25 Nisan 2016 Pazartesi

POTPORİ..

            Sen kalk dünyanın bir ucunda çoluk çocuğunla helalleş, sonra da dünya haritasında yerini bile gösteremeyeceğin topraklara gel. İki buçuk cibilliyetsiz emperyalist keferenin angajmanına alet olurken, muhtemelen de Güney sahillerinde maceralı bir tatil yapacağının, dönüşte çocuklarına zafer anıları götüreceğinin de hesabını yap. Ne var ki, umduğun gibi olmadı. Türk’ün haşmetli yumruğunu yiyince sende aydın sonunda kardeş.

            Bizim buralarda ne işimiz var diyerek elde kalan sağlamlarını toparlayıp, yine geldikleri gibi defolup gittiler. Şimdi de utanmadan, sayelerinde binlerce canımızı yitirdiğimiz Çanakkale’mizi, neredeyse bir de Anzak Boğazı ilan etmeye kalktılar. Şaka veya sanki de yeniden; ama üstü örtülü bir rövanş işgaline gelmişler gibi. Oysa adam gibi Türk Ulusundan çoktan özür dileyerek ve oldubittiyle değil; ancak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin resmi daveti üzerine, kendilerinin de pisipisine heder olduğu o toprakları ziyarete gelmeleri gerekmez miydi?

Yerlerinde olsam, ülkem adına Türk Devletinden özür diler, bu acı tecrübeden de ülkeme ders çıkarır, bir daha da buralara adım atmaz, hele de amiyane gösteriler yapmaya hiç kalkmazdım kendi adıma.


Yıkanıp, arlanıp paklanarak yolumuza devam ediyoruz. İlk satırından itibaren, ABD güdümlü kanı bozuk şerefsizlerin, aslında TSK yaftasıyla yüce Türk Milleti’nin üstüne sıçratarak, bir taşla iki kuş birden vurmayı hesapladığı ‘ERGENEKON’ çamurundan nihayet – lütfen - aklandık. Türk evladının adil Türk Yargısı, sonuçta yumruğunu masaya vurup yüce milletini ve onun asil ordusunu, bu iğrenç lekeyi bulaştıranların suratlarına geri sıvarken de temizlemiş oldu. Askerler hiç olmazsa tazminat alacaklar, ya kendisi de ağır bedel ödeyen Türk Milletinin hasarını kimler tazmin edecek.

Bir an önce unutmak istediğim bu hazin; ama kirli tarihi senaryo hakkında, daha ne yazayım ki. İlk gününden itibaren ERGENEKON yalanının ateşli bir muhalifi olarak, sayfalarla yazı yazdım ki internet sayfamda, kronolojik olarak okumak mümkündür. Ergenekon yalanını ciddiye alan bazı dost sandıklarımla bile, gerektiğinde kavga noktasına gelecek şiddetli münakaşalar yaparak kendilerini silmiş, hele de şerefli ordusuna sapına kadar güven duyan bir Kemalist olarak, bu konuda daha ne söyleyebilirim ki. Ve bir kere daha hep birlikte görüldüğü üzere HAK, yani DOĞRU yine yerde kalmamıştır. Öyleyse bundan şimdi bir kere daha ibret almak düşer artık, her birimize.

Bir şey daha ilave etmem gerekirse; o zaman Sayın Başbuğ için bir yazımda, “paşam yumruğunu masaya vurmalıydın, çünkü ordunun bir numarasıydın sen teslim olursan ordun da teslim alınacaktı” mealinde yazmıştım. Nitekim öyle de oldu. Yapsaydı ne olurdu, belki de Ergenekon yaşanmamış, hiç biri yatmamış olur ve ülkemiz de bugün bambaşka bir konumda olurdu muhtemelen.

Ne var ki şayet yine yatmış olsaydı bile bugün içeriden omuzlarda çıkar, belki de o benzer makûs dönemin rütbesiz Atatürk’ü gibi bugün kendisi de milli birliği kuruyor olurdu, kim bilir. Yazık ki tarihi fırsatı kaçırdı ve ülkesi de kaybetti. Hilmi Özkök için bir şeyler yazmaya da değmezdi. O esasen kasaptaki ete soğan doğramayacağını beyan etmişti. Oysa et kasapta değil masasındaydı; ama ne yazık ki o kasaptaymış gibi algıladı ve algılattı. Ve kendisi sefa sürerken, arkadaşları zindanda yatıyordu…


