28 Aralık 2017 Perşembe

KUTSANMAK..

           Nasıl ki aldatıldım demekle akıllı olduğunu ispat edebilmen mümkün değilse; unuttum demekle de bir şey bildiğine kimseyi ikna edemezsin. Öyle ya aklın yoksa neyi bileceksin de unuttum diyebileceksin. Çünkü unutmak için dahi ilk önce, DOĞRU GİDEN SAAT GİBİ geri kalmayan bir akla ihtiyaç vardır. Hele de madik yemişsen, bu parmak yemekden de daha berbat bir durumdur.

            Esasen akıl saatlerinin geri kaldığını teyit edercesine, diğerleri gibi acele fırlattıkları son KHK ile artık sokak savaşları da meşru hale getiriliyor. Yani yassı sivri, keskin demirlerle, delikli ve gürültücü olanlarının çoluk çocuğun elinde çevirdiği topaçlara dönüşeceği günler yakındır. Kimin kimi harcayacağı, dostun, düşmanın bilinmeyeceği ve dış misyonerlerin istediği gibi de durumun bir sivil savaşa dönüşümü tasarımdadır. Böylece 15 Temmuz darbesi bahanesiyle tamamlanan OHAL’in, bundan sonraki varlığı da meşruiyet kazanmış olacaktır.

            Tam Esad’la anlaşacağı söylenen Erdoğan’ın durup, durup Turnayı gözünden vuran Trump jargonlu çıkışı ve suratındaki çaresizlik ifadesiyle – ki yine Okyanus ötesinin baskı alanı içinde olduğu ifadesidir bu - ‘Esad teröristtir’ beyanı, artık bu gelgitli saçmalığa ne diyeceğini bilemeyen Rusya’yı iyice güven endişesi içine sokmuş olmalıdır.

Nitekim aynı bağlamda S-400’leri bize ancak 2020 yılında vermeyi taahhüt etmesinin nedeni, seçim sonrası ortaya çıkabilecek Erdoğan’sız ve bu silahların kendilerine karşı kullanılmayacağı güvencesi olacak milli ve Kemalist bir Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti beklentisi olabilir mi acaba?

            Bu arada, iktidarda kalamayacağı kesinleşen birilerinin, bir gün yüce yargı önünde hesap vermektense Ege Adalarını sattığı gibi vatanın geri kalanını da satarak, onu böleceği ve bir federal bölümünde, avenesiyle birlikte yine iktidarda kalmak adına her şeyi göze alacak hesaplar içinde olduğu bellidir. Bellidir de, buna Türk Ulusunun daha ne kadar tahammül edebileceği; işte o belli değildir…


            Emperyalist ABD Devlet katmanlarını, yandaşlarını, Dünya genelindeki tüm beslemelerini ve eşleklerini, salt erdemsizlikleri nedeniyle içine düştükleri kozmopolit keşmekeşten, helak olmadan sıyrılabilmeleri için, kendilerine de ışığı göstererek ‘yurtta sulh, cihanda sulh’ erdemini öğretecek bir Atatürk’e ihtiyaçları vardır. Herhalde onlarda bu gerçeği çoktan anlamış olmalıdırlar. Çünkü mevcut kafalarıyla bu yerkürede gelecekleri kalmamıştır artık.

            Bu bağlamda da ABD&PKK son yapılanmasının, bizim ve içinde olduğumuz Ortadoğu haritamızın, yakın gelecekte yeni bir belası olacağı kesinleşirken, bu olgunun, senaristlerinin de sonunu çabuklaştıracağı beklenmelidir. Çünkü ABD ve yardakçısı Harami çetelerine karşı ataklar da zorunlu hale gelmiştir artık.

Nedeniyse, beklemekle savunma yapılamayacağı ve taarruzun en iyi savunma aracı olduğu gerçeğiyle de, düşmanın savunmaya zorlanacağıdır. Ve savunmadaki de elbette, bizimkini almaktan önce kendi canını vermemeye çalışmak zorunda kalacak demektir.


            Her iki seçmenden birisinin Merkel’in artık bırakmasını istediği Almanya da gelecek günler neyi gösterecektir, beklemek lazım. AB lideri Almanya’nın da muğlak durumuyla iyice kararan AB gökyüzü, yeni bir yapılanmadan berrak bir semayla çıkabilir mi? Hele de Kudüs oylamasının ABD’yi yalnızlaştırarak AB ülkeleri için de yeni umutların yeşerdiği bir dönemde. Ne ki Merkel gibi yumuşakçaların Alman siyasetinden ayrılmasıyla, pusu da bekleyen Kurtlara kapı aralanır mı? İşte bunu da yakın günler gösterecektir.

            Şayet bu kapı aralanır da, Almanya liderliği yine kalın kabuklu Nazi ekstremistlerin eline geçerse ne olur? Acaba yine Dünya liderliğini de kapmak adına alelacele yeni bir Dünya harbi tetiklenebilir olur mu?

            İşte bu beklentilerin yeni gerçeğimiz olmaması ve hezeyanlara dönüşmemesi temennisiyle; Ülgen Dedenizin (Noel Baba) yeni Güneş yılınızda, her şeyin gönlünüzce olmasını sağlamasını, yeni yılda doğacak Güneşinizin, sizinle birlikte bütün sevdiklerinizi ve yüce Türk Ulusumuzu erdem ışığıyla yıkamasını, hepimizi başlarımızdan topuklarımıza kadar kutsamasını, canı yürekten temenni ediyorum…

                                                                       Serendip Altındal


19 Aralık 2017 Salı

ŞARJLI PROVOKASYON..

            Ortadoğu harabeleri üstünde yükselen ruhsal kaosun ortasında bir Şark çıbanı gibi biten Kudüs sorunu, ciddi sıkıntı yaratan bir problem olacağa benzer. İnsan fazlalığının giderek ve doğasından başlayarak yaşlı Dünyayı yıkıma götürmekte olduğu yeni dönemde; bazı harabi zihinler, eski kültür kalıntılarından yeni çıkarımlar oluşturmaya kalkıyorlar. Yani yeni Dünya düzeni, şimdi de Kudüs ile bir yeni İsrail Roma’sına dönüştürülüyor.

