile ocaklarında, çağdaş bireylere dönüştürüldüğü Köy Enstitülerimizin eksikliği, bugün ne yazıktır ki kahreden bir idrakle tarafımızdan, sadece hissedilmektedir. Ülkenin başındaki AKP ve Başkanlarının oluşturduğu aşiret Hükümeti vasıtasıyla Türk Ulusuna ve bağımsızlığına karşı bugün emperyalistin bir seferberlik ilan etmiş olduğuna bakınca, yakında ülkemizde taşların, İstiklal döneminde olduğu gibi tekrar kızarmaya başlayacakları da kendiliğinden anlaşılmaktadır.

Çünkü Türk Ulusu asla andını yerde bırakmaz. O halde gerisini Türk’üm diyemeyenler düşünsün ve istedikleri zirveyi de yapsınlar. Şişirme yandaş zirvelerinden çıkan Erdoğan Başkanlığı da, kendilerini tarihin iz bırakamayanlar kervanına katılmaktan kurtaramayacaktır artık. 


            Bir zamanların ihtilalci Sosyalizm kavramının yerini bugün kalıpsal bir biçimlenim olmayan, evrimci sosyal demokrasi tanımının aldığı görülüyor. Ne ki ikisinin de kökeni Marksist’tir. Ulus düşmanı küreselci Liberal kapitalizm ise ömrünü artık tamamlamak üzeredir.

Sosyal demokrasi deyince de asarı atik ulusal bünyelerde farklar, şartlar, kültür, töre ve etnik geleneklere göre ayrışan, yerleşik sosyal yapıların, farklı sosyalist demokrasi uygulamalarını, ötesinde pratiğe monte edecekleri, hatta etmek zorunda kalacakları da kendiliğinden anlaşılmaktadır. Çünkü kefen giyecek Liberal kapitalizm yerine, illaki kendi şartlarında bir tür Ulusal Devletçi Sosyal Demokrasi, yakında hepsi için farz olacaktır.

            Dünya genelinde 1950’ lerden beri var olan Sosyalist Demokrasinin, bizim ülkemizde adı var kendi yok kısır denemelerden öteye gidemediğini biz de kısmen –Ecevit dönemi - yaşadık. Zamansız ayrılmak zorunda kaldığımız Köy Enstitülerimizin, bilhassa da kızlı, erkekli köy gençlerimizin ve dolaylı olarak da ailelerinin eğitiminde, kısa da olsa nasıl tarifsiz olumlu bir evrim yarattığı ve bugünde yaratacak olduğu, şimdi çok daha iyi anlaşılıyor ve o okulların büyük eksikliği de o nispetle hissediliyor, kahırla yâd ediliyor.

            Çünkü ülkemizde W. Brandt’ların, Olof Palme’lerin Sosyal Demokrasilerinin yerleşebilmesi için, bilhassa da seçmen kültürü düzeyimizin en az Kuzey Avrupalı seviyesinde olması gerekmektedir. Oysa bizdeki kendisine seçmen denilen, milli müktesebatımızı paylaştığımız ve Köy Enstitülerinin sıcak ana kucağından, biranda cami kapısına terk edilmiş kırsal kitlenin, bugünkü trajikomik durumu yürekler acısıdır. Üstüne de şayet yakın arada mandacısından kurtulamazsa, çok daha acınacak duruma da düşecektir.

Hadi gel de şimdi, bizim Sultan Başkanlar ülkesinde Köy Enstitülerimize rahmet okuyup, ağıt yakma! Şayet o Enstitüler yaşatılsalardı bugün böylemi olurduk deme! İşte Türk Ulusunun bugünkü tek açmazı da budur aslında, yani Sultan bahane. Çünkü o zaman ne Sultan ne de Saray olabilirdi.