Bir zamanlar Hakan Fidan adlı bir yetkili köşe sahibi, Suriye den bir iki roket attırıp, savaş zemini oluşturabilirim demişti patronuna galiba yanlış anımsamıyorsam. Şimdi artık sormak gerekmiyor mu, başta kendisi ve de şahsını her yola sorunsuz angaje eden patronuna. Ee ne bekliyorsunuz hala. Bakın her gün Suriye’den roket yağıyor, sayısız kayıplar veriyoruz, yeterinden fazla sebep oluşmadı mı daha. Şimdi onlardan boşuna da bir cevap beklemeyin. Bilhassa da artık süngüsü düşmüş patron, AYM’nin 54 yaşam yılı açılış toplantısını zorunlu olarak izlerken, boynunu bükmüş, kurbanlık koyun gibi kaderini de bekliyorken.

Beklediğiniz cevabı verebilecek tek merci ise, artık TSK’mızdır bugün ülkemizde, o biraderler değil. TSK ise savaş nedenini kendisi oluşturmadığı halde, Rusya ile yaratılan nedensiz – daha doğrusu ABD kaynaklı - ihtilafın tek sorumlusuymuş gibi atacağı ters bir adımla, yarın tarih önünde hesap vermeği, aklının ucundan bile geçirmiyor kuşkusuz. Çünkü korktuğu tek husus, asla herhangi bir düşman falan değildir; ama yaşanacak kayıpların yarın yüce tarih önünde tek sorumlusu olarak kabul edilecek olmasıdır.

Dolayısıyla sadece yurdumuzu içine alacak bir total nefsi müdafaa savaşında veya “yurtta sulh cihanda sulh” perspektifiyle gerçek kimliğini göstermeye, her zaman ki gibi sapına kadar da hazırdır yine şüphesiz. Yoksa 3 yıllık emperyalist bölücü terör Arsenal’inin, gerçek sorumlularının dışında kimsenin burnunu kanatmadan, nasıl sıfırlandığının hala farkında değil misiniz? O halde mevcut durumda, şimdi de Suriye deki IŞİD provokatörlerini temizlemek, bizim gerçek sorumlu biraderlere düşüyor demektir, TSK ya değil artık. Bizde neler diyoruz, kimden ne bekliyoruz böyle! Haydi, canım geçiniz…


Yaklaşık olarak 60 yıldır, spor branşları arasında yüzmeye ve futbola daha fazla ilgi duymuşumdur. Bu ilgi, Baba Hakkı’nın patronu olduğu - ki rahmetli Baba Hakkı’yı bile Şeref Beye tavsiye ederek genç takımdan A takımına çıkaran babamdır. Benim yanımda bile babama Kaptan derdi rahmetli Baba Hakkı - BJK genç takımında oynamaya başlamadan önceki çocukluk yıllarımda, Atatürk’ün izniyle 1924 yılında kurulan resmi futbol liginin ilk şampiyonu BJK futbol takımının da santrhafı ve kaptanı olan Kuvayı Milliyeci babam Cavit Altındal sayesinde başlamıştı aslında.

Rahmeti babam BJK’nın da yıllarca şeref üyesiydi. Kasımpaşa Kulübünün de kurucusudur. Devlet memuru olduğu için, futbol da amatör bir spor dalı olduğu halde ismi afişe edilmemişti o zaman. Emekliliğinde uzun yıllar kulübün Başkanlığını da yapmıştı. Çocukluğumda çok iyi hatırlarım, artık yorulup bırakmak istediğinde bile evden gelip zorla, rica minnet ve neredeyse kargatulumba almışlardı kendisini hep.

Ailece sporun içinde olduğumuz için, sayısız maç izledim hayatım boyunca. Bu bağlamda birçok da kavgalı maça şahit oldum. Hakem Sulhi Garan’ın yediği meydan dayağından sonra diş protezi kullanmak zorunda kaldığı maç da bunların arasındadır ve bu saha kavgası bile tribünlere intikal etmemişdi, anlayın artık. Ne var ki ülkenin tek ciddi stadyumu olan BJK (İnönü) stadını kardeşçe paylaşan bütün BJK, FB ve GS li taraftarlar arasında yaşanan kavgalar bile, aynı tribünleri paylaştıkları halde, bir elin parmakları gibi sayılıdır. Bahse konu bile olamazlar.