            Oysa insanoğlunun değişmez yapısı, menfaat denizlerinde, şartları gereği halat atacak gemileri her zaman bulmaya devam edecektir. Kudüs meselesi de diğerleri gibi iştirakçilerine, elbette yeni çıkarımlar getirecektir. Bu çıkarımların herkes için yeni kazanımlara mı yoksa yeni bir Dünya Harbine kadar uzanacak yıkımlara mı gebe olduğunu da, gelecek yakın tarih gösterecektir.

            Bizi ise ilk etapta yakından ilgilendiren, Cumhur başı Erdoğan’ın siyaseti artık şarjlı bir provokasyona sardığı ve bunun bataryasını da devamlı doldurup durmakta olduğudur. Demek ki arkasındaki güce güvenerek, yasaları ihlal ettirip veya çakma gerekçeler üreterek, canını acıtan muhalefetin bilhassa da Kılıçdaroğlu kanadından kurtulma çareleri aramak zorunda kalmıştır artık. Öyle ki siyaseti ‘mankafa’ seviyelerine dahi düşürerek, Cumhuriyet tarihimizde hiç olmadığı kadar da abiyeleştirmiştir.

            Bu durum şayet vaktiyle Menderes’in ikinci adam İnönü’nün başına taşları yağdırdığı seviyeye kadar düşerse ne olur. Kendisi bunun da riskini taşımak zorunda olduğunun da farkında mıdır acaba? Mesut Yılmaz’ın oğlunun taziye töreninde Kılıçdaroğlu’nun elini sıkmaması, esasen bu bağlamda artık kayıpları oynadığının da bir göstergesiydi.


            Kudüs’ün İsrail’in yeni Roma’sı mı olacağı sinyalini vermekte olduğu gelişmeler, bundan sonra gündemin de ana konusu olacak gibi görünüyorlar. Küreselcilik sona gelirken, şimdilerde Akdeniz’i mesken tutmaya başlayan Siyonistlerin bu yeni rüyası, üçüncü Dünya savaşının da kapıda olduğunu akla getiriyor şeklen.

            Bu bağlamda Türk siyasetinin şarjlı provokasyonlar seviyesine düştüğüne de bakılınca, artık siyasetçisi de kalmadığı anlaşılan Türkiye’mizin içinde bulunduğu hazin durumda, bize de söyleyecek fazla söz kalmıyor ne yazık ki. Zira sadece ‘bir gece ansızın gelebilirim’ söylemlerinden fazlası olmayan bir Devlet savunması, terörist çetelerinin ve onları kullananların pirelerini bile ikna etmekten çok uzaktır.

            Ve sen bu kafayla Haramidereden değil su içmek çakıl taşı bile alamazsın. Bileceksin ki dost bildiklerine artık sırtını bile dönemezsin. Ve ateşin dahi çıksa onlardan şifa bulamayacaksın. İşte o günlerin geldi artık bilesin. Çok güvendiğin beslemelerini de unut derim. Çünkü onlar menfaat denizlerinin transit yolcularıdır. Sadece parayı verenin düdüğünü üfler ve kendilerine bile fazla hayırları dokunmaz sonuçta, sakın unutma.

            Geldin, gördün; ama yenemeden biteceksin sende, sadece sallamasını bilen tüm diğerleri gibi kardeş. Aslında yakındaki boş silahtan bile korumak gerekir kelleyi. Şeytan ne zaman doldurur hiç bilinmez. Ayakta dibek dövenlerle de oturum açılmaz. Çünkü ne dediğini bile anlayan çıkmaz. Ve muahedeler dahi tıpkı bazılarımızın şanlı Lozan’ı bile öyle sandığı gibi oturak âlemlerine dönüşür sonuçta.

            O halde gerçek dostun da düşmanın da iyi seçilmesi gerekir diyelim ve gerisini de en iyisi yine tarlayı süren bağrı yanık yiğidin nasırlı ellerine bırakalım. Çocukları ve Şehit analarını dinleyelim sadece. Çünkü en doğru onlar bilir, onlar söyler tüm olup biteni. Ve görülüyor ki bizden de bir bok olmayacaktır artık. Yani kendi kıçını kendin kurtaramazsan, kurtarılmak zorunda kalırsın. Bir Atatürk de olmadığından, seni kurtaranı ara ki bulasın…
                                                                       
                                                                                 Serendip Altındal



8 Aralık 2017 Cuma

KAFAKOL..

           Kudüs’ün İsrail Başkenti olacağı mesajıyla Radikal İslam dünyasını karşısına alırken Trump ne düşünüyordu acaba? 22 yıldır İsrail’in Başkenti olması gerekirken devamlı ertelenen uygulamanın, Trump eliyle nihayet start alması, 3 kitaplı dinin müşterek tapınağı olan Kudüs’ün, laik demokratik İsrail bünyesinde bundan sonra bütün kavgaların sona ereceği ve kavgalardan arınmış bir sulh ve ibadet merkezi olması fikri olabilir mi?

            Böylelikle İsrail’e de büyük bir sorumluluk verilirken bundan sonra sulhun bozulmasından da İsrail tek sorumlu tutularak, Dünya huzuru adına Siyonist ihtiraslara da gem vurulacaktır. Bu düşünceye ve doğrultusunda oluşturulacak projeye farklı emelleri olan radikal İslam gruplarının liderliği ve Osmanlı bozması bir İslam Devleti Hükümdarlığının hayalinde olan Erdoğan’ın sıcak bakması da elbette beklenmemelidir. Aynı bağlamda Trump’ın yok haliyle ve siyasal çerçeveyi de aşacak büyük bir silahlı kargaşayı karşılayabilecek gücünün olmadığını da yadsımamak gerekir.

            Yunanistan’a giden Erdoğan’ın, esasen ham hayalleri ve maceracılığı bir kenara bırakıp her şeyden önce gizlice Yunanlıya verilen adalara değinmeden, Kıbrıs konusunda da, kendi seviyesinde(!) olmayan Başbakan Çipras tarafından işgalci durumuna da emrivakiyle düşürülen bir Devletin sorumlu lideri konumunda nasıl sessiz kalabildiğinin yanı sıra, Lozan güncellemelerinden ne kastettiğini de Türk Milletine açıklaması gerekmez miydi? Öyle ya bu, adaları gizlice Yunana vermeye de benzemez. Çünkü Lozan, Türk Ulusunun kan dökerek kazandığı misak ı milli sözleşmesidir ve kendi boyunu aşar.

