19 Kasım 2016 Cumartesi

GARABET..

            Partin ile ilişkin kesilmezse, nasıl tarafsız bir Cumhur başı olarak kalabilirsin ki. Şayet anlayışın ve bilgi düzeyin de buysa, o zaman Fransa ile arandaki OHAL farkını sorgulayarak, onlardakinin anayasal resmiyeti olmayan OHAL; ama sendekinin kendinden menkul BUHAL ve OHAL kararlarının ise sadece süreçle sınırlı olduğunu, öğrenmek zorunda kalacaksın demektir istemesende.

Ne ki yeryüzünde yer almayan, tarihte bile emsallerine az rastlanan, hâsılı garabet tanımlı tüm asosyal modelleri, yüce Türkiye Cumhuriyetine ve onun hümanist anayasasına yakıştıran kafalardaki zihniyeti, bildiğimiz kelimelerle açıklayabilecek tümceleri bir araya getirebilmemiz hayli zorlaşacaktır. Ve bugüne kadar bilinen 39 lehçeli Türkçemize, olası yeni bir lehçe daha yaratmak zorunda kalabileceğiz belki de dostlar.

            Trump’un yönetimini henüz izleyemedik; ama yöntemi şimdiden bellidir. Erdoğan’la diyalog bağını bütün bütün koparmayıp onu, liderliğini yaptığı emperyalist batı bloğundaki askeri kolluk kuvvetine (NATO), yeniden odaklayacak bir ortak çözümde buluşturmak isteyeceği de açıktır.

Bunun için de her şeyden önce, tarafsızlığını çoktan yitiren NATO’dan ayrılmayı düşünen Türkiye’yi, Rusya ve Çin mutabakatından vazgeçirmesi gerekmektedir. Belki Trump kendi algıları bağlamında NATO’yu önemli bulmaz; ama Batı dünyasında liberal kapitalizmin yaşamaya devam edebilmesi ve hayalini kurdukları, Vietnam ve Kore örneğinde olduğu gibi gerektiğinde bir Batı, Doğu Türkiye ikilemini de realize edebilmeleri için, NATO’dan vazgeçilemeyeceğini(!) de iyi bilir.  

Nitekim eli selama bile denk gelmeyen uyurgezer bir asker müsveddesinin arkasında komut bekleyen bir ordunun dramı.  Dış kaynaklı köprüler, kanallar, havaalanları, İstanbul gibi tarihi bir dünya şehrine pompalanarak üst üste istiflenen ve çoğu yabancı, kokarca bir toplum birikimi. Ege Denizinin bir Yunan denizi haline getirilmesi, İzmirli bazı vekiller ağızlarında, “biz ayrılalım da AB ye girelim” zırvalarının dolaşması gibi söylem ve eylemler, Batı ile Doğumuzu ayırmaya yönelik ve böyle bir gelişimi senarize eden çok tehlikeli işaretlerdir, dikkat edile.

Çünkü Türkiye’mizde de sanal İslamcılarla Kemalist milliyetçiler karşı cephelere alınmaya başlamışlardır. Yüzde elli mesajları da açıkça bu durumu betimler. Ve mevzu bölmekse, cephe bayraklarının kıymeti harbiyesi bahse konu bile olmaz artık. Bölünmüş Vietnam, Kore vs. gibi ülkelerin bayrakları, bu ülkelerin nasıl ve kimler tarafından bölündüğü bugün kimin umurunda ki. Bakın çevrelerinde ki ekonomi/politik ve sosyal yaşam takır takır yoluna devam ediyor. Yani sadece vah gidene!

Bir tarafta bu tezgâhlar sessiz, derinden ve alıştıra alıştıra sahnelenirken, siz hala masum çocukların bile dokunulamaz mahremiyetleriyle uğraşıp yandaş sapkınlarınız için ahlaksız kanunlar çıkartarak çakma gündemler yaratıp oturun, ahlak erozyonlu müstevliler sizi. Dikkat edin de, sizler Başkanlık ve yeni Osmanlı teraneleri sallıyorken İstanbul merkezli yeni Bizans kurulmasın. Gökdelenler, konaklar, köprüler diktiğiniz topraklarınızın üstünde. Belki de onları size yaptırıyorlar, sizi ırgat olarak kullanıyorlardır, ilerideki varlıklarını inşa edesiniz diye, kim bilir. Öyle ya kara akçeler, hibeler neden, niçin geliyor sanıyorsunuz?

