Acılı
güncelin elle tutulur en yeni teması, Suriyeli gençlerin vatanlarına geri
kazandırılmaları için yürütülen kampanyadır. Sözcü Gazetesinin açtığı
kampanyaya, bende imzamı attım hemen kendi hesabıma. Bizim çocuklar Suriye
topraklarında kırılırken, Suriyeli eşek kadar heriflerin vatanlarından kaçıp kurtardıkları
kıçlarını bize dayamalarının anlam veya anlamsızlığını tartışmaya açmak bile amaçsızlıktır.
Oysa bizim GENKUR un, bunların yaşı
tutanlarını eğiterek silah tutacak hale getirip, sonra da vatanı savunmaları
için ülkelerine geri postalaması, daha insancıl ve komşuluk haklarına daha saygılı,
ayrıca ülkelerinde vatanları için mücadele veren diğer vatandaşlarının hayır
dualarına da vesile olmaz mıydı? Geçtik eko-politikayı da, her şeyden önce
konuya bu perspektifle bakılması, daha akılcı değil miydi? Öyle ya hem de hiç
ilgileri olmadığı halde, neden bizim çocuklarımız onların yerine heder olup
gidiyor. Dikkat edilirse biz bu vatansızlardan daha fazla ülkelerine huzurun
gelmesini arzu ediyoruz.
Kök-Türk geçmişimizi bir kenara
koysak da ülkemizin, bilinmez diyarın ekilmemiş topraklarına sahip bir Tatitata
Cumhuriyeti olmadığını, milyonlarca Türk evladını besleyen anlı şanlı Türkiye
Cumhuriyeti olduğunu bilmek zorundayız. Yakın geçmişte bir emsali daha olmayan total
yapısal bir devrime de imza atmış ve dünyanın en saygın laik humaniter, devlet
modeli olan salt Cumhuriyet ile yönetilen, jeopolitik konumu itibarıyla da
ebediyete kadar böyle kalmak zorunda olan, bir Türk birliği lider ülkesi
olduğunu da asla akıldan çıkarmamak mecburiyetindeyiz.
Daha yeni Osmanlı bakiyesi kokuşmuş
bir feodaliteden, Atatürk mucizesiyle arınmış bir Cumhuriyetin, eşit adalet iksirini
tatmış bir Ulusun ülkesinde, öyle çakma başkanlık, maşkanlık masalları da anlatılmaz,
ola ki sözü bile edilemez. Özgüveni yüksek eşit vatandaş kimliğini benimsemiş
bir milletin, başı yukarıda özgün bireylerinden, yeniden taksiratı bağlanmış, saray
köpekliğine tersine terfi(!) eden bir ümmet toplumu yaratılamaz, biline.
Kilise Korosu Başkanımı sanmıştın
yoksa kendini. Ne başkanlığı, böyle bir ülkenin bırak protokol bandosunu, panayır
cazbandına bile başkan olamazsın. Artık uyanın da ayaklarınız yere bassın biran
önce. Yoksa havada savrulup bir yerlere dağılacaksınız ki sizi bir araya getirebilmek
de mümkün olmayacak sonra.
Âdemi
Merkeziyetçi Prens Sabahattin dönemi İttihatçıları da henüz unutulmadı. Ve
öylesi hastalıklara artık aşılıdır bu millet. Onların son döküntüleri olan
liboşların da hali pür melalleri ortadadır. Zatı Alilerinizin iplerini tuttuğu
bu sonuncu güruh ise ülkeyi 700 milyar Dolarlar seviyesinde bir borç batağına
saplamaktan başka da bir halta yaramadı bugüne kadar, kalkındık masalıyla aslında.
Osmanlı’nın
borçlarını Atatürk ve Cumhuriyet Türkiye’si son kuruşuna kadar ödemişti. Sizler
basıp gittikten sonra sizden sarkacak olan borçları kim ödeyecek sanıyorsunuz?