Konuşmaların tamamını buraya aktarmaya kalksam inanın yukarıdaki kısa özetten daha fazlasını da elde etmek mümkün olamazdı. Bilhassa da Yunanistan’daki Türk azınlık konusuna, Erdoğan’dan salt Diyanet perspektifi dışında bir bakış açısı beklenemeyeceğini de bir daha deneyimledikten sonra, bu ziyaretin de turistik amacın dışına çıkmadığını tekrar anlamış olduk.

Yani Yunanistan ziyareti hiçbir somut ve gerekçeli kararın alınmadığı içi boş bir repertuardan başka da bir şey çıkarmadı ortaya. Ayrıca bakın gelişmiş ülkelere, hangisinin Cumhurbaşkanı bizimki kadar dolaşıyor. Başbakan veya Bakanlar seviyesindekiler bile bizimki kadar seyahat etmiyorlar hani laf aramızda. Velhasıl yağma hasan böreği veya babam sağ olsun. Nasıl olsa dolduruyoruz elbirliği ile ve yok halimizle o kuyunun suyunu anlayacağınız.

            Diyanetin durup durup tam da Erdoğan’ın ani ve şaibeli Yunanistan ziyareti esnasında verdiği; Ege adalı, Kıbrıslı, Lozanlı birbiri peşine patlayan tavizlerini oldubittiye getirip, yine gündem çarpıtmak için mi mesajlı, fakslı kadın boşama fetvasını ortaya atmış olacağı da sorgulanmalıdır.

Yani adamlar milleti kafakola almak için dört koldan çalışıyorlar anlaşılan. Hal böyle olunca da 17 yıllık Erdoğan ve AKP deneyimine rağmen hala aynı minval üzere kafakola gelmeye devam eden millete, ya ne demek gerekir acep. Böyle milletle mi kafa buluyorlar, yoksa millet kendisiyle mi???



Ancak ikinci devresini Alman ZDF kanalından izleyebildiğim maçın ardından, Fabri’nin takımını sırtlayan Tolga’nın sırtına başını yaslayarak onu canı yürekten kucaklaması beni çok duygulandırdı. İşte BJK’lılık ruhu budur dedim. BJK’nın Osmanlı dönemindeki arka arkaya aldığı amatör lig şampiyonluklarını bir kenara koyarsak; Cumhuriyet tarihimizin de 1924 yılında ilk resmi Şampiyonu olan takımın Kaptanı ve Santrhafı olan rahmetli babam Cavit Altındal da keşke görebilseydi bu günleri diye çok isterdim.


Maçtan sonra, ilk BJK’lı Atatürk’ün sporcu ahlakına çok yakışan duyarlılıkta bir mesaj veren Tolga’nın “ biz çok büyük bir camiayız. Birbirinden kaliteli oyunculardan oluşan zengin bir kadroya da sahip olmak zorundayız. Her görev sırası gelen elindekinin azamisini de vermek zorundadır. Bir de bu zorunluluğa, beraberliklerini tamamlayan duygusal arkadaşlığı, birbirleri hakkında asla menfi düşünceye sahip olmayan kardeşliği ve özverili, geniş tecrübeye sahip, sevip saygı duyduğumuz hocamızı da eklerseniz, artılarımız kendiliğinden ortaya çıkar” mealinde mesajını genişletebileceğini de tahmin etmek zor değildir.


İşte bunları üst üste koyduğumuzda bize de; Başkan Orman ve tüm ekibine, hepiniz iyi ki varsınız demek düşüyor artık. Bilin ki milletimizi, hele de bu zor günlerimizde çok mutlu ettiniz ve tek teselli kaynağımız oldunuz. Sahip olduğunuz BJK ruhu ve ahlakı diğer kulüplerimize hatta resmi sivil bütün kurumlarımıza da örnek olmalıdır. İnanın ki bu sözlerimi Hakkı Kaptan döneminde genç takımda oynamış ve BJK’lılığın ne demek olduğunu bizatihi yaşamış bir sporcu üye ve BJK’lı bir babanın, BJK’lı oğlu olarak değil, tamamen tarafsız; ama bir Türkiye Vatandaşı kimliğimle söylüyorum…

                                                           Serendip Altındal


5 Aralık 2017 Salı

AKILCILIK..

Tasavvur edebildiğimiz en yüce varlık akıl olduğuna göre, o halde en iyi beslemek zorunda olduğumuz da aklımız olmalıdır bilincine de sahibiz demektir. Ve hiç göz ardı edilmesin ki akıl sadece doğru bilgi ile beslenir. Çünkü her yanlışın bir doğru antitezi olduğundan, her yanlış ve/veya problem doğrusunu da kendi içinde taşıdığından,  doğruların fazlalığına sahip olan akıl, yanlışlarla nasıl baş edebileceğini de bilecektir neticede. Aslında MANTIK aynı zamanda HUKUK dolayısıyla da ADALET değil midir?

Bu bağlamda siyasi çerçeveye baktığımızda, son Zarrap davasına kadar iç siyaseti boyundan büyük bir açmaza kilitleyen Hükümetin, başında bulunan siyasetçinin zorunlu Atatürkçülüğü kendisine nasıl bir koruyucu zırha dönüştürmeye kalktığı gerçeği, bilelim ki bundan sonra, arkasında kirli bulaşık suyuna dönüştürdüğü partisini de dıştalamasıyla son bulacaktır muhtemelen.

Çünkü iyice batağa saplanmış ve bir yandaş menfaat çetesi haline gelmiş olan partisiyle bir ortak geleceğinin olmadığını çok iyi görüyordur, iktidardan vazgeçmesinin de bundan böyle mümkün olmadığını anlayan bir Erdoğan. Pekiyi hangi partide mi koltuk arar? O da sürpriz olsun! Esasen koltuk garantisi almadan da partisini terk etmeyeceğini kestirmek hiç de zor değildir. İşte işler o noktaya doğru hızla gelişmektedir artık. Zoraki Atatürkçülüğü nasıl ki 2000 den beri bildiysek, bu keyfiyeti de peşinen söyleyelim de sonra söylememiş olmayalım.