Sonra hangi mal varlıklarınızdan bahsedebileceksiniz ki. Şakanın sonunda kakaya dönüştüğü de bilinir. Siz birilerini gıdıkladığınızı düşünürken bir anda üstünüze barsakları boşalıverir ve altında boğulur kalırsınız. Ceplerinizdeki, ayakkabı kutularınızda ve kasalarınızdakilere de fazla güvenmeyin, nasılsa aynı mealde haydan gelen de yine huya gidecektir bilesiniz.

O halde bir yanda bu hazırlıklar yapılıyorken, bize öncelikle bazı elma şekeri nitelikli, göstermelik ödünler verileceği de anlaşılır olmalıdır. Bunu biliyor ve bekliyoruz da. Sonrasında, malum eski tas eski hamam vecibeleriyle arkasının da geleceği olasıdır yine. Ve bu yeni durum Erdoğan ve yandaş iş dünyası için hiç de önemli değildir. Zira nasıl olsa kazı çevirmeye alışıktırlar yanmasın diye. Lakin bundan Türkiye’mizin asal kazancı ne olur. İşte asıl soru da budur aslında bizi kucaklayan.

            Bağlamındaki yorumlar, sebep sonuç ilişkileri doğrultusundaki mantık çerçevesinde yapılırken; yazarlarının kişisel tercihlerini de yansıtacaklardır hiç şüphesiz. O halde peşinen kendi adıma; Avrasya öz kaynağımda demir atarak, tam bağımsız, Kemalist kalkınma ile refah geleceğimin ayrılamaz bağını da öngörebilen bir anlayışa sahibim. Ve her halükarda Rusya ve Çin işbirliğinden yanayım.

Bu anlayışla da AB&ABD ilişkilerimi, ancak var olacak yeni bir yapılanma ile pekiştirdiğim milli gücümü tekrar oluşturduktan ve emperyalist Batı karşısında eşit kuvvetler prensibiyle ayakta durabileceğim zaman, ele almayı öngörüyorum. Tıpkı Rusya veya Çin’in ABD karşısında ki ödün vermeyen duruşları gibi anlayacağınız.

            Çünkü her şeyden önce, yeni Cumhuriyetimiz kurulduktan hemen sonra 1923-1938 döneminde, ekonomik tam bağımsızlığını elde etmiş, kalkınan ülkeler yıldızı olmuş bir Atatürk Türkiye’sinin, siyasi bağımsızlığını da yeniden elde etmiş olacağını ve buna olan ihtiyacımızın da milli müktesebatımızı ayakta tutacak bir olmazsa olmaz olduğunu, adım gibi biliyorum. Ayrıca bunun vazgeçilemez müktesep hakkımız olduğuna, dünya uygarlığının atası olmuş Türk Ulusunun özgün bir ferdi olarak da bütün benliğimle inanıyorum.

            İşte ancak tam bağımsız olunduğunda, mesela; Almanya ile Fransa, İngiltere ile ABD vs. ilişkileri mentalinde bir özgüvenle, diğer devletlerle karşılıklı; ama birbirinden tam bağımsız ve iki tarafında kazançlarının olduğu bir ekonomik/siyaset ortaklığı yürütülebileceğine olan inancımı da belirtmek istiyorum. Yani AB şimdi bizi mevcut şartlarımızda hemen üye yapmaya bile kalksa; acaba eniştemiz bizi niye öptü diye sorgulamam ve bu teklife asla balıklama atlamamam gereğini de fazlasıyla idrak edebiliyorum.


            Son günlerde Erdoğan’ın Batıyı hedef gösteren stratejisi, aslında arka plandaki gizli oyuncu İsrail’in işine yarıyor. 18 Ocak 2017 den itibaren resmiyet kazanacak olan Trump misyonu ile Türkiye’mizin siyaset lastiği uluslararası planda daha da gerileceği için, oluşacak siyasi ortamda geri planda kalmamak ve güvenlik umudu olan Türkiye’den azami nasiplenebilmek bağlamında İsrail’in, Türkiye’ye acilen bir Büyük Elçi ataması da dikkatleri çekiyor. Çünkü bu atamanın zamanlaması da iyi seçilmiştir elbette. Yani bunun açık Türkçesi, İsrail’in Trump’dan önce Türkiye’de mevzie yatmaya hazırlanıyor olduğudur.