Dünkü Trabzon, Fenerbahçe karşılaşmasında yaşanan ve tamamen Fenerbahçe Başkanının her fırsatta spor karşılaşmasını ısrarla ve başka maksatlarla oyun sahasının dışında tutmaya kararlı provokatif tutum ve davranışları nedeniyle, tahrik edilen seyirciler yüzünden yaşanmış böylesi hazin bir duruma, TV den izlerken bile, ilk defa şahit oldum.

Demek oluyor ki milyonlarca ateşli tutkunu olan futbolun yine centilmen bir kitle sporu haline gelebilmesi için gerekli olan ilk şart, özellikle futbol seyircisinin kültür seviyesinden önce, ortamı hep geren, aşırı sıcak tutan, ihtiraslı, siyasi amaçlar ve çıkarlar peşinde koşan kulüp başkanlarından acilen arındırılmasıdır. Bunun için de gerekiyorsa Anayasamıza ihtiyati maddeler eklenmelidir. Ve hiç unutulmamalıdır ki, kritik maçlar öncesi “oyunu germeyin, rakibi küçümsemeyin diyoruz” demeçleri vermekle de, diğer zamanlarda her fırsatta gerçek yüzlerini ortaya koyan sorumlular, kendilerini tenzih ettiremezler…

                                                                      Serendip Altındal



20 Nisan 2016 Çarşamba

ENCAM..

            Birinci Dünya Harbi sonrasının harp zengini ABD, şimdilerde rintlerin akşamında veya zevki sefa ile geçmiş bir ömrün son şafağındadır artık. Bütün gücünü Dolar adlı kendi tedavül parasından, dolayısıyla dâhili enflasyonunu da, aslında sürekli emisyonla dışarıya pazarlayan tek yönlü bir Dolar ticaretinden almaktadır. Bugüne kadarki Dünya liderliği konumunu da, tamamıyla bu sayede koruyabilmiştir. Ne ki artık deniz bitmiş ve kara da görünmüştür.

            Dünya ekonomi pazarları ve kaynak devletleri, onlarca yıldır yedikleri Dolar kazığının acısının daha fazla tahammül edilemez olduğunu anlamışlardır nihayet. ABD ise bundan sonra ne yapsa, saltanatını korumak adına tek garantör olarak gördüğü Dolarını zirvede tutamayacağını ve Amerikan rüyasının, Amerikan kâbusuna dönüşmekte olduğunu, istemese de kabul etmek zorunda olduğunun bilincindedir artık.

Aşağı baksa sakal yukarı baksa bıyıktır büyük ustanın(!) encamı bundan böyle. Yani muhalifi, uygulamakla tehdit ettiği gücü de misliyle karşısında bulacağını ve bu dünyada artık ikiyüzlü emperyalist siyasetini yutacak enayi de kalmadığını esefle görmektedir maalesef şimdi. Son incirlik çuval pazarlığını realize eden ve nedense ev hapsinde tutulan gençlerimiz de mütevazı, iddiasız kişilikleriyle, bu gerçeği bir kere daha, durumu anlamamakta ısrar eden suratlara çarpmıştır. Türk Ulusunun özeğini spontane yansıtan bu olay belki küçüktür; ama yedi düvele, özellikle de hala baş Kovboy olduğunu iddia eden Coni Volkır’a verdiği mesaj, boyundan çok büyüktür.

Duruma bakıldığında, bilhassa da büyük torbadan çekmeye alışık olanların, bundan sonra yeni yatırımları planlamaya kalkmadan önce, bir değil artık en az iki defa düşünmeleri ve partnerlerini, hele de yatırım birim değerlerini daha güvenilir seçmeleri gerekecektir ki birlikte sıfırlamasınlar.


Kutlu doğum haftası derken, kutlu doğum sancısı çekmeye başladı sanki millet. Farklı yorum ve görüşlerin yine havada uçuştuğu bir kavram kargaşasında, sanki hiç derdimiz yokmuş gibi gündeme bir de miladi ve İslami doğum tarihleri düşüverdi bir anda. Şayet ille de buna da iki söz söylemek gerekirse; aslında bana ne Milat olarak betimlenen İsa’nın doğum gününden, mademki Müslümansak der geçerim. Ne var ki birileri gibi de değilim. Kendi adıma, önce sapıma kadar Türk’üm, sonra da hiçbir fırkaya aidiyeti olmayan yüce Atatürk gibi, Muhammed ashabı bir Ehli Beyt Müslümanı ve Kemalist’im derim. Böylesi de daha doğru olmaz mı acaba dostlar.


