Sen
kalk dünyanın bir ucunda çoluk çocuğunla helalleş, sonra da dünya haritasında
yerini bile gösteremeyeceğin topraklara gel. İki buçuk cibilliyetsiz
emperyalist keferenin angajmanına alet olurken, muhtemelen de Güney sahillerinde
maceralı bir tatil yapacağının, dönüşte çocuklarına zafer anıları götüreceğinin
de hesabını yap. Ne var ki, umduğun gibi olmadı. Türk’ün haşmetli yumruğunu
yiyince sende aydın sonunda kardeş.
Bizim buralarda ne işimiz var
diyerek elde kalan sağlamlarını toparlayıp, yine geldikleri gibi defolup
gittiler. Şimdi de utanmadan, sayelerinde binlerce canımızı yitirdiğimiz
Çanakkale’mizi, neredeyse bir de Anzak Boğazı ilan etmeye kalktılar. Şaka veya
sanki de yeniden; ama üstü örtülü bir rövanş işgaline gelmişler gibi. Oysa adam
gibi Türk Ulusundan çoktan özür dileyerek ve oldubittiyle değil; ancak Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin resmi daveti üzerine, kendilerinin de pisipisine heder
olduğu o toprakları ziyarete gelmeleri gerekmez miydi?
Yerlerinde
olsam, ülkem adına Türk Devletinden özür diler, bu acı tecrübeden de ülkeme
ders çıkarır, bir daha da buralara adım atmaz, hele de amiyane gösteriler
yapmaya hiç kalkmazdım kendi adıma.
Yıkanıp,
arlanıp paklanarak yolumuza devam ediyoruz. İlk satırından itibaren, ABD
güdümlü kanı bozuk şerefsizlerin, aslında TSK yaftasıyla yüce Türk Milleti’nin
üstüne sıçratarak, bir taşla iki kuş birden vurmayı hesapladığı ‘ERGENEKON’
çamurundan nihayet – lütfen - aklandık. Türk evladının adil Türk Yargısı,
sonuçta yumruğunu masaya vurup yüce milletini ve onun asil ordusunu, bu iğrenç
lekeyi bulaştıranların suratlarına geri sıvarken de temizlemiş oldu. Askerler
hiç olmazsa tazminat alacaklar, ya kendisi de ağır bedel ödeyen Türk Milletinin
hasarını kimler tazmin edecek.
Bir
an önce unutmak istediğim bu hazin; ama kirli tarihi senaryo hakkında, daha ne
yazayım ki. İlk gününden itibaren ERGENEKON yalanının ateşli bir muhalifi
olarak, sayfalarla yazı yazdım ki internet sayfamda, kronolojik olarak okumak
mümkündür. Ergenekon yalanını ciddiye alan bazı dost sandıklarımla bile, gerektiğinde
kavga noktasına gelecek şiddetli münakaşalar yaparak kendilerini silmiş, hele
de şerefli ordusuna sapına kadar güven duyan bir Kemalist olarak, bu konuda daha
ne söyleyebilirim ki. Ve bir kere daha hep birlikte görüldüğü üzere HAK, yani
DOĞRU yine yerde kalmamıştır. Öyleyse bundan şimdi bir kere daha ibret almak
düşer artık, her birimize.
Bir
şey daha ilave etmem gerekirse; o zaman Sayın Başbuğ için bir yazımda, “paşam
yumruğunu masaya vurmalıydın, çünkü ordunun bir numarasıydın sen teslim olursan
ordun da teslim alınacaktı” mealinde yazmıştım. Nitekim öyle de oldu. Yapsaydı
ne olurdu, belki de Ergenekon yaşanmamış, hiç biri yatmamış olur ve ülkemiz de
bugün bambaşka bir konumda olurdu muhtemelen.
Ne
var ki şayet yine yatmış olsaydı bile bugün içeriden omuzlarda çıkar, belki de o
benzer makûs dönemin rütbesiz Atatürk’ü gibi bugün kendisi de milli birliği
kuruyor olurdu, kim bilir. Yazık ki tarihi fırsatı kaçırdı ve ülkesi de kaybetti.
Hilmi Özkök için bir şeyler yazmaya da değmezdi. O esasen kasaptaki ete soğan
doğramayacağını beyan etmişti. Oysa et kasapta değil masasındaydı; ama ne yazık
ki o kasaptaymış gibi algıladı ve algılattı. Ve kendisi sefa sürerken,
arkadaşları zindanda yatıyordu…
Bir
zamanlar Hakan Fidan adlı bir yetkili köşe sahibi, Suriye den bir iki roket
attırıp, savaş zemini oluşturabilirim demişti patronuna galiba yanlış
anımsamıyorsam. Şimdi artık sormak gerekmiyor mu, başta kendisi ve de şahsını
her yola sorunsuz angaje eden patronuna. Ee ne bekliyorsunuz hala. Bakın her
gün Suriye’den roket yağıyor, sayısız kayıplar veriyoruz, yeterinden fazla
sebep oluşmadı mı daha. Şimdi onlardan boşuna da bir cevap beklemeyin. Bilhassa
da artık süngüsü düşmüş patron, AYM’nin 54 yaşam yılı açılış toplantısını zorunlu
olarak izlerken, boynunu bükmüş, kurbanlık koyun gibi kaderini de bekliyorken.