ABD bugünleri daha 1947’lerde görüp o okulları 1955’lerde de bugünler hatırına bilinçli kapattırmadı. ABD emperyalist misyonunun gereksinimlerini yerine getirmişti sadece. Oysa biz kendi elimiz ve aymazlığımızla bugünleri kendimize kader yaptık. Şimdi de elimiz mahkûm. Ya bundan sonra aydın, milliyetçi ve tam bağımsız gençler yaratmaya tekrar başlayarak bu yamuğu acilen düzelteceğiz ya da düzelteceğiz.


Trump’ın parmağı değdikten sonra, NATO zirvesinden yeni bir talih(!) kuşu daha indi kafamıza. Uluslararası siyasa jargonunda terör suçlusu ilan edilen Erdoğan’ın, aralarında ne aradığı sorgulanması gereken zirveden ‘ya birlikte ol bize de ödemeni yap, ya da yok olmanı sağlayalım’ uyarısı yapılmış olmalıdır muhtemelen kendisine. O halde talep edilen ağır ödemeyi kendi cebinden yapmayacağına göre de, kıçlarında şimdilik sadece bir don bıraktığı kaderci milletin yine ümüğünü sıkacak demektir sonuçta. Öyle ya çakma darbe ürünü OHAL ve KHK’lar ne için vardır sanıyorsunuz.

Bir Devlet Başkanından ziyade, varoşlarda büyümüş, duruşu bile faul, bir tek adam şovmeni olarak izlenim yaratan Trump görüntülerinde, civarında Papa dâhil parmak atmadık adam bırakmadığına bakınca; sakın bizimkilere de parmağı basmış olmasın diye ister istemez düşünüyor insan…

                                                                       Serendip Altındal



18 Mayıs 2017 Perşembe

AYKIRI GENLER..

           Şayet bir ön güvence verilmemiş olsa, Erdoğan’ın ağzı kulaklarında bir torba Saray soytarısıyla Trump’ı ziyareti mümkün olabilir miydi hiç. Hoş oldu da ne oldu, yalap şalap 20 dakikalık bir geyik muhabbetinden sonra somut, elle tutulabilir hangi yeni bilgiye sahip olabildiniz ki. Boynu bükük, neredeyse ağlayan gözlerle Trump’a bakarken çok şeyler dilenen Erdoğan’ı izleyince, eey Amerika’ya ne oldu, yoksa bütün numaran bize miydi diye soruyor insan ister istemez. Dönüşte iş ortağın Barzani’ye de altın kabzalı bir beylik silah getirseydin bari makbule geçerdi.

            İmam bildiğini okumaya devam edecekti nasılsa ABD de, bizim ki de büyük iş başarmışlar edasıyla süslediği gülücükleriyle, kafa sallamaya devam edecekti kuşkusuz yine. Nitekim öyle de oldu. Fazla yıpratılmayacakları hususunda nasıl bir garanti verilmişti kendilerine kim bilir.

Yoksa göz göre göre sopa yemeye gider miydi ikircikli Hükümet erkânı oraya acaba? Aslında Trump’a tam da bu günlerde, Erdoğangillerin sırtını sıvazlayıp idare etmekten başka da bir alternatif kalmamıştı aslında. Yani Perşembeyi biliyorduk, Çarşambadan. Ne ki bunu bile değerlendiremediler biraderler seviye yoksunluğundan.

            Lahey’lik terör suçlaması üstüne bir de Referandum sahtekârlığı tavan yapmışken, ABD gibi Dünya İnsan Hakları puntolu bir metayı temsil eden, böylesi bir kurgunun polisliğine(!) soyunmuş bir ülkede ne işi vardı Erdoğan ve şeriklerinin. Şayet arada özel bir ittifak yoksa. Bunu da bir sorun kendinize isterseniz şimdi bir zahmet. Tek yaptıkları, çok uluslu ABD iş dünyasıyla güven tazelemek olmuştur muhtemelen. Çünkü 16 yılın özeğinde, ülkelerini ve ilkelerini satmaktan, vatandaşı borçlandırmaktan başka da hiç bir becerileri olmamıştır ikircikli muhteremlerin.