            Başkanlık projesinin temelinin, daha Bush ile başlayan BOP döneminde Erdoğan’a misyon olarak atıldığı unutulmadı. Türkiye Cumhuriyetinden bozularak, Kürdistan Federasyonlu bir Yeni Osmanlı Cumhuriyetinin şekillendirilmesi hedefli, ayrıca yeni devlet isminde Türk ifadesinin bile yer almayacağı bir devlet karalamasının, aynı projenin Anadolu ayağı olduğu da biliniyordu.

İşte tam da bu günlerde, o projenin devamı olan ve İsrail Büyük Elçiliği yaftasıyla tanımlanan, içinde bürokrattan fazla istihbarat ajanını barındıracak olan ve mevcut olanlar sanki yetmiyormuş gibi bir yenisi daha oluşturulan, bir başka şer yuvasının varlığına da hazırlanalım o zaman. Her şeye rağmen çok iyi biliyoruz ki, bu hikâyenin de bir sonu vardır.

Ve onu da Atatürk’ün Ordumilleti yazacaktır yine…

                                                                                              Serendip Altındal



6 Kasım 2016 Pazar

ŞER YUVASI..

           Kürdistan oyununda orta sahayı zorunlu olarak Türkiye + Rusya ittifakına bırakan ABD, sararan ümidini tekrar yeşertebilmek için PKK çetesini, Güneydoğumuzda ağırlıklı olarak şehir merkezli patlamalar gerçekleştirmeye odaklayarak yeni arayışlara girdi. Böylelikle de yöre halkını bir zamanlar olduğu gibi canından bezdirip bir iç isyana yönlendirebileceğini düşünüyor anlaşılan.

            Bir diğer düşünce de şayet halkı ayaklandırmaya yine de başarılı olamazsa, diğer tarafta Başkanlık şemsiyesi altında ki bir Erdoğan’a endeksli, federasyon paradoksuna bel bağlayacak olduğu yönündedir. Yani neresinden bakılırsa bakılsın, Anayasa ve dini ile oynanmış – yumuşatılmış –, Ulusal kimliğinden vazgeçirilmiş, federatif bir Türkiye ve/veya İslam Cumhuriyetini, Türk Milletine tek kurtuluş yolu olarak benimsetmenin hedeflendiği anlaşılıyor. Şaka gibi, yüce Türkiye Cumhuriyeti değil de, düşkünler yurdunda aşı yapılıyor sanki!

Yani sonuçta, özellikle de yerleşim merkezlerinde patlamalı yöresel terörün önünün alınamayacağı intibaının (algısının), vatandaş bireyler tarafından, ümitleri kırılmış ve kendilerini kötümser kılmak adına kabul ettirilmesinin, tasarlanmış olduğu görülüyor. Ve yine görülüyor ki TSK ile kora kor bir mücadeleye giremeyecek olan ve artık işi bu mecraya getirmek zorunda kalan ABD, Lejyonerleriyle de hedefine ulaşamayacağı çaresizliğinde olduğunu, bir kere daha ortaya koymuş oluyor.

Irak ve Suriye’nin Kuzeyinde planladığı Kürt koridorundan gittikçe uzaklaşan ve eriyen ABD, daha ne kadar katı tutumunda ısrar edebileceğini düşünüyor acaba? Bu arada düşmanlarımız kafalarındaki yeni Türkiye’yi oluşturuyor(!) ve yurdum insanı da pisipisine telef oluyorken, Sarayda ki Erdoğan, ‘yağmasan da gürle’ minvalinde sallamaya devam ediyor. Öte yanda baş İmamı Binali ise bir şeyler söylemeye çalışıyor. Ne mi söylüyor? Kem küm, küm kem…


İşin esasına bakarsanız, bırakın hesap kitap yapmasını, özverili, toplumu ayrıştırmayan, geniş açılı bir iç/dış politika uygulamasını, gelecek on gününü bile planlayabilmeye muktedir olmayan bir AKP Hükümetinden, acilen kurtulma mecburiyeti, her geçen gün daha da bir aciliyet kazanıyor.