AKPKK cemaatinin onlarcası bir arada sapır sapır dökülüp bok yolunda biterken, bizim aslan Mehmet arada sırada bir kancık kurşunuyla şehit olup ebedi uykusuna yatıyor ve milletinin bağrındaki mukaddes Kabristanda, her zamanki o saygın yerini alıyor. Hepsi nurlar içinde yatsınlar. Ve çok iyi biliyoruz ki; arkalarında gözyaşlarıyla bıraktıkları evlatları, saygın babalarıyla ebediyen kıvanç duyacaklar ve ileride kendileri de sevgili babaları gibi saygın bireyler olacaklardır aziz vatanlarına. Esasen buna ant içtiklerini de, babalarının cenazelerinde, bu yavrularımızın yaşlar akan gözlerinde okumak mümkündür.

Bir tarafta bunlar oluyorken, duyulan, görülen ve okunan o ki; çektiğimiz tüm acıların nedeni olan kirli sarayın, dedikoduları da sona doğru artık tavsamaya başladı. Saraylı biraderler hep birlikte gün sayıyorlarmış artık. Bazıları neleri getirdiklerini değil; ama nelerle saraydan ayrılacaklarının hesabını şimdiden yapmaya başlamışlar bile, söylemiş olalım da. Diğer yanda muhalefet bildiğiniz gibi, en önemli gelişme ise MHP de aydınlığın yolunu tıkayan Bahçeli balonunun, muhtemelen ilk kongrede nihayet patlayacak olması belki de.


CHP de ise esen yeni bir rüzgâr yok. Hele de partiyi çoktan terk etmesi gereken bazı suratların halen işlev sahibi olduğunu gördükçe de, inanın ensemdeki ayva tüyleri bile dikiliyor kendi adıma. Sizinkileri bilemem tabii. Diğer tabirle de bu haliyle CHP “Bu âlemde uyurgezer türbesidir. Temsil edilense zihniyetin ayinesidir” anlayacağınız. Yani güvendiğim dağların, karlı tepelerine dalınca, bu durumdan da hüzün duyuyorum adıma maalesef. Çünkü ya CHP vardır ya da CHP vardır. Eskisi, yenisi yoktur biline. Her şeye sirke döken Bahçeliyi aradan çıkarıp MHP ile acil bir koalisyona gidilmelidir. Çünkü tek bir Türkiye vardır ve o da hepimizin ortak vatanıdır.

Ne demek istediğimizin anlaşılır olması için de herkesten önce Muhterem Kılıçdaroğlu, şapkasını önüne koyup en az iki defa, altın harflerle kazılmış koskoca şerefli CHP tarihi muhtevasını hazmedebilmelidir. Çünkü CHP de tektir. Kurucu partidir. Muhalefetten öte, partiler üstüdür. Ve her şeylerden önce de bunun anlaşılması, benimsenmesi sonra da sahiplenilmesi gerekir…


Bu arada Almanya Başbakanı Merkel’in vatandaşlarına “Türk Devletini kamuya açık yerlerde eleştirmeyin” demesi bana ilginç geldi doğrusu. Çünkü bilhassa da “Türk Hükümeti” yerine “Türk Devletini” tabirini seçmesi hayli manidardı. Demek ki vatandaşları Türk Devletine her şeyi kapalı alanlarda söyleyebileceklerse, başındaki üç buçuk kendini bilmezin günahının kefaretini ödemekle yükümlenen Türk Milleti, kime ne yapmıştır da böyle aşağılanmayı hak etmiştir diye, Hanımefendiye sorası geliyor insanın.

Çünkü Devlet tabiri Milleti de içerir. Hükümet tabiri ise sadece meclis bürokratını ihtiva eder. Merkel de bunu bilmiyor olamaz herhalde. Yoksa Merkel acaba “Devleti” devreye sokarak “Yahu bunları siz tepenize oturtup, hala da sırtınızda taşımıyor musunuz? Sizi nasıl ayrı tutmamızı isteyebilirsiniz. Ölmeden önce uluslararası mahkemede, mutlaka yargılanacak olan Erdoğan’ın yanında aslında seçmeni de birlikte yargılanmalıdır.” imasıyla, özellikle Türk Milletine de ayrı bir mesaj mı vermek istemişti acaba??? Her ne ise, en iyisi trajediyi gırgıra sarıp biz gülelim ağlanacak halimize yine de, belki avunuruz…


Sözün özüne gelirsek: Eldekilerden kurtulunca, yerine getireceklerimizin önce kalan enkazı temizleyip, dış borçları sıfırlayıp, sonra da ülkemizin acil ihtiyaçlarını en kısa zamanda giderecek mental ve kararlılıkta olabilmeleri için mevcut adayların, bilhassa da milli bekamız ve vazgeçilemez Kemalist ilkelerimiz doğrultusunda, kendilerini tepeden tırnağa revize etmeleri gerekecektir.