Akılcılığın olmazsa olmaz olduğunu, şeklen de ortaya koyan Sayın Feyzioğlu’nun önerilerine de kulak verirlerse; biran önce OHAL ve KHK’lardan kurtulup, bütün suçluları acilen yüce Mahkemeye sevk eden, Zarrap Davasıyla Devlet ilişkilerini tamamen sıfırlayan ve yeniden hukuk Devletine dönen bir davranış içine neden derhal girmek zorunda olduklarını, İnşallah anlamışlardır artık temennisinde bulunmak düşüyor bize de burada.

Yoksa başlarına nelerin gelebileceğini, sonuna kadar hamaset rüzgârının arkasında gerçekleri milletten gizlemeye devam etmekle, felaketten başka hiçbir yere ulaşamayacaklarını da nasıl olsa esefle anlayacaklardır hep birlikte yine. Ne ki bundan da şüphesiz en fazla, günahsız milletimiz ve doğacak çocuklarımız zarar görecektir.


PYD, Rusya sözde işbirliği aslında, Erdoğan ve Hükümetinin ikircikli tutumlarından iyice bunalan Rusya’nın kendi garantisini aramasından başka da bir şey değildir. Çünkü Rusya, ne yapacağı belli olmayan ve apaz gitmeyi bilmediği için de esen rüzgâra göre sürekli yön değiştirecek olan Erdoğan ve Hükümetine güvenemediğinden; şayet yakın bölgede ille de bir Kürt Federasyonu oluşacaksa, bunun kendi kontrolünde olmasını elbette istemek zorundadır da. Bu durumda ise Türkiye’ye, kendi hudut kanadının güvenliğini, daha da ikna edici olarak sağlamak zorunluluğu düşecektir ister istemez.

Yüce Atatürk’ün Dünya da bile emsali yokken ülkemizde 83 yıl evvel verdiği kadın haklarına atfen yapılan, Ankara’da ki Kadın Buluşması Etkinliği, gözlerimizi yaşarttı. Milletimin Amazonları tek bilinç, yürek ve bilek halindeydiler. Bu etkinliğe aracı olan CHP’yi ve Sayın Kılıçdaroğlu’nu kalben kutluyoruz. Millet duyarsız diyerek neredeyse milletten ihtilal bekleyenler unutmasınlar ki, bugün artık kadınları ve erkeklerimizle milletimizin tam bir devrim duyarlılığı içinde olduğu ve bu duyarlılığın gelecek seçimlere nasıl yansıyacağı da şimdiden anlaşılmaktadır.

                                                                       Serendip Altındal



28 Kasım 2017 Salı

GÖTÜRÜ..

            AKP iktidarının ülkemin başında kaldığı her dakika, lider konumdakilerle yandaşlarının kontrol edilemeyen offshore hesaplarını şişirmekten başka da bir getirisi daha doğrusu da götürüsü olmayacaktır yurdumuza. Ve bu Hükümet eskidikçe harami sayısı artarken fakir sayısı da katlanıyor. Diğer kayıpları açmaya ise sayfalar yetmez. İstatistikler ortada, merak edenler ayrıntıları araştırabilir.

            Durumun esas üzücü yanı ise, sayıları gittikçe kabaran vergi ödemeyen yandaş azınlığın yanında, yok hallerinde vergi ödeyen adam gibi vatandaşların gelirleri, artan enflasyon ve düşük gelir zamlarıyla daha da azalırken, finans yükleri artıyor ve yaşamları, yaşanamaz hale getiriliyor. İçine beraberce yuvarlanmakta olduğumuz Gayya Kuyusu da derinleştikçe, derinleşiyor.

            Vatan bekası umurlarında olmayan birileri de arkası gelmeyen yurtdışı gezileriyle, gerçekte alay konusu yapıldıkları mekân ve mercilerde, içinde mermi taşımayan kurusıkı silahlar gibi sadece kılıf dolduruyor, vatandaş kandırıyorlar. Mesela son SOÇİ atraksiyonundan ne mi çıktı? Ne çıkmadığına bakarsanız cevabını da kendiniz vermiş olursunuz.

Ya da şöyle diyelim de gülersiniz belki. Yani Türkiye, Rusya, İran ve Suriye’nin bir araya geldiği SOÇİ den, aslı ördek tuzakları olan AVM’lerde, ev mantısı diye aldığınız bohçalanmış hamur paketlerinin içinde ne kadar gerçek kıyma bulabilirseniz o çıktı işte. Suyu bile sıksaydınız daha fazla tortu alırdınız anlayacağınız. Yani İmam bildiğini okudu. Türkiye de attığını vuran aslan lideri sayesinde yine kafaya geldi neticede.

           
            Emperyalist kendi ülkesine fazla ihanet edemez, yani kendi ülkesini sömürge ülkelerini soyduğu gibi fütursuzca soyamaz. Çünkü bunun hesabını vermek zorunda kalacağını bilir. Ayrıca sömürge Devletlerden aşırdığının bir kısmını da kendi ülkesiyle paylaşmak mecburiyetinde olduğunu da domuz gibi bilir. Çünkü aksi halde tüm mal varlığına el konabileceğinin de hesabını yapmıştır.

            İşte bizim offshore’cularda da durum aşağı yukarı böyledir. Aslında onlar sadece kendi ülkelerini soyabildikleri için daha da dikkatli olmak zorundadırlar. Ve yanlış yapmaktan Azrail’den korktukları gibi korkarlar. Ne var ki kanları bir kere zehri kapmıştır. Artık bağımlı oldukları için de giderek ülkelerini daha da fazla soymaktan bir türlü kendilerini alıkoyamazlar. Yeni risklere girerek de daha fazla açık hale gelmektedirler.