Yürek karartan bu duruma ciddi olarak bir çözüm aranıyorsa; bir kere taraflar şapkalarını önlerine koyup tek parça halinde bir Atatürk Cumhuriyeti Türkiye’sinde ve onun bağımsız, bölünemezliğinde anlaşmak zorunda olduklarını kabul ederler. Yani bu bağlamda en küçük bir taviz dahi verilemezdir meraklısına ve tek tabanlı bir milli hükümet kurulması zorunlu hale gelmiştir.

İlle de ben Kürt’üm diyen şayet, aziz vatanımızda Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşlık haklarını kabul edip o haklara uyarak yaşıyor veya yaşayacaksa, Türk Ulusunun bir Türk bireyi olarak ve Türk milletinin bağrında ilelebet yaşamaya devam eder. Değilse de defolup, arzu ettiği bir ülkeye gider. Yok, tek çözüm silah diyorlarsa, sonunda o silahlarının münasip yerlerine sokulacağını da bilmek zorundadırlar. Bilhassa da bu son madde, Demirtaş ve çetesine çok açık ve anlayacakları dilde tebliğ edilmeli, ihanet ve şer yuvası olan partileri de derhal kapatılmalıdır.

Çünkü HDP için artık deniz bitmiştir. HDP denen ABD kuklasının bataryasını çıkarmakta, aslında geç bile kalınmıştır. FETÖ, PKK açılımı, fundamental değerlerlerimizle oynanması ve HDP ihanet şebekesini meclise sokuncaya kadar, her yönde yolsuzluk dâhil, ülkeyi karartan ne kadar icraat varsa hepsinin tek sorumlusu olan AKP Hükümetini, kendi ekseni etrafında yapacağı 720 derecelik iki tur bile, Türk adaletinin elinden kurtaramayacaktır.

ABD adlı şarlatanlar ülkesinin sözcüsü Kirby nam birader, ‘tavşana kaç, tazıya kovala’ edebiyatına hemen sarıldı yine. Çünkü arka planda iğneden ipliğe donattıkları PKK’ya, Güneydoğuda ‘şehir içi patlamalarını kesin’ derken arkasından hiç soğutmadan, HDP ye yapılan tutuklamaları kınayan mesajını da araya sokuşturmayı ihmal etmemesi, başka da bir anlam taşırmıydı acaba?

Adı ve menşei ne olursa olsun emisyon ürünü olan ve senyoraj hakkından başka da hiçbir kıymeti harbiyesi olmayan herhangi bir banknot – ulusal para birimi -, yaşam boyunca uluslararası tedavül birimi olarak kalamaz. Sonunda tedavül, tarih öncelerinde olduğu gibi yine altın vs. – edel metal – değer birimleriyle yapılacaktır. Hele de bir nükleer harp sonrasında. Dolayısıyla da altın, platin vs. gibi üst değer (edel) metal birim rezervleri boşuna harcanmamalı ve kötü günler için mutlaka saklanmalıdır.

Unutulmasın ki bugün de bir gün, yarınların tarih öncesi olacaktır. Ve o zaman altın vb. yine ulusların tek değer varlığı olacaktır. Ve sen hala Batı’mı, Doğu’mu deyip duruyorsun. Bak, bugün bile Batının bütün mal varlığı neredeyse Doğu’nun elindedir. Yarın müktesebatı da yine elinde olacak ve tamam mı devam mı haklarına Doğu karar verecektir. Tıpkı bir zamanlar ön atalarının elinde olduğu gibi. Senin özün aynı bağlamda geleceğindir ve o da doğudadır, bunu bil ve hiç unutma.

Batıda kalırsan en fazla manda; ama doğuda safını tutarsan, özüne dönüp tekrar adam olursun, bunu da unutma. Eğer Batı da olmalı diyorsan, onların kapısını, ancak bağımsız ve güçlü bir Atatürk Cumhuriyeti olarak çalmak zorunda olduğunu da asla aklından çıkarmamalısın ki orada bir söz hakkın olabilsin ve adam yerine de konabilesin.

Ya S&P palyaçolarının siyasal güne göre şerbetli, inişli çıkışlı, bizi kafaya almaya yönelik notlamalarına ne demeli. Emperyalistin uluslararası finans Mafyasının oynak rüzgârı olmaktan başka. Ve böylece de anlaşılıyor ki çok uluslu emperyalist, içimizdeki mandacılarından hala umudunu kesmedi…

                                                                       Serendip Altındal



1 Kasım 2016 Salı

KARİYER..