Çünkü kendilerini bekleyen ağır ve sorumluluklarla dolu yeni misyonla başa çıkabilmeleri için, şu anda yansıttıkları görüntü pek ümit vermiyor doğrusu. Doğrucu Davut olmak zor iştir. Çünkü yalnız bırakır insanı; ama doğruculuk olmazsa da olmazdır. Zira insanı özgün kılar, huzur verir, sorumluluktan da azat eder hani. O halde doğrucu olmak için de önce tarafsız; ama bilinçli ve adil olmayı tavsiye edelim birbirimize mutlaka…

                                                                      Serendip Altındal

Video Kanalım

11 Nisan 2016 Pazartesi

KANTAR..

            Kılıçdaroğlu kılıcının kabzasını gösterdi. Gösterirken de haklıydı aslında. Öbürkünü düelloya davet etti; ama ne gezer, öteki sadece avukatını yerine müdahil kılacaktır nasıl olsa yine. Eser, gürler ne var ki boş silahtır, namlusuna hiçbir mermi de uymaz ve sadece vitrindeki koleksiyon içindir aslında. Ha unutmayalım, tutuklatmanın dışında bazen de adama akıl(!) vermeye kalkar.

                        Arada olsa bile kantar                        
                        Neye yarar
                        O pahalı sarayda ancak
Muhtar tartar… 

            Yukarıdaki satırları, her şeyi bir kenara koyup nelerle uğraşmakta olduğumuzu göstermek için tipik bir örnek olması nedeniyle yazdım. Oysa durum bu kadar esprili değil şüphesiz. ABD’de yaşadığımız Cumhurbaşkanlığı seviyesindeki protokol rezaleti; gözlerimizi yaşartan Ensar utancı ile ortaya çıkan; ama aslında ülke genelinde yaygınlaşan çocuk ve kadın zulmünün dudak uçuklatan dehşeti; daha şehit acılarımız sürerken, sanki askeri manevralar yapıyormuşuz sanrısıyla ABD’li ikiyüzlü kaşarlardan, PKK ile açılıma devam mealinde peş peşe yediğimiz uyarı salvoları, sanki bu milletin ortak derdi olmuyor, sanki bu ülkede yaşanmıyor.

            ABD adlı aynı Şeytan ocağından beslenen PYD, PKK, IŞİD ve peygamberin sağlığında biatkâr yani imansız olarak vasıflandırdığı Bedevi kabilelerin, emperyalist angajmanlı ABD İslam’ı (yumuşak İslam) ambalajıyla oluşturduğu, yeni Cihat (Haçlı) ordusu, küllen kapımıza dayanmış ümüğümüzü kesip kanımızı emmeye hazırlanıyorken; çakma sarayla paslaşmanın kime yararı vardır acaba?

Kimin elinin kimin cebinde olduğu, kimin, kimin askeri olduğu, kimin, kime karşı olduğu belli olmayan ve kafaların çözüm üretememeleri için özellikle karıştırıldığı bir dönemdeyiz. Böyle bir kaotik ortam ve dönemde, özellikle de muhalefet lideri olan CHP’nin, bilhassa güncelimizi gizlemek üzere kasıtlı yaratılan polemiklerin altını çizip vurgulayarak, oyunları akamete uğratarak, gizlenen gerçeklerin üstüne ısrarla yürümesi gerekir.

Erdoğan ve misyoner Davutoğlu ikilisinin, bunlara birde Bahçeli payandasını eklersek, milleti uyutmak adına fırlattıkları her polemiğe, acılı tarhana çorbası niyetine kaşık sallamak, idealist muhalefet liderliğine sığar mı? Hele de gırtlağına kadar pisliğe batmış karşı taraf, tam da yokuş aşağı frensiz, eli ayağına dolaşık kartopu gibi yuvarlanıyorken, vatandaş kimden medet umacak ki bu durumda.