ABD’ne giderken kendisine adeta ihtar veren Putin’e rağmen yanardöner politikasına devam eden Erdoğan nedeniyle, şimdi korkarım; ABD, Suriye’nin kuzeyinde oynaşırken, Güneybatı hudutları ve Güneydoğumuz arasında ki Kürdistan’ı kurmak ise Ruslara kalmış görünüyor. Ne ki o bölgeye İsrail giremez; ama Kemalist kulvardan ayrılacak olursa da Türkiye ve bileşkesindeki NATO’ya karşı kalkan olarak kullanılır bu bölge Ruslar tarafından o zaman.

Hâlbuki Erdoğan ABD’ne gitmeseydi aslında mevcut durumda bir değişiklik olmayacaktı ve kendisi daha da fazla itibar kaybetmeyecekti hiç olmazsa. Oysa şimdi tasarımdaki Kürdistan cephesi birken iki oluyor böylece. Ayrıca bunu da otokritik torbamıza atalım iki zahmet. Peki, bütün dertlerimizin simsarı Erdoğan ne diyor bu işlere acaba.

            Aslında o kadar gülünç durumdaydılar ki. Bir de bu suratla ABD de Türkiye Cumhuriyetini temsil edeceklerdi. Ve sayelerinde maalesef bizler de temsil(!) edilecektik. Oysa bizler ne yazıktır ki sadece utanç içinde kaldık ve kendimizi bile temsil edemedik. Vah ki kocaman bir VAH! Yüce Türkiye Cumhuriyeti, Genel Kurmayıyla birlikte bu hallere mi düşmeliydi?

            Gerçek durumun vahametinde olmayan, yayık ağızları kulaklarında soytarı suratlara bakınca, benim yüzüm kızardı şahsen. Bizimkine mutlaka Trump tarafından ‘korkmayın gelin hoşça vakit geçiririz. Nasılsa sorumluluklarınızın bilincindesinizdir ki bundan da hiç şüphemiz(!) yoktur’ mealinde bir ön garanti verilmiş olduğu kesindir. Yoksa hele de bir Erdoğan’ı aratsan da bulamazdın oralarda.


            AB’nde, Fransa’nın yeni Cumhurbaşkanı Macron karakteristiğiyle, küresel Siyonizm’in ivme kazanacağı doğrultusunda görüşler yoğunlaşırken; Sosyal Devletçilik, Cumhuriyetçilik gibi Ulusal müktesebatlar bileşkesinde bütün önemli yapı taşlarının ise ne kadar hasar göreceği de ayrı bir merak konusu olmaktadır. Ve Tanrı Kralı bıraksın da, önce 1789 Devrimiyle Ulusal Devletçiliğin mimarı olmuş Fransa’yı korusun demek daha doğru olacaktır kendileri için bundan böyle.

            AB’nde ki bu gelişme bize ne kadar ve nasıl yansır. Şimdilik buna cevap verebilmek için ilk önce, başımızdaki müstevli iktidardan nasıl kurtulacağımıza ve nasıl bir milli Hükümet kuracağımıza yönelik, çıkış güzergâhına bakmamız gerekir. O yol ise şimdilerde güçlü muhalefet yokluğundan yanık kokuyor. Bu durumda ve bir süreliğine bizde, fazla bir siyaset paranoyası ya da hipertansiyon oluşmaz demek daha uygun düşüyor.