            Hemen ertesi günü, birilerinin takıntılı muhalefetine rağmen, orijinalı değil de kopyası olduğu ilhamına kapıldığım ve bunu açıkladığım yazımı da derhal paylaştığım, 15 Temmuz tarihli kurşun askerli gösteriyi, bugün birçok milliyetçi aydınımız da, aklın yolu birdir doğrusuna tutunarak, aynı doğrultuda algılamaya nihayet başladılar.

            Uzaklarda aramaya hiç gerek yok. Ortada sırıtan sebep sonuç ilişkisine bakılsın yeter. Olayların daha görüntüleriyle birlikte, önceden hazır kıta bekletilen figüranların hemen ilk tankın üstünde bitmesi o kadar ani oldu ki olayların farkında olmayan ve manevra algısı içinde olan askercikler bile şaşkınlık içinde kaldılar. Sözde bir darbe yapmakta olduklarını, boşu boşuna dayak yemeden, kafalarını bile bu barbarlara teslim etmeden önce, bu göstericilerden öğrenebildiler ancak.

            Olaylar daha devam ederken, önceden ayarlamalı İmamların hemen camilerde sala okumaya başlaması, milli istihbarat ve savunma erkinin neredeyse ortadan yok olması, Cumhur başının ne hikmetse bir türlü bulunamaması(!), üstü açık; ama bir o kadar da cevaplarını kendi içinde taşıyan sorulardır. Aslında askerî olmayan, yerli ve yabancı ajanlar eliyle daha başından itibaren acemice bir beceriksizliğe mahkûm – ki işte en esaslı delil de budur – edilişi gibi hususlar, bu sanallığın en bariz göstergeleriydi.

Ve sıradan bir düz akıl bile bunu asla yememeliydi aslında. Ne var ki birileri diğer tarafta ne hikmetse, Amerika ile savaş halinde olduğumuza inanmakta, bizi de buna ikna etmeye çalışmakta ya da sadece beyan etmekteydiler. Oysa biz sadece yeni bir Amerikan filmi seyretmiştik hep birlikte. Ama sonuçları giderek senaryosunun amaçladığı gibi, BU HAL e dönüşmekte olan bir Amerikan filmi. Yalnız Amerikan yerine FETO senaryosu başlığı kullanılacaktı doğal olarak da şüphesiz. Tek fark da buydu.

Şayet TSK içerikli bir gerçek darbe olsaydı, belki de hiçbirimiz - ki buna en başta da Erdoğan’ların özenti şeriat ve yeni Osmanlı Hükümeti dâhildir – şimdi bunları konuşamıyor olurduk. Darbenin seyrini asıl tersine çeviren TSK’dır derseniz, bakın ona varım işte. Çünkü çakma darbenin önü TSK eliyle alınmasaydı, daha ikna edebilecekleri ve kontrolü tamamen kendi ellerine alabilecekleri bir finiş ile sonlanacağı da kesindi. Yani TSK asıl oyunu bozmuş oldu. Belki de KHK’larda ki TSK ile ilgili son kararlar bunun rövanşı nedeniyledir.

Elbette FETÖ ve AKP aynı prensip esaslarında birbirini tamamlayan örgütler oldukları için, birlikte muhtemel bir Başkanlığın da arkasına gizlenip, önce Anayasa ve sonrasında da Cumhuriyeti değiştirerek; federatif Kürdistan muhtevasını da içiren bir yumuşak İslam Cumhuriyeti Devletine, yapay geçişi sağlayacak zemini de oluşturacaklardı. Şimdi Fırat Kalkanı operasyonlarını ön plana taşıyıp dikkat çekerek, arka planda çaktırmadan ve ABD mihmandarlığında darbe takviyesiyle de önleri açılarak, yine aynı hedefe doğru yürüdükleri görülüyor.

Bu bağlamda da eldeki tek figür olan Erdoğan’dan sonuna kadar azami fayda sağlanacak veya emperyalist tabirle de Erdoğan, kanı bitinceye kadar emilecektir. İşte meselenin de esası budur. Şimdi sebep sonuç ilişkisi herhangi bir paradigmaya da mahal bırakmayacak açıklıkla ortada sırıtıyorken, yine birileri öküz altında buzağı aramaya devam edeceklerdir kuşkusuz. Şayet bunu yapmasalardı eşyanın tabiatına da karşı çıkmış olurlardı ki eldeki insan kaynağına da bakınca, bunun neden mümkün olamayacağı daha iyi anlaşılıyor. 