Tam da bu noktada Bahçeliye bir öneride bulunalım o zaman. Amerikalı Zarrap savcısı, Türkiye’deki adaletsizlikten ve ülkenin kara para cenneti haline dönüştürülmesinden çok mustarip olmuş anlaşılan. O halde Bahçeli o savcıya “Birader ne şikâyet edip duruyorsun. Sizler Erdoğan fırkasını ülkemin başına sarmadınız mı, durumu düzeltmek de önce size düşmez mi ki, dost kalalım. Öyleyse önce senin para babalarını hizaya çekmelisin” diyemez mi mesela? Pekiyi bunu diyebilir mi ki, kendi mevcudiyet nedeni de olanlara karşı acep? Haydi, canım geçiniz! Ah Bahçeli birlikte kuşatmadınız mı bizim Dardaneli…

            Demek oluyor ki mağdur Türk Milletinin yanında olması gerekenler, ne yazık ki saray avenesiyle birlikte toplumu uyutma yarışına girdiler. Oysa içinde bulunduğumuz açmazın tek sorumlusu olan emperyalist liboş, arka planda kıs kıs gülüyor halimize. Ailelerini incirlikten çekerken de, “bakın sular ısınıyor, daha başınıza ne işler açacağım” mesajını da vermedi mi yoksa hiçbirinize. Başınızda ki artistlerin nasıl kıvırdığını, akla kakı nasıl birbirine karıştırdığını, can derdine düşüp ben merkezlerinde nasıl fırdöndüklerini hala göremiyor musunuz?


Hala seçimlerin adil yapıldığına inanıp oturun siz. Yarın oy pusulalarınızın üstünde kendi vatandaşlık numaralarınızı da bir anda görünce, dağın ardında deniz görmüş gibi de şaşırmayın sakın. Çünkü iş oraya varacak bu gidişle. Siz hala kontrolü elinizde sandığınız Amerikan Mernis programıyla sayım yapılmakta olan ülkenizde, aynı dijital silahla 14 yıldır nasıl soyulduğunuzun, gidişe bakılırsa devamında da soyulacağınızın hala farkında olamayın.

7 Haziran da bilgisayarı uyku moduna alarak, yeni açılımların önünü açmak üzere AKP ye gözdağı molası verdiler sadece. Sonra da aynı gizli eller, elleri ayaklarına dolaşıp panikleyen düşükleri bir süre terbiye edip, apar topar, yine tek başlarına iktidar yapmadılar mı? Ve biz de afiyetle yemiş olmadık mı önümüze atılan bu mamayı hep birlikte yine. Yahu şayet seçmen bu kadar bilinçli olabilseydi, Demokrasi hiç otokrasiye dönüşür müydü bu ülkede. Bunu dahi sorgulayabilmekten aciz demek ki bu millet, yazıklar olsun.
           

            ABD kampus devletinin tarihi kompleksi(!) nedeniyle bölünme noktasına, en ılımlı tabirle de milliyetsiz bir federe devlet olma durumuna getirilmekte olan ülkemizde, askerimizin Nusaybin’de nasıl maksatlı oyalatılarak PKK ya vuracağı son darbenin geciktirildiği ve PKK’nın ipi çekilmeden önce, zaman kazanarak son bir açılım zemininin yoklandığının bile hala farkında değil misiniz?

            Mademki güncel gündem umurumuzda değil, aslında böyle bir durumda birisine hep birlikte “getir tavlanı da şeş beş atalım, sana da donat alalım, oldu olacak bir de açık poker oynayalım bari” dememiz gerekmiyor mu aslında? Yani her şey oldubittiye bağlansın biz de hepsini yutalım ve unutalım, öyle mi? Hey Allah’ım ne denir ki; eniyisi “sen bildiğin gibi yap” diyeyim bari ben kendi adıma.

           
            Emperyalist kaşalotların, kâbusları olmuş tarihin ilk sosyalisti Muhammed ve onun tarihin ilk sosyalist doktrini olan Ehli Beyt İslam’ına olan kinleri nedeniyle, bugünkü sözcüleri olan herifçioğlu, Türkleri İslam’la yok edeceğiz derken bize, kendince esprinin ballısını yapmadı mı?

Aynı bağlamda da Muhammed’in İmametiyle birlikte sona eren gerçek (Ehli Beyt) İslam, dört Halife döneminden sonra önce Emevi ile başlayan tarihsel süreç ve sonrasında da sistematik olarak, Vatikan senaryosu olan tarikatlar ve maaşlı İmamları tarafından yavaş yavaş şirazesinden saptırılmadı mı? Müslümanlarda bu oyuna yavaş yavaş alıştırılmadılar mı? İşte İslam’ı, Diyanet İmamlarının hepsinden fazla bilen Yaşar Nuri, belki de bu yüzden “bir gün herkes deist olacak” demiş olamaz mı acaba…

                                                                       Serendip Altındal



3 Nisan 2016 Pazar

YOKOLUŞ..