            Yalnız Siyonist devşirmesi genç Macron ile başlayan yeni dönem, bizde de yeni sloganlar yaratacak gibi gözüküyor. CHP de % 99’lara cevap vereceği söylenen yeni Demokrasi yaklaşımının; Demokrasinin bir emperyalist tuzağı olduğu perspektifinde, dünya genelinde gerçekte % 60’ları bile kapsayamayacağı öngörülüyor. Çünkü her toplumda ses getiren azımsanmayacak oranlarda asal veya rakipler tarafından manipüle edilmiş aykırı karşıtların da olacağı bilindiğinde bu düşüncenin yeni; ama hayli yorgun, yıpranmış ve sadece amaçlı bir Siyonist fanteziden öteye gitmeyeceği de anlaşılıyor.

            Hal böyle olunca da ana muhalefet CHP’nde acilen Atatürkçü, altı oklu milli müktesebat özeği ile buluşan, beka sorunu olmayan, emperyalistin ABD/İsrail Kürt oyunlarında sahne almayan; ama bütün etnikçilere ve sosyal katmanlara da laik Atatürk Cumhuriyetinde bugüne kadar olduğu gibi Türk Ulusu vatandaş bireyleri olarak yaşayabilecekleri, adil ve tam bağımsız bir milli düzenin güvencesini vermek kalıyor sadece. Çünkü ancak bu güveni sağlayabildiğinde, CHP’nin tekrar iktidar olabilmesi de kaçınılmaz olacaktır.

            Sosyalizmin, milliyetçi ve Devletçi Cumhuriyetçiliğin ki buna dış dünya da dâhildir, mumla arandığı bu günlerde, yurdumu temsil ettikleri söylenen birilerinin, ağızları kulaklarında, haramiler başı Trump ile çektirdikleri resimlere baktıkça, içim kan ağlıyor. Ve bizatihen de çok iyi biliyorum ki bu adamlar beni ve ülkemi asla temsil ediyor olamazlar.


            Atatürk düşmanlığını psikosomatik bir ruh bozukluğu olarak genlerinde taşıyan müptezellere, Türkçe dağarcığımda uygun kelime bulamıyorum. Çünkü matematik dili Türkçemiz her şeye cuk oturan bir karşılık bulduğu halde akıl ve erdem varlığı, bağlamında da Şeytan/Tanrı olan insan evladının bu kadar seviye kaybına uğrayacağını düşünmek istememişti herhalde.

            Türkçemiz işte böylesine temiz, kutsal, erdem ve bilim dilidir özünde. Erdem, hayâ, ahde vefa ve tüm insani kutsal ögelerden yoksun salt menfaat bireyleri için, tarihte bile bu kadarına rastlanmadığından, özel sayfalar yazılmamıştır Türkçemizde. Çünkü böylesi ifadeler, muhteşem bir iletişim aracı olan, hatta birçok yabancı bilim adamları tarafından da uzaylı dili olarak vasıflandırılan Türkçe de, abesle iştigal kabul edilirler. Öyleyse böylesi asosyallerle, herhangi bir şekilde iletişim kurmaya, onları bahse konu etmeye de ne gerek vardır…

                                                                       Serendip Altındal


10 Mayıs 2017 Çarşamba

SAKATA GELDİK..

           Alışa alışa, sandıktan istediğimizi çıkaracağımıza da alışacaksınız. Gıkınız bile çıkamaz, çıksa da takan olmaz nasılsa. En temel haklarınız da elimizde, malınıza da gerekirse el koyarız, sakın kafamızı bozmayın. Söylediğimiz gibi, sizi alıştıra alıştıra bugüne kadar yaptıklarımızın, bundan sonra yapacaklarımızın ve sizin de sineye çekmek zorunda kalacaklarınızın garantisi olacağına da alıştırın şimdiden kendinizi.

            Yukarıdaki ifadelerin bana ait olmadığını bilmem söylememe gerek var mı? Çünkü ben o kadar muktedir değilim. Siz anladınız işte. Yani adam açıkça bunları söylüyor. Ve bunun da uçarı kaçarı kalmadı artık. Çünkü açık bir gasp ürünü olan Referandum sonuçlarıyla ortaya çıkan siyasal resim, yukarıda ki reçeteye de cuk oturuyor olsa gerekir. Esasen böyle olacağını, samanlıktaki kör tavukları bile anlamıştı bu ülkenin.