Aslında hepsi de bütün diğer uyuşturucu bağımlıları, alkolikler gibi acınacak adamlar, kadınlardır velhasıl. Yalnız yetmiyormuş gibi bunlara karşı daha fazla da iyimser ve saf kalmaya devam ederseniz, bir gün donsuz kalacağınızı da şimdiden bilmelisiniz. Yani sonunda kıçınızdaki donu bile çekip alacaklardır. Fazla acırken acınacak hale gelmekte vardır ipin ucunda.


ABD’nin baş düşman olduğunu nihayet Erdoğan’da anladı söylemlerinin sahiplerine; kendisini de iktidara taşıyan ‘bir Devlet kendi adamını bir başka Devletin başına neden getirir’ sorusunu neden sormadınız diye sormayalım mı şimdi.

Siyasetçinin bütün faaliyet dönemleri ayrı ayrı hesaba çekilir ve kendisine buna göre toplu fatura edilir. O halde Erdoğan’ın İBB Başkanlığı dönemi de ayrı hesaba çekilince, kendisinin de itiraf ettiği gibi İstanbul’a gerçekte tek başına verdiği zarar toplamda ödemek zorunda kalacağı faturanın ne kadar kabarık olacağını da ortaya koyuyor. Aynı bağlamda tüm usulsüz işlerde imza yetkisi olanların, bütün talimatları kendisinden aldıklarını söylemeleri de hiç yadsınmamalıdır.

Bu durumda, İslam referansını kendisine ideal yapan bir zihniyetin kendisi can derdinde iken, dıştaladığı, öcü gibi gördüğü ‘şayet düşüncelerim bilimsel olmazsa bilimi tercih edin’ diyebilen Atatürk’e neden sığınmak zorunda kaldığı, damarlarındaki can suyunun bile sahibi olan emperyaliste neden anti olabileceği de, beşer olduğu için şaşar düşüncesiyle aklanmasa da, kendisine çok görülmemelidir. Ne var ki bundan, bir milletin beka nedeni olan iktidarının, böylesi zihniyetlere daha fazla teslim edilebilirliği düşüncesi de asla çıkarılmamalıdır…


İki ileri bir geri derken dans adımlarımızı şaşırmayalım ve Zarrap meselesine geri adımda tekrar basalım. İranlılar kendi vatandaşlarıyla, Türk siyasilerinin çakma vatandaşları Zarrap ile ilgilendikleri kadar ilgilenmiyorlar. Bizimkiler işi gücü bıraktı Zarrap Efendiyi neredeyse milli mesele haline getirdiler. Sebep sonuç ise apaçık ortada. Bizimkilerin yarası büyük. Çünkü Zarrap bizim biraderleri iyi besledi. Oysa İranlıların öyle bir dertleri yok. Onlar bizimkilerin yanında sütten çıkmış ak kaşık gibi kalıyorlar.

Bu sorunun da tek müsebbibi Erdoğan’dır. Ve mesele Türk milletini değil; ama doğrudan Erdoğan ve Partisini bağlar. Artık işin orasını burasını karıştırmaya hiç gerek yoktur. Yarası olan gocunur her zaman. Akılsız başın cezasını da hep başka uzuvlar çeker. Şimdi artık hatayı kabul edip, en azından Devleti de olayın dışında tutmak gerekir. Kim olursa olsun bir Devlet adamına yakışan da budur.

Daha da ötesi, ya rüşvet olayına karışan bütün akbabalar birlik olup hesap günü yüce Mahkemede ‘Reis bizi zorladı onu yalnız bırakmamak için bizde paraları kabul edip, susmak zorunda kaldık‘ deseler ne olur. Erdoğan acaba bu işin altından nasıl kalkar, aksini nasıl ispat eder. Yerinde olsam bunu da bir düşünürdüm…

                                                                       Serendip Altındal


20 Kasım 2017 Pazartesi

KOZLAR..

            İçinde bulunduğumuz dönem tarihte, Atatürk akılcılığının yeniden keşfedilip, tekrar egemen olduğu ikinci Cumhuriyet dönemi olarak anılacaktır kuşkusuz. Bunun için de yeterinden fazla indis mevcuttur. Hangisini sayalım. Herhalde en dikkat çekeni, hiç ikna edici olamasa da fanatik irtica histerisiyle, Atatürk bayraktarlığını bir arada dokuyarak, seçim zamanı milletini örteceği bir ucube örtüye dönüştürerek, Başkanlığı aradan sıyırıp, o millete hesap vermekten kurtulacağını hesaplayan AKP’nin tirajı komik çaresizliğidir.

            Çünkü içinde tam bağımsız, milliyetçi, halkçı, laik, cumhuriyetçi, inkılapçı, Devletçi özeğiyle Kemalizm’in yer almadığı bir Atatürkçülük, ne yazık ki tek perdelik bir güldürüden öteye geçemez. Trajik olan yanı ise bu orta oyununda, tüm kutsal varlığını milletine adamış yüce Atatürk’ün adının kullanılıyor olmasıdır. Aslında Kemalist özeğinden soyutlanmış bir Atatürkçülük, AKP eliyle Atatürk’e yapılmış ayrı bir darbe olarak da kabul edilebilir. Ve Türk Ulusunun bunu kabul edebilmesine de imkân yoktur.


            15 Temmuz üzerine 16 Temmuz da, ‘Kontrollü Darbe’ demiştik de hani birileri de rahatsız mı olmuştu? Sözü fazla uzatmadan; hemen arkasından OHAL veya benzeri bir oldubitti ile oligark bir darbenin oturtulacağını da beklediğimiz için, neden haklı olduğumuz bugün iyice anlaşılmıştır herhalde artık diyelim ve bu konuyu kapatalım en iyisi. Yılan hikâyesine dönüştürülen araştırma, elbette saati çalınca küllen aydınlığa kavuşturulacak ve bir kere daha haklı olduğumuz anlaşılacaktır nasılsa.

            Daha da ötesinde, sanal darbe esnasında birden bire zuhur eden, ikna edici olması bağlamında ne yazık ki figüran olarak kullanılan ve katledilen 250 vatandaşımız ile yüzlerce yaralının çoğunluğunun, MHP ülkücüleriyle, fanatik irtica militanlarından olduğu da düşünülürse, başta Bahçeli olmak üzere diğer irticai militan ayağında arkadaki büyük vebali taşıyan kimin parmağı olduğu da elbette ortaya çıkacaktır.