           Olayın başından itibaren içinde olanlardan aldığımız algıya bakılırsa, ABD seyahati akamete uğramış ve farklı beklentiler içinde olan Erdoğan’ı da ağır şekilde mağdur etmiş görünüyor. Oysa ABD haramiler çetesinin baş imamı, bizimkiyle resmi konuşma yapma tenezzülünde bile bulunmayıp, bizlere yani Türk milletine “sizin yanınızdayız” parodisini sunarak ve tercihini doğal olarak Türk Milletinden yana koymakla, kendi tarafı adına daha profesyonel; ama artık ABD klasiği olmuş bir siyasete imza attı.

Erdoğan’ı beklemeye alıp dıştalarken, bir yandan da ona “biz Amerika’sız olamayız” mesajını ağlamaklı bir ifadeyle okuturken, Türk Milletini yine arkadan hançerlemiyor muydu acaba, ikircikli şerefsiz. Haydi, gelinde şimdi bunları yine yutun bakalım nasıl yutacaksanız. Ya da bize bu vodvili, hep yaptığımız gibi alkışlamak mı kalıyor yine. Öyle ya aynı şerefsizler tarafından bizdeki satın alınmış basın, ne için var sanıyorsunuz. Hepsini üst tüste koyup presten geçirseniz, yine de güvenerek işleyebileceğiniz tek bir deriniz bile olmaz elinizde.

            Özetle de, kendileri adına Erdoğan ve AKP sinden çok daha büyük önem taşıyan Türk ulusunu, kaybetmek istemediği mesajını da vermiş oldu böylelikle. Neden mi, çünkü Türk Milletinin 14 yıldır yutmak zorunda kaldığı AKP kazuratından mide fesadına uğramak üzere olduğunu ve yakında kendilerinin de bu kusmuğun altında kalacağını nihayet kendisi de kabul etmek zorunda kaldı da ondan.

Sonuçta ABD den yüz bulamayan ve artık daha fazla destek alamayacağına da kafası yatan Erdoğan, işte bu yüzden de zaten, şimdi daha sıkı Kemalist namelerle ulusalcı cepheye yanaşacaktır. Bu bağlamda onların himayesine sığınarak aklınca geleceğini güvence altına almaya veya üstü örtülü bir Başkanlık manevrasıyla, himayesine ihtiyaç duyduğu Türk ulusunu, yine sinsice arkadan makasa almaya çalışacaktır aslında. ABD de iken bile son konuşmasında, Çin ile yeni anlaşmalara zemin açacak bir giriş yaparak Obama ile revanşa girmesi de, bizde ters algı yaratmak bağlamında verilmiş yeni bir mesaj değil mi sanki.

Gel de böylesini, sanki elindeki yetmiyormuş gibi bir de hâkimi mutlak yap ülkenin başına. Bu ise yaş gününde Neron’a çakmak hediye etmeye benzer. Allah yazdıysa bozsun. Çünkü o zaman baş İmamın kömürlüğünde, birlikte tutuşturulmayı bekleyen çıralar gibi bekler oturursunuz artık. Ne ki bunun için, önce milli varlığımızın da garantörü olan ANAYASAMIZIN tutuşturulması gerekir ki, işte o da birkaç numara yüksek gelir bu iptidailere ve biraz da sıkar.

Durumlar bu halde iken, hala başımızda ki bu ABD figüranı, milat öncesi ilkellerinden medet uman Türk Milleti, daha ne zaman uyanacaksın. Bitmedi; bir zamanlar senin bir bakanını bile protokolle karşılayan ulusların, bugün liderin sandığın ülkenin bir numaralısını bile adam yerine koymayarak, sana tarihinin utancını yaşatan; ama kendi Yokoluşlarının hala farkında olamayanlara, daha ne kadar sabır göstereceksin. Unutma ki bu gidişle yakında Türk kimliğin bile elinden alınacak ve sende onlarla birlikte yok olacaksın.