Ben söyleyim; hepimizin gariban torunları, gelecek nesilleri. Yoksa kendinizi
ve milletinizi kalkındık masalıyla aldatmaya, sonuna kadar asılmaya hala kararlımasınız?
Şayet öyleyse bunu bir daha; ama ciddi olarak düşünün derim.
Ne
ki birilerinizin aşırı kalkındıkları ise tartışmasızdır yine de. Kalkınma
başlığı altında bütün yaptığınız, aslı Amerikan Müslümanı, Vatikan İmamları
yetiştiren okulları çoğaltmak, çağdaş milli eğitimi tersine işletmek, ulus
bilincini yok etmek ve ülkeyi sinsice aynı bağlamda sömürgeleştirmek sadece. Bir
de seferberlikten bahsediyorsunuz. Seferberlik, bağımsız ulus devletler
içindir. Dış borçla da bağımsız filan olunmaz. Neyinizle milli ve de Müslümansınız
acaba? Olanınsa iman olmadığı kesin!
Yoksa
iftihar mı ediyordunuz akut bağnazlık, utanmazlık ve aymazlığınızla. Değil şanlı
Türk Ulusunun, körlük derecesinde kaygusuz bir dolap beygirinin bile tekmesi
çok haşindir. Tarifsiz can yakar. Bunu da bir kere kemikleri dağılmadan
anlayamaz insan, bilesiniz. Son ittihatçı liboşların kabalist masallarını
dinlemeye de şerbetlidir bu millet. Yeter artık!
Ne Osmanlısı, neyin Başkanlığı,
söyletmeyin insanı, akıllı olun ulan biraz. 15 yılcık adam evladı, o
beğenmediğiniz Atatürk döneminde dünya yıldızı bir ekonomimiz vardı. Ve
arkasından da kuruş borç bırakmamıştı bizlere. Ki buna yüzyılların birikmiş
Osmanlı Kapitülasyon borçları da dâhildir. Ülkeyi yeniden Düyunu Umumiye
çıkmazına getirdiniz. Azıcık dahi olsa, biraz utanma, sıkılma olur adına insan
denen her Şeytan-tanrıda.
Ekran başında bile, utanç veren
ruhsal düşüklüğünüzü izlerken, adınıza yüzümüz kızarıyor. Esef ki esef, hâlbuki
sizde tık yok. Oysa o düşkün beşer görüntülerinizi izleyin de kendiniz ibret
alın biraz, bilhassa da sizler; Vekil, vükela takımının iktidar yaftalıları. Muhalefetinizi
konuşturmuyordunuz dahi, çünkü Başkanlık halüsinasyonu altında ötüp
duruyordunuz hep birlikte. Ülkemi, Boğazından GAP’ına kadar elin gâvuruna – ki gâvur
lafının dinsizle alakası yoktur, emperyaliste takılan bir lakaptır özeğinde,
arif olan anlar – sattınız ulan, sıkılmanız olsun biraz. Dinli, dinsiz olmak
değil; ama adam olamamak, öyle anılamamak olsun tek kaygınız.
Zurna
klarneti çağrıştırır, asil enstrümandır aslında. Yoksa İbişin düdüğü mü
deseydim. Siz artık beğendiğinizle çağırın birbirinizi, fark etmez nasılsa…
2016 yılını evrensel zamana arşivlerken;
içinde yaşadığımız, körlerin bile gözünü açan dehşetengiz günlere rağmen, olayların
analizinde, hala kendi algı merkezleriyle sorunlar yaşayanlara öncelikle acil
şifalar diliyor ve 2017 yılında en azından bu sorunlarından kurtulmalarını
yürekten temenni ediyorum.
Diğer dostlarım, yakınlarım
ve okurlarımın da yeni yılını en içten dileklerimle kutluyor, aile bireyleriyle
birlikte kendilerine, huzur, sağlık ve esenlik dolu günler diliyorum.
Serendip
Altındal