Yoksa Bahçeli’nin Erdoğan karşısındaki gözle görülür rahatlığı, aradaki bu gizli ittifakın Bahçeli elinde bir koza dönüşmesine mi dayanıyor acaba? Peki, o halde ikide bir yargının altın olduğunu söyleyerek kuyumculuğa soyunan Perinçek’in, bunda tasarrufu nedir dersiniz.


            Suni gündemler türbülansı arasında boğulan ve gerçek olanların ise cımbızla ayıklanması esnasında, kalem dönüp dolaşıp eskimiş olanlara da güncel perspektifle zorunlu olarak bir daha dokunmadan geçemiyor. Bundaki ana neden de okurla aradaki sıcak temasın korunması gereğidir şüphesiz.

Oysa aslında ülkemizin etkin haber seçeneği hele de içinde bulunduğumuz coğrafya ve konjonktür nedeniyle bu kadar da tek düze değildir. Lakin artık seviyesizliğin tavan yaptığı ve pespaye magazin dünyasının arkasına gizlediği siyasa gerçeğinin bizar eden ruh haletinden, yazarın kendi sinirlerinin yanı sıra, okurunkileri de koruması gerekiyor. Ki vatandaşa saygı tam olsun.

Yukarıda altı okla ifade edilen Kemalist ilkeleri sayarken, laiklik savının daha Cumhuriyet kurulmadan önce Dünya harbi yıllarında ve Osmanlının son döneminde Ziya Gökalp ile başladığını unutmayalım. Aynı bağlamda kadınları iffetsiz kabul edip örtünmeye zorlamanın, Türk kadınlarına en büyük hakaret olduğunu söyleyen ve kadın inkılabının başlamasına önayak olan Ziya Gökalp’in, Atatürk’ün de yolunu açtığını asla yadsımamalıyız. Dolayısıyla şerefli tarihimize mal olmuş tüm aydınlarımıza, şehitlerimizle birlikte rahmet okumalıyız. Ki o zaman vatandaş saygımız ebedi olsun.

 Aynı bileşkede, demek ki Kemalist Atatürk’ü anlayabilmek için, ucu bucağı olmayan milli tarihini enine boyuna irdeleyen ve daha önce yaşamış milli aydınlarından birçok şeyler öğrenmiş olan aydın insan Atatürk’ü de özümsemiş olmak gerekiyormuş. Ben biliyorum demeyen, her kararını önce halkına danışan Atatürk’ün sahip olduğu bu özelliği de aslında, Dünya liderleri arasında da kendisini tartışmasız TEK ADAM yapan en değerli kozuydu…

                                                                       Serendip Altındal


10 Kasım 2017 Cuma

İKNA MESELESİ..

            Eskilerin yerine getirilen yeni Belediye Başkanlarının sicillerinin de pek parlak olmadığı söyleniyor. Bazılarının sabıka kayıtları da bir hayli kabarıkmış. Eğer gerçekten böyleyse; ‘siz yeteri kadar götürdünüz, biraz da diğer kardeşlerimiz sebeplensin’ mi demek isteniyordu acaba? Hani alışık kıçta don durmaz derler ya, alışmış kudurmuştan beterdir diyerek de konuyu bağlamak mümkündür, hiciv seven dostlar için. Diğerleri de hiç kızıp, gücenmesinler. Biz bizi bilmez miyiz sonuçta.

            NATO Devletleri artık kendilerini çıkmaz yolda hissettiklerinden, nihayet imana gelip Türkiye ile EUROSAM (SAM savunma roketleri) proje antlaşmasına ortak imza atmaya karar verdiler. Böylece Türkiye’nin de ortak AR-GE çalışmalarıyla üretici ülke olarak, imal edeceği savunma silahlarını, geliştirip dış pazarlara satarak katma değer üretmesinin de önü açılmış olacak(mış).

Şimdi sormazlar mı adama. Durdu durdu da enişten seni neden öptü diye. Sakın, Rusya ile yapılan S-300-400 anlaşması, Türkiye’yi kaybettiğini düşünen Batıyı, tarafgirlik adına yeni bir algı operasyonu yapmak zorunda bırakmış olmasın. ‘Bu da sorulur mu hiç’ dediğinizi duyuyorum. Çünkü işin aslında böyle olduğunu hepimiz biliyoruz nasılsa.


Binali’nin sessiz sedasız yaptığı ABD turu, bana göre Erdoğan’ın turundan daha fazla ambiyans oluşturdu. Neden derseniz, Erdoğan’ın Trump ve diğer ABD Hükümet sözcüleri karşısındaki ezik, büzük, kırılgan, neticesiz duruşu; ama yandaş basına göre de ağırlığını koy(muş) sanal algısının yanında, Binali’nin gerçekte hiçbir sonuç alamayacağı bir ülkede, dişe dokunur bir şey yapmacıksız ve kendi başına yaptığı park yürüyüşlerini içeren görüntüleri, daha gerçekçi, ikna edici ve inandırıcı kaldı.

Bu görüntülerin bir yanda Hollywood havası taşıması, sadece Binali’nin popülizmine yararken, arkasında CIA parmağı olduğu intibaını da oluşturuyordu diğer taraftan. Yoksa AKP liderliğine şimdi de daha sempatik ve yıpranmamış olan Binali’yi mi hazırlıyorlardı nedir? Çünkü Erdoğan’ın bundan sonra ne yapsa, toplumun asosyalleri, din simsarları, haramileri ve kötülük şerbetini kendilerine yaşam iksiri yapanlarının dışında kimseyi ikna etme şansı kalmamıştır artık bu ülkede. Ki bunlara aklı başında, ahde vefa sahibi bütün AKP’liler de dâhildir.

Bu durum, dış kaynaklı bütün Türkiye analizcilerinin de gözlerinden kaçmıyordur şüphesiz. Buna göre de Türkiye’miz üzerindeki art niyetli politikalarını artık yeni senaryolara göre oynayacakları kesindir. Çünkü siyaset bir ikna meselesidir de aynı zamanda. Kalıcı bir politikanın ise önce tutarlı olması gerekir. Ki bu şablon Erdoğan’a hiç uymaz. 