Artık bütün kozlarını harcayan ve vatandaşını ikna edebilmek için elinde fazla da malzemesi kalmayan Erdoğan, bu eksiğini şimdi Muhtar misafirleri önünde var kuvvet salladığı tiratlarıyla kapamaya çalışıyor. Nitekim Cumhuriyet anısına Anıtkabir de ki söylevinde, eline verilen yazılı metni özen ve dikkatle okumak zorunda kalması, aslında kendi iplerinin de başkalarının elinde olduğunu gösteriyor.

Yani birileri onun, hem de böyle bir önemi büyük günde Türk Milleti önünde irticalen sallamasına ve yine kontrolsüz saçmalamasına müsaade ederek, Türk Milletinin gazabını üstüne çekmek istemiyorlar. Ve buna da azami özen gösteriyorlar nedense. Yoksa bunun nedeni Türk Ulusunun karşısında tek başına kalmak istemeyen ABD’nin, çakma Kürdistan hedefinde açık düşmemek üzere bize karşı bir cephe açamamasıyla aynı sayfada mı yazıyor.

Çünkü bir zamanlar, yeni katliam silahlarını 3 cü dünyaya, aslında planda çoktan bitirdiği harbi barbarca uzatarak ve yok yere insafsızca telef ettiği çoluk çocuğun ölüleri üstünden pazarlamasına rağmen, yine de geride kalan çoluk çocuk askerlerinin savunduğu Vietnam'ı, apar topar terk etmek zorunda kalmıştı. Biliyor ki şimdi de aynı şartlarda yüce Türk Ordumilleti, vaktiyle Vietnamlı çoluk çocuğun bile yaptığı gibi kendisini, en az 10 defa ülkesinden sümkürecektir. Azami dikkat kesilmesinin ve üniformasını çıkarıp, beslediği eşkıyayla aynı yastığa baş koymasında ki ana neden de bu olmalıdır herhalde.


İki zamanlı motor kafalı ve aşağı yukarı inip kalkarak, bulduğu her avantanın üstüne atlamaktan başka da bir halta yaramayan AKP yalakalarına tavsiyem; AKP ile bütün bağlarını acilen koparmaları ve daha fazla da gecikmeden araziye uymalarıdır. Çünkü saat çaldığında, MHP asalaklarıyla birlikte, araziye uyan FETO’cular gibi fellik fellik aranıp tasfiye edilmelerine fazla da vakitleri kalmamıştır. Bunu o iki zamanlı motorlarına yakıt yapmaları gerekiyor artık biraderlerin.

Partisinde endişe verici gelişmelerin farkındalığında olarak artık dört zamanlı işlemeye başlayan motorlarda ki sayısal artış, Erdoğan’ı da dişine göre gördüğü muhtarlara yöneltmiştir. Muhtarları kafaya almak amaçlı yapılan toplantılar boşuna değildir. Aslında yeni taraftarlara ihtiyaç vardır. Ve zannedilmektedir ki Muhtarlar seçmen organizasyonunda önemli bir taban role sahiptir. Aslında boşuna da değildir bu düşünce, bizim ülkede.

Ne var ki devran değişmiştir ve muhtarlarda artık toplantılardan yedikleri içtikleriyle ayrılıp ötede bildiklerini okumaya devam ediyorlar. Çünkü onlarda ki giderek yoğunlaşan ve gerçekleri sorgulayan pesimist görüntü de dikkatlerden kaçmamaktadır artık. Yani şafak atmış ve masalcının mumu da etkisini yitirmiştir böylece.


Kısa, kısa:

Siyahi oyuncular bizim takımlarda oynasalar, kıçları sıkıştığında hemen ‘kabilenize dönün’ yaygaraları koparırlar, kendi takımlarında oynayınca da acele onların kabileleri olup vatandaşlık bile verirler. Kimdir mi bunlar? Boşuna adam sandığınız oysa asılları ırkçı, faşist ve sahte Demokrat olan Avrupalı dostlarımızdır(!) işte bunlar. 