            Düğmeye basıldı CHP de karıştırılmaya başladı diyorlar, 15 yıldır güzellik uykusunda kalan ana muhalefetin uzun uykudan bitap düşmüş yorgun güzelleri. Aslında düğmeye basmaya da gerek yoktu. Kafalarınıza bir de tokmakla vurulmadığı kaldı be kardeşler. Köşelerinizde sadece tıkırdayıp oturdunuz bugüne kadar. Adam ‘atı alan Üsküdar’a geçti’ boşuna demedi. Hepinizi tiye alırken. Sen söyletene bak…


            Daha başından beri dediği gibi de hepinizi alıştıra alıştıra bugünlere getirdiler. Ne ki bizi değil. Çünkü biz özgün Türk Milletiyiz. Kim olduğumuzu, ne istediğimizi de sizlerden iyi biliriz. Ve Referandumda çıkıp, % 60’lara varan oranda tutarlılıkla, aslında kim olmadığımızı, ne istemediğimizi yine adam gibi ortaya koyduk yedi düvele karşı. Pekiyi siz buna karşın, hayırlarımızı bile müstevliye peşkeş çekmekten başka ne işe yaradınız siyasiler.

            Epikürist güncelinizden, ballı hayatlarınızdan kafalarınızı kaldırıp aynalarınızın karşısında bunu da sorun kendinize bir zahmet. Yoksa siz her ne kadar kabul etmiyor olsanız da, bu işlere uygun adamlar mı değilsiniz acaba?

            Tanrısal Türk Ulusunun Dünyanın her köşesinde, on binlerce yıllar birbirinden büyük İmparatorluklar kurduğuna bakılınca, Doğulu olduğu kadar Batılı olduğu da anlaşılır. Yüce Türk Ulusu Uygarlık tarihinin her sahnesinde en baştaki yerini almıştır her zaman. Şimdi de iki buçuk müstevli piçine, emperyalist tabansızına müktesebatını eliyle teslim etmeye de hiç niyeti yoktur. Bunu yapabilmeleri için ancak üstümüzden geçmeleri gerekmektedir.

Esasen yüce Atatürk’ün de görüşleri arasında yer alan bu tespit, hiçbir Türk evladına yabancı değildir. İşte böylesi bir yüceliği şimdilerde rahatsız eden tek sıkıntı, sırtında 15 yıldır taşıdığı, sağlığına küllen zıt bir Erdoğan çıbanıdır ve artık tahammül hududunu zorlayan bu derdinden de acilen kurtulmak zorundadır.

            Ülkem genelinde yandaş, liberal kapitalist veya Sosyal Demokrat geçinen tuzları kurularla geçinme sıkıntısı içinde olup ayın sonunu getiremeyen tüm diğerleri, yani ulusun % 80’leri, nasıl bir arada geçinebileceklerdir. Bunu da, bu gidişatın gelecek günleri bütün açıklığıyla gösterecektir. Yalnız bilinen tek husus, % 60 hayırcılara % 20 kararsız, ağır mağdur ve umutsuzlar da eklenince, hemen hemen ülkenin tamamına yakın bir toplumunu artık taşıyamayacak olan AKP Hükümetini, yakın ileride çok kara günler beklemektedir.

            2019’ları görüp göremeyeceği bile ciddi olarak AKP yandaşları arasında da tartışma konusu olmaktadır. Belki de beklenen halk devrimi, Referandumdaki çalıntı evetlerle bütünüyle sakata gelen Güneydoğumuzda başlayacak ve şimdilik ön provaları yapılmakta olan Kürt parodisi; aslında AKP Hükümetinin kâbusu olacak ve onu tarihin geri kazanımsız çöplüğüne savuracaktır.           