Ne var ki Erdoğan’ da çevresinde oynanan oyunların bilincinde olmasa da beklentisindedir mutlaka. O nedenle de yakında hiçbir şey yokmuşçasına takınacağı timsah gülücüklerine de kimse kapılmamalıdır. Malum timsahın ne zaman ve nereden ham yapacağı hiç belli olmaz…

             
          Sevgili Atatürk’ün yeni bir doğum günü daha geldi çattı. O halde bu acılı şerbeti yine ve yeniden bir lohusa şerbetine çevirmek tekrar nasip oldu Türk Ulusuna desenize.

Ben bu tarihi günü işte hep aynı perspektifle anıyorum. Çünkü görüyor ve biliyorum ki o yüce kimlik, menfurlar, müstevliler tarafından dıştalandıkça, Türk Milletinin kalbindeki yeri daha da sağlamlaşıyor, o aziz varlığı daha da ölümsüzleşiyor.

Bugün Anıtkabirde toplanan on binlerin coşkulu anısı aynı bağlamda yeni doğuşun da bir kutlamasıdır…


2 Kasım 2017 Perşembe

EMİR DEMİRİ KESER..

            Başkanlar emirle gidiyorlar. Bazılarına göre de emir demiri kesermiş. Ne var ki Demir öyle peynir gibi kesilemez, keşke demir olabilseydiniz. Bırak peyniri kuyruk yağı gibi adamlarsınız. Başka da bir halta yaramazsınız, kandırmayın kendinizi. Ne yazık ki sessizce suçlu gibi kaçmayı yeğlediniz hepiniz. Nasıl emirmiş bu.  Emir merkezinden ise Başkanların neden postalandığına dair hiçbir açıklama yok.

Eskimiş ve çeşitli yasa ihlalleriyle antipati odakları olmuş Başkanları - ki yaşların arasında kurularda yandı - referandumda kayıpları oynadığı metropollerde yeni suratlara evirerek, kaybettiği oyların faturasını onlara keserken, yenileriyle de kaybettiği oyları geri alabileceğini mi düşündü acaba, emir sahibi büyük birader. Sizce bu düşünce gerçekleşebilir mi? Ben hiç sanmıyorum.

Çünkü son trende kaçtı arık. Şimdi Atatürk tramvayına binmeye hazırlanıyorlar ki eski şeriatçı bademlerden yeni Kemalistlerin olamayacağını tramvay rayları bile bilir bu ülkenin. Vaktaki öyle bile olsa, ağzına kadar dolu tramvayda ve Kemalist imanla dolu yürekler arasında yer bulabileceklerine de aklım basmıyor doğrusu.


PKK şimdilerde, kendisini eskiden beri besleyen Almanya tarafından da terörist ilan edilip Trump ABD’sine karşı bir koz olarak kullanılmaya başlandı. Bu yeni gelişme, Almanya’nın yoğun bir Siyonist baskı altında olan ABD ye karşı Rusya-Avrasya cephesinde yer almaya kararlı bir yaklaşım başlattığı düşüncesini de akla getiriyor. Bakalım, saklayalım samanı, elbette gelir zamanı.


Tarlalar kurudu, daha doğrusu da emperyal patronlar talimatı ve içimizdeki beslemeleri aracılığıyla kurutuldu. Amaç ithalata yönelik yeni bir tarım politikasıydı anlayacağınız. Köylü aşından, işinden, ekmeğinden oldu. Ununu, etini, ekmeğini, nohudunu, samanını vs. bile dışarıdan getirir oldular. Ve evini, tarlasını, varsa diğer mülkünü ne idüğü belirsiz toptancılara satıp, yaşam zorunluluğundan anakentlere hücum etti. Bağlamında anakentlerde yoğun bir iç göç yaşandı.

Anadolu’nun şerefli, bir zamanlar yurdun efendisi olan köylüleri, aş, iş ve mekân derdiyle, daha önceden planlanmış bir düzenekle, yandaş inşaatçıların yeni beton tuzaklarına doluştular. Tuzak mı dedik; çünkü eski yapılanmada, genelde 2-3 katlı binalarda oturan insanların zelzele kayıpları çok düşük kalırken, şimdi toplu mezarlar olan gökdelenlerde oturanların toplu kayıplarının, aynı olacağını kimse söyleyemez de ondan. Hele de İstanbul, İzmir gibi zelzele kuşağındaki yerleşkelerde ise insan kayıplarının çok daha fazla olacağı yadsınamaz. Ayrıca köylü, köyünde kalabilseydi kaybı da muhtemel hiç olmazdı.

Tuzaktan bahsetmeye devam edelim. Bütün mal varlıkları, olanakları, özgür yaşam hakları ellerinden ustalıkla alınıp (gasp edilip), ellerine kredi kartları, banka kredileri verilerek, onlara önce mekân dedikleri yapışık beton bloklardaki toplu mezarlar satılarak sonra da onlarla AVM’lere yeni tüketici ördekler yaratmak, emperyalist tuzağı değil de nedir.

İşbunlar olurken aynı bağlamda, temerrüt tuzağına da gırtlağına kadar saplanmış vatandaş acıklı durumunun farkında olacağına, hala ‘çok şükür, geçinip gidiyoruz’ diyebiliyorsa, inanınki bu aymazlık, onun kalender İslam özeğinden değil; ama tek kelimeyle cehalet avanaklığından kaynaklanır. Bu duruma bakınca da, Köy Enstitülerinin kapatılıp, milli eğitimin vaktiyle neden dumura uğratıldığı, şimdi daha iyi anlaşılıyor. Demek ki bugünleri hazırlamak içinmiş…

Batıkentlerdeki kent soylu tüketiciler seçicidir. Gözleri, gönülleri toktur, ne aldıklarını, nereden alacaklarını iyi bilirler ve hesaplıdırlar. Yani genelde ancak olmazsa olmazları o da en uygun fiyatlarla alırlar. Anadolu’nun kırsal kesimlerinden, köylerinden gelenlerse, tam da emperyal sırtlanların ağızlarına layık nefasettedirler.