Beklediğiniz
cevabı verebilecek tek merci ise, artık TSK’mızdır bugün ülkemizde, o
biraderler değil. TSK ise savaş nedenini kendisi oluşturmadığı halde, Rusya ile
yaratılan nedensiz – daha doğrusu ABD kaynaklı - ihtilafın tek sorumlusuymuş
gibi atacağı ters bir adımla, yarın tarih önünde hesap vermeği, aklının ucundan
bile geçirmiyor kuşkusuz. Çünkü korktuğu tek husus, asla herhangi bir düşman
falan değildir; ama yaşanacak kayıpların yarın yüce tarih önünde tek sorumlusu
olarak kabul edilecek olmasıdır.
Dolayısıyla
sadece yurdumuzu içine alacak bir total nefsi müdafaa savaşında veya “yurtta
sulh cihanda sulh” perspektifiyle gerçek kimliğini göstermeye, her zaman ki
gibi sapına kadar da hazırdır yine şüphesiz. Yoksa 3 yıllık emperyalist bölücü terör
Arsenal’inin, gerçek sorumlularının dışında kimsenin burnunu kanatmadan, nasıl sıfırlandığının
hala farkında değil misiniz? O halde mevcut durumda, şimdi de Suriye deki IŞİD
provokatörlerini temizlemek, bizim gerçek sorumlu biraderlere düşüyor demektir,
TSK ya değil artık. Bizde neler diyoruz, kimden ne bekliyoruz böyle! Haydi,
canım geçiniz…
Yaklaşık
olarak 60 yıldır, spor branşları arasında yüzmeye ve futbola daha fazla ilgi
duymuşumdur. Bu ilgi, Baba Hakkı’nın patronu olduğu - ki rahmetli Baba Hakkı’yı
bile Şeref Beye tavsiye ederek genç takımdan A takımına çıkaran babamdır. Benim
yanımda bile babama Kaptan derdi rahmetli Baba Hakkı - BJK genç takımında
oynamaya başlamadan önceki çocukluk yıllarımda, Atatürk’ün izniyle 1924 yılında
kurulan resmi futbol liginin ilk şampiyonu BJK futbol takımının da santrhafı ve
kaptanı olan Kuvayı Milliyeci babam Cavit Altındal sayesinde başlamıştı
aslında.
Rahmeti
babam BJK’nın da yıllarca şeref üyesiydi. Kasımpaşa Kulübünün de kurucusudur. Devlet
memuru olduğu için, futbol da amatör bir spor dalı olduğu halde ismi afişe
edilmemişti o zaman. Emekliliğinde uzun yıllar kulübün Başkanlığını da yapmıştı.
Çocukluğumda çok iyi hatırlarım, artık yorulup bırakmak istediğinde bile evden
gelip zorla, rica minnet ve neredeyse kargatulumba almışlardı kendisini hep.
Ailece
sporun içinde olduğumuz için, sayısız maç izledim hayatım boyunca. Bu bağlamda birçok
da kavgalı maça şahit oldum. Hakem Sulhi Garan’ın yediği meydan dayağından sonra
diş protezi kullanmak zorunda kaldığı maç da bunların arasındadır ve bu saha
kavgası bile tribünlere intikal etmemişdi, anlayın artık. Ne var ki ülkenin tek
ciddi stadyumu olan BJK (İnönü) stadını kardeşçe paylaşan bütün BJK, FB ve GS
li taraftarlar arasında yaşanan kavgalar bile, aynı tribünleri paylaştıkları
halde, bir elin parmakları gibi sayılıdır. Bahse konu bile olamazlar.
Dünkü
Trabzon, Fenerbahçe karşılaşmasında yaşanan ve tamamen Fenerbahçe Başkanının her
fırsatta spor karşılaşmasını ısrarla ve başka maksatlarla oyun sahasının dışında
tutmaya kararlı provokatif tutum ve davranışları nedeniyle, tahrik edilen
seyirciler yüzünden yaşanmış böylesi hazin bir duruma, TV den izlerken bile, ilk
defa şahit oldum.
Demek
oluyor ki milyonlarca ateşli tutkunu olan futbolun yine centilmen bir kitle
sporu haline gelebilmesi için gerekli olan ilk şart, özellikle futbol
seyircisinin kültür seviyesinden önce, ortamı hep geren, aşırı sıcak tutan, ihtiraslı,
siyasi amaçlar ve çıkarlar peşinde koşan kulüp başkanlarından acilen
arındırılmasıdır. Bunun için de gerekiyorsa Anayasamıza ihtiyati maddeler
eklenmelidir. Ve hiç unutulmamalıdır ki, kritik maçlar öncesi “oyunu germeyin,
rakibi küçümsemeyin diyoruz” demeçleri vermekle de, diğer zamanlarda her fırsatta
gerçek yüzlerini ortaya koyan sorumlular, kendilerini tenzih ettiremezler…
Serendip
Altındal