            Bundan böyle İmameti programından kaldıran FETO’nun ekonomi-politik, çok uluslu özerk şirketler görünümlü yeni yapılanması, yakın bir gelecekte tasarımdaki yeni Erdoğan cumhuriyetinin de temel taşlarından biri olmasın sakın yine. Erdoğanlılar bunlar, sakın olmaz demeyin. Şayet böyle de olursa ‘aldatıldık’ teranesi de onların her yanından su alan teknelerine, bir sığıntı limanı olamayacak demektir artık bundan böyle.

            Ve bundan sonra, Atatürk kalpağı altında omurgasız teknelerle hamaset rüzgârlarına çarşaf açanlar, irtikâp pazarlarında Allah satanlar, çakma İslam’la aldatanlar, sosyal demokrat manifestoyla emperyalist kulvarlarda kuyruksallayanlar ve tüm benzer diğer yandaşlar; bir değil iki defa dikkatli olmak zorundadırlar artık…       

                                                                                   Serendip Altındal



1 Mayıs 2017 Pazartesi

ÇARMIH MESELESİ..

           Wikipedia’nız bile elinizden alındı, nedeni ise kuşkusuz fazla biliyor, öğreniyor olmanızdır. Hayırlarınızı bile evetlerle trampa ederek bekanızı Haçlıya satan vatan hainleri, daha nelerinizi elinizden almazlardı. Büyük birader 16 Mayıs da ABD ye uçuyormuş. Muhtemelen de önüne konulacak ve ülkemizin bekasını yeni bir Sevr ambalajıyla teslim edecek olan ikili antlaşmayı imzalamak içindir. Yoksa başka neden olsun ki hele de bu kadar sallıyorken(!) ABD’ye karşı. Yoksa adam neden bir araba sopa yiyeceği yere adeta koşarak gitsindi.

Bugüne kadar ki buna, 15 Temmuz darbesi de dâhil olmak üzere, ABD ile var sanılan sürtüşmelerin hepsinin aslında göstermelik kayıkçı kavgaları olduğuna, hala itirazı olan var mı aranızda. Anlaşılan şimdi kara paracı, rüşvetçi Zarrap ortaklığı suretiyle pekişen uluslararası terör ticaretine yataklık konusu da üstüne binince, bizim birader artık iyice köşeye sıkışmış oldu.

Şimdi bundan nasıl yırtarım ve yeni yaptırımları nasıl engellerim endişesiyle, yeni direktifler almak üzere alelacele ABD ye uçuyor birisi. Bunun arkasından şayet yakın günlerde Ankara’nın Kızılay’ında, ABD tankları ile oluşan bir parade izlemek zorunda kalırsanız sakın şaşırmayın artık Ankaralılar.

Ondan sonra Güneydoğu da, yıllardır yok halimizle oluşturmaya çalıştığımız en değerli GAP bölgelerimizin, maden yataklarımızın üstünde kurulacak, İsrail/Kürdistanı yerleşkesini acilen oluşturmak üzere; bizdeki röpteşambırlı bazı çakma Atatürkçü köşe yazarı/çizeri yarı aydınlar ve lider beğenmeyen; ama lider de olamayan diğer süslü beslemeler, elbirliği ile katkı sağlamaya başlayınca, buna da ben hiç şaşırmam doğrusu. Çünkü o tiplerin bugüne kadar yaptıkları, bundan sonra da yapacaklarının garantisidir nasılsa.

            Şimdi kendisiyle, kedinin fare ile oynadığı gibi oynamak sırası, Trump’un manikürlü parmaklarına geçti artık. ‘Bak arkadaş şu masaya otur hele, önce ipliğini pazara çıkarıp, birde uluslararası yüce mahkemelerde burnunu sürtmemizi istemiyorsan, sonrasında da ancak bizim göstereceğimiz deliklerden birine sığınıp, müstevli Osmanlı ataların gibi, canını bile almaya gerek kalmadan, sersefil yok olmak niyetinde değilsen, istediğimizi bize teslim etmek zorundasın, bilesin’. Bağlamında, ben küçük bir dizi senaryosu yazmış olsaydım, bunun nerelerine rötuş yapardınız acaba? Elinizi vicdanınıza basarak, hele bir düşünün lütfen.