‘Amerika Kürdistanı Nasıl Kurdu’ son günlerde satılmakta olan bir kitap ismidir bu. Yazarı ve bunu neden yazdığı beni hiç alakadar etmiyor. Kitabın içinde ne yazdığını da bilmiyorum. Beni tek alakadar eden husus, kitap başlığının aslında bir ters algı yaratmak amaçlı olduğudur. Çünkü Amerika bir Kürdistan kuramamıştır; ama amaçlamıştır. Yoksa bizden olduğunu söyleyen birileri, bunca şehitlerimize rağmen bunu mu arzulamaktadırlar. Ve böyle bir kitap kampanyasından, Ulusalcı bildiklerimizin menfaatleri ne olabilir. İşte bunu anlamak zor; sineye çekmekse daha da zordur.

CHP Başkan yardımcısına yapılan silahlı saldırı ve yapan avanağın da sahibinden ödül bile bekleyen aşırı devlet sevgisi(!)  faşist yasalarla alelacele çıkarılan KHK’lar, özgür medya baskınları, yoğunlaşan tutuklamalarla, travmatik ve paranoyak kararlar gösteriyor ki Erdoğanlar, ABD&İsrail ve hempalarından aldıkları gazla tempoyu arttırdılar. Özellikle de çakma ülkücüleri kaşıyıp CHP’nin üstüne salmaları, maalesef aslında bir Türkiye klasiğidir.

Ve biz bu filmi çok seyretmişizdir. Bundan sonra Rektörleri de muhterem bademler atayacakmış artık. Desenize çocuklarımız boşuna kariyer planları yapacaklar demektir. Siz de pahalı kurslarına boşuna paralarınızı kaptırmayın. Zira liyakat yok olursa, kariyeri de ara ki bulasın. Sonuçta paralarınız ve ağlamaklı çocuklarınızla tufaya gelmiş olursunuz.

Başkanlığı postaya bile vermeden eliyle Erdoğan’a hediye eden Bahçeli, hadi sıkıntılıdır, akli melekesi erozyondadır anladık. Pekiyi yanındakiler kavanozda turşumudurlar da, hiç idrakleri kalmamıştır. Tam yetkilendirecekleri Erdoğan ve taifesinin ilk önce de kendilerinden kurtulacağını ve ilk ağlayacak olanların aslında kendileri olacağını bir türlü idrak edemezler.

Hele ‘başkanlığın mutlak önü alınmalıdır’ mealinde yine şakımaya başlayan suskun Baykal, Erdoğan’ı bizatihi kendi eliyle ülkesinin bu kara günlerinin ve kendi hezimetinin de tek sahibi yaptığını, nasıl bu kadar çabuk unutur. Oysa ayakta kalabilseydi, Erdoğan’ı daha yolun başında durdurabilecek tek adam olduğu için, eliyle ve çirkin bir tuluatla nasıl çabuk harcandığını hatırlamaz da, kapalı kapılar arkasında bir de onunla hararetli muhabbetlere dalar. Hani kamu önünde bir öpüşmedikleri kalmıştır.

Ne var ki ne hikmetse hep bu ikircikli uyarlamaların sonu da çabuk gelmiştir. Şimdi işler yine bu kerteye yoğunlaşmıştır artık. Erdoğan kendisine verilen misyon gereği, zorunlu olarak almak zorunda kaldığı kararları aldığı içinde hiç memnun görünmüyor, bana sorarsanız. Ama iktidarda kalmak istediği için mecbur olduğunu da biliyor. Yoksa oldubittiye getirilip acilen ayakaltından çekileceğini de iyi biliyor. Bu bağlamda da Zarrap davasını muhtemelen büyük bir dikkatle izliyor.

Diğer taraftan da hiç unutmuyor ki özeğe dönük ihanet faturası da, gittikçe kabarıyor. Velhasıl aşağı baksa sakal, yukarı baksa bıyık ikileminde ve iki ateş arasında kalmışlığın baskısı altında sıkışan bir ruh haletindedir artık. Yani çok zor bir durumdadır ve Allah kimseyi de böyle bir konumda bırakmasın. Biz mi? Biz biraz daha bekleyeceğiz. İkbal mi? Erdoğan ve Bahçeli’nin ki gibi olanı yerinde kalsın…

                                                                       Serendip Altındal