Yukarıda ki sözleri geçen gün kısmen; ama vatansız kalabileceğimizi de özellikle vurgulayarak, kızımın arabasının lastiğini onaran bir lastik tamircisine söyledim. Giresunlu olduğunu söyleyen o genç adam, vatanımızı elimizden kim alabilecek ki ağabey dedi bana. Ve bizi de beraber alırlar dedik, mizah dolu bir coşkuyla gülerek. Benim gibi sıradan bir vatandaş olan o kardeşimle birlikte, bilmem size de bir şeyler anlatabildik mi, eyy Türk Milleti…

TSK’nın darbe spekülasyonlarıyla ilgili son deklarasyonu çok isabetli ve zamanlamalıdır. Ordumuz gerektiğinde kışla dışında, sadece OHAL durumlarında milli güvenliği, asayişi sağlama birlikteliğinde, seferi durumda ise total milli savunma gereklerini tek emir komuta zinciri altında, ölümüne kadar bütün gücüyle yerine getiren bir askeri kurumdur aslında. Genelkurmayın açıklamasından da anlaşıldığına göre bu husus, matematik dili bilimsel Türkçemizin gayet açık bir ifadesiyle ve yanlış anlamaya mahal vermeyecek bir üslupla da ortaya konmuştur aslında.

Esasen bugüne kadar yanlış bir yönlendirmeyle ABD oğlanı seviyesine indirgenmeye çalışılan TSK’mız, milletinin her ihtiyaç duyduğu bir zamanlamayla, TÜRK ULUSUNUN hamisi hüviyetini, en şaşırtıcı bir yorum ve aksiyoner kimliği ile Gezi gençliğimiz gibi, aslında hep ortaya koymamış mıdır? Bu durum gerçek anlamıyla, kurucu büyük Atatürk’ün emir komuta ve Türk askerinden ne anladığının, vatan müktesebatının, misakı, Kuvayı milli duruşun ve hepsinin üstünde kendi yüreklerinde olan ahde vefa özeğinin açık bir ifadesi de değil midir aynı zamanda.

Bu konuda daha fazla bilgi arayanlar bir zamanlar dijitalize ederek açık paylaşıma sunduğum ve arşivlerde pek bulunmayan Nuri Conker’in ‘Zabit ve Kumandan ile Hasbıhal’ isimli kitabından ve Atatürk’ün bu kitaba cevaben yazdığı kendi kitabından istifade edebilir ve iki kitabı tek paket halinde aşağıdaki bağlantı adresimden de indirebilirler.




Ne şu, ne bu, asıl derdimiz nedir biliyor musunuz? Yüce Devletimiz en yüksek siyasi kademesinde, ne yazık ki kuruluşundan bugüne kadar tarihinde hiç olmadığı kadar itibarsız bir seviyede temsil ediliyor. Ve Türk Milleti, bu yüz kızartıcı durumun dahi farkında olamayan, utanç içindeki acılı milletine empati oluşturamayan, bu utancın sorumlusu olan yarım akıllı ansızlar ve aynı paraleldeki asalakları tarafından bir de Başkanlık hezeyanlarıyla bizar ediliyor. Edepsizliğin bu seviyede olanı ise tarihin yazmadığı derecede bir rezillik ve soysuzluktur.

Çin ve diğer benzer ülkelerde kimse Padişahlıktan söz etmiyor diyen akıl(!) kendi Padişah ülkesinin enkazı üstündeki kara gölgesini görmüyor ve emsal gösterdiği ülkelerde kendisiyle mukayese etmeye kalktığı liderlerin hiçbirinin, kendi evladına ‘sıfırladın mı?’ sorusunu yöneltmediğinin bile farkında olamıyor. Aynı paralelde biçare bir görüntü verirken de, hala yerinde oturup duruyor. Yoksa Reza BEY’den belki de civciv mi çıkar diye bekliyor acaba.

Şimdi yok oluşa artık çeyrek var. Ne var ki daha eldekinden kurtulmadan, boşalacak olan AKP liderliğini ve yeni parti içi revizyonunu hazırlamaya yönelik, şimdi Boğazın misyoner okulu çıkması, Başbakan koltuğunda oturan yeni halefine, vaktiyle selefine de yaptıkları gibi aynı eller tarafında sinsice ayar çekiliyor. Adamın son demeçlerine bakarsanız böyle olduğunu sizde fark edersiniz.


Eyy Türk Milleti, Türk kimliğini kaldırmaya kalkanlar, başka sığınacak dalları kalmayınca şimdi yine Türk Ulusal kimliğinin vicdanına sığınmaya kalkıyorlar; aman bu defa çok dikkatli ol da yine tufaya gelme. Ve bil ki şayet sende kimliğinden olursan aynı durumlara düşersin, bu da sana emsal -ya da kapak- olsun…

                                                                      Serendip Altındal