Çünkü daha önce görmedikleri bol çeşitlilikte ve keselerine uygun her türlü ürüne balıklama daldıkları gibi, paralarının yetmediklerine ise ellerine boşuna verilmemiş olan kredi kartlarını kullanırlar. İşte bu da evrensel tuzağın bir başka safhasıdır. Ve bu nedenle de şimdi, banka borçları batağında artık boğulmak üzereler…

Bu gerçek yakında acıyla anlaşıldığında, iş işten geçmiş olacak. Ayrıca iç göçlere bir de dış göçler ilave edilince, anakentlerde yaşam strüktürü değişti, sosyal dengeler de bozuldu. Şimdi kentlisi, köylüsü iyi bilmelidir ve geç de olsa belleklerine kazımalıdırlar ki artık, oy verdikleri Partinin iktidarı, bugünkü acınası durumlarının tek müsebbibidir. Bir de bunlara her gün daha da kötüye giden normal vatandaşların ve hazinenin cari açığını eklersek; iyisi mi burada keselim. ‘Vah ki ne vah’ yeter şimdilik.  


Ne ki biz bunlarla dertleşirken ötede Zarrab Davası adım adım, dosya dosya hedefe yaklaşıyor. Birilerinin hesabı kabarıyor. Yüzleri gergin, endişeleri tavan yapmış, korkuları ise dağları bekliyor. Yani yakında dananın kuyruğu kopacak ve ortalık fena karışacak.


Artık Ortadoğu Devletlerinin, üstlerine dalga dalga gelen emperyalist, Siyonist baskı senaryoları karşısında daha fazla hasar vermeden, dimdik ayakta kalabilmeleri için, el ele yeni Asya-Avrasya birliğinde yer almaları, çok acil bir önem kazanmıştır. Bu bağlamda bilhassa büyük güç Türkiye’mizin Ortadoğu’daki bağlayıcı rolünün artan önemi, her ne kadar mevcut iktidar tarafından doğru değerlendirilebileceği akla yakın görünmüyor olsa da, ülkenin elit, entelektüel, derin milli ve ulusalcı muhafazakâr kanadının ihtiyati tedbirler alması ve artık elini taşın altına koyması da o nispette hayati önem taşıyor…


6 yaşındaki sübyanla evliliği mubah kılan akil(!) ya da belinden yukarısını kaybetmiş zındıklar da, maalesef ülkemin asla güvenilmez, elinden su bile içilmez insan sürülerinin içindedirler. Ve ne yazık ki bunlar da bizim vatandaşlarımızdırlar. Biz de oturmuş kimlere, neler anlatıyoruz, geçiniz!

FETO dan zehirlenmiş yarı malul ve mağdurlar sesimizi duysalar veya duymasalar ne yazar. Ki bunların içinde başımızda ki AKP iktidarı da baş aktördür. Acaba bunlara da mağdur mu yoksa ortak mı desek. Bilen varsa söylesin bir zahmet de, ona göre hitap edelim biraderlere. 


Bir de Belediye Başkanlarına yapılan istifa baskısı var. Ki son söz olarak tekrar bahse değer. Hele de Balıkesirli olanın ‘ailemize kadar varan tehditler’ beyanı, ülkemin bugünkü tükenmiş hukuksal varlığını göstermesi açısından, kabul edilir gibi değil. Sanki Demokrasiyi kemiriyor gibi. Ve MHP’nin Bahçeli ağzıyla, kendi elitini karalaması yani İYİ Partiyi aşağılayarak, köstek olması ise aslında eski MHP’nin artık bittiğinin de göstergesidir…

                                                                       Serendip Altındal



29 Ekim 2017 Pazar

VARLIK BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN..


            § Milletimiz, kesin ve gerçek kurtuluşa kavuşabilmek için iki ilkeye dayanmanın farz ve şart olduğunu anladı; büyük ve açık görüşlerle anladı. O ilkelerden birincisi, Misak-ı Milli’nin (Milli. Ant) ifade ettiği temel ruhtur. İkincisi, Anayasa'mızın tespit ettiği değiştirilmesi mümkün olmayan gerçeklerdir. Misak-ı Milli, milletin tam bağımsızlığını sağlayan ve bunu sağlayabilmek için ekonominin de gelişmesini engelleyen bütün nedenleri bir daha ve kesinlikle geri gelmemek üzere ortadan kaldıran bir kanundur.
Anayasa, Osmanlı İmparatorluğunun, Osmanlı Devletinin öldüğünü idrak ve ifade eden ve onun yerine yeni Türkiye Devletinin geçtiğini ilan eden bir kanundur ve bu devletin hayatının da egemenliğin kayıtsız şartsız milletin sorumluluğunda kalması ile mümkün olacağını ifade eden bir kanundur. Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin sorumluluğunda kalabilmesi için, halkın geleceğini bizzat kendisinin idare etmesi esasını şart kılan bir kanundur. "Artık Türkiye halkı için tek temsilci, yasama ve yürütme yetkilerine sahip olan kendi meclisidir, Türkiye Büyük Millet Meclisidir." diyen bir kanundur...
            Türkiye Büyük Millet Meclisi ve bunun hükümetinin milletten aldığı direktif, tam bağımsızlık ve kayıtsız şartsız milli egemenlik ilkelerine dayanarak memleketi bayındırlaştırmak ve milleti zengin, varlıklı ve mutlu kılmaktır.
Mustafa Kemal Atatürk 1923


            İşte yukarıdaki Kemalist olgunluğun ifadesiyle, hazmederek sahiplenmek zorunda olduğumuz ve bizatihi sahibinin sesinden tüm nimetleriyle emanet aldığımız CUMHURİYETİMİZİN ve egemenliğimizin, ebede kadar baki kalması temennisiyle, varlık Bayramınızı kutlarım.

         Aynı bağlamda, kendi varlık nedenleri de olan bu bayram, zorunlu olarak yüce Atatürk’ün huzurunda sap gibi kutladığını düşünenlere de kutlu olsun…

                                                                       Serendip Altındal