            İsrail/Kürdistanı dedik de, yarın Rusya’nın da başını yakacak ve bütün Avrasya’yı giderek yutacak olan bu sinsi yılan, şayet büyümeden yok edilemezse, Putin’in Rusya’ya attığı büyük bir kazık olacaktır. Ve Erdoğan’dan sonra sıra ona da gelecek ve mevcudiyetleriyle uluslarını yıkan liderler başlığı altında Dünya Ulusları yakın tarihi, onu da çarmıha gerecektir kuşkusuz.


            ABD Donanmasının Kuzey Kore rotasından, arkası belirsiz büyük bir çatışmaya mahal vermemek adına acilen sapması, yeni bir Dünya harbine hazır olmadığının ve şimdilik yoluna bildik ikili kukla oyunlarıyla devam etmeyi, kendisi için daha güvenilir bulduğunun da göstergesidir. Hele de parayı bastırınca, bizde de bolca bulduğu gibi anasını bile maddi menfaatlere pazarlayabilecek her mevkiden sayısız vatan haini kelle satın alabildiğine göre, ‘bastır parayı al kelleyi’, ‘doldur kâseyi yut işkembeyi’ pazarından ibarettir dünyası da nasıl olsa.

İşte böyle sayılı meblağlar karşılığı alınmış kellelerden - ki bir muhterem hariç – oluşan bizim YSK’nın ki bunların ar damarları da çatlamış olduğundan, gam, kasavet tanımayan gamsız baykuş suretleri de ortadadır. Şimdi bu resmi alıp münasip bir yanlarına takabilirler hep birlikte artık.


            Ankara da vurulan daha doğrusu da pisipisine harcanan Rus Elçisi şimdi daha çok ilgimi çeker oldu. Adam herhalde Putin’e muhalifti. Çünkü Putin’in yeni Diktatör suratı ortaya çıkınca, vurulmasında kasıt olduğu kuşkum da arttı doğrusu. Her halde bu kuşkuya da en doğru cevabı verebilecek olan, iki devletin istihbarat servisleridir. Erdoğan’ın Türk Ulusuna attığı kazığı Putin de Rusya’ya attı diyebilmek için biraz daha beklemeliyiz.

Ne ki gidişat yakında bunu da diyebileceğimizi gösteriyor şimdilik. Ve bu kazık şayet yenmeden önlenemezse ve halkları daha evvel uyanıp Diktatör biraderleri ayak havlusu yapmamışsa, ulus tarihleri tarafından kesinlikle çarmıha çekilmek, onların kaderleri olacaktır.


Sözün özü dersek: Giderek trajediye dönüşen ve şimdilik figüranları olarak içinde yer aldığımız bu Bedeviler tuluatının sonunda İnşallah; 15 yıldır AKP mandacılarına aptes suyu taşıyan ana muhalefetin ufku, yani geleceği işaret eden altı oklu amblemi, kırık bir beyaz güvercin kanadına dönüşmez.

Yeniden adam gibi tek vücut olarak ayakları üstünde yükselecek ve Dünya yüzeyinde eskisinden daha da saygın yerini tekrar alacak olan Atatürk emaneti yüce Türkiye Cumhuriyeti Devletinin asla sararmayacak, hep yeşil kalacak umudu ve imanıyla. Ve bu yüce Devletin sosyal demokrat yapısı ve halkçı adalet fundamentinin de her daim harcı olması dileklerimle:

Yine ver her şeye rağmen 1 Mayıs Bayramınız, panzehiriniz olsun…

                                                                       Serendip Altındal