28 Aralık 2016 Çarşamba

İBİŞİN DÜDÜĞÜ..

            Acılı güncelin elle tutulur en yeni teması, Suriyeli gençlerin vatanlarına geri kazandırılmaları için yürütülen kampanyadır. Sözcü Gazetesinin açtığı kampanyaya, bende imzamı attım hemen kendi hesabıma. Bizim çocuklar Suriye topraklarında kırılırken, Suriyeli eşek kadar heriflerin vatanlarından kaçıp kurtardıkları kıçlarını bize dayamalarının anlam veya anlamsızlığını tartışmaya açmak bile amaçsızlıktır.

            Oysa bizim GENKUR un, bunların yaşı tutanlarını eğiterek silah tutacak hale getirip, sonra da vatanı savunmaları için ülkelerine geri postalaması, daha insancıl ve komşuluk haklarına daha saygılı, ayrıca ülkelerinde vatanları için mücadele veren diğer vatandaşlarının hayır dualarına da vesile olmaz mıydı? Geçtik eko-politikayı da, her şeyden önce konuya bu perspektifle bakılması, daha akılcı değil miydi? Öyle ya hem de hiç ilgileri olmadığı halde, neden bizim çocuklarımız onların yerine heder olup gidiyor. Dikkat edilirse biz bu vatansızlardan daha fazla ülkelerine huzurun gelmesini arzu ediyoruz.

            Kök-Türk geçmişimizi bir kenara koysak da ülkemizin, bilinmez diyarın ekilmemiş topraklarına sahip bir Tatitata Cumhuriyeti olmadığını, milyonlarca Türk evladını besleyen anlı şanlı Türkiye Cumhuriyeti olduğunu bilmek zorundayız. Yakın geçmişte bir emsali daha olmayan total yapısal bir devrime de imza atmış ve dünyanın en saygın laik humaniter, devlet modeli olan salt Cumhuriyet ile yönetilen, jeopolitik konumu itibarıyla da ebediyete kadar böyle kalmak zorunda olan, bir Türk birliği lider ülkesi olduğunu da asla akıldan çıkarmamak mecburiyetindeyiz.

            Daha yeni Osmanlı bakiyesi kokuşmuş bir feodaliteden, Atatürk mucizesiyle arınmış bir Cumhuriyetin, eşit adalet iksirini tatmış bir Ulusun ülkesinde, öyle çakma başkanlık, maşkanlık masalları da anlatılmaz, ola ki sözü bile edilemez. Özgüveni yüksek eşit vatandaş kimliğini benimsemiş bir milletin, başı yukarıda özgün bireylerinden, yeniden taksiratı bağlanmış, saray köpekliğine tersine terfi(!) eden bir ümmet toplumu yaratılamaz, biline.

            Kilise Korosu Başkanımı sanmıştın yoksa kendini. Ne başkanlığı, böyle bir ülkenin bırak protokol bandosunu, panayır cazbandına bile başkan olamazsın. Artık uyanın da ayaklarınız yere bassın biran önce. Yoksa havada savrulup bir yerlere dağılacaksınız ki sizi bir araya getirebilmek de mümkün olmayacak sonra.

Âdemi Merkeziyetçi Prens Sabahattin dönemi İttihatçıları da henüz unutulmadı. Ve öylesi hastalıklara artık aşılıdır bu millet. Onların son döküntüleri olan liboşların da hali pür melalleri ortadadır. Zatı Alilerinizin iplerini tuttuğu bu sonuncu güruh ise ülkeyi 700 milyar Dolarlar seviyesinde bir borç batağına saplamaktan başka da bir halta yaramadı bugüne kadar, kalkındık masalıyla aslında.

Osmanlı’nın borçlarını Atatürk ve Cumhuriyet Türkiye’si son kuruşuna kadar ödemişti. Sizler basıp gittikten sonra sizden sarkacak olan borçları kim ödeyecek sanıyorsunuz? Ben söyleyim; hepimizin gariban torunları, gelecek nesilleri. Yoksa kendinizi ve milletinizi kalkındık masalıyla aldatmaya, sonuna kadar asılmaya hala kararlımasınız? Şayet öyleyse bunu bir daha; ama ciddi olarak düşünün derim.

Ne ki birilerinizin aşırı kalkındıkları ise tartışmasızdır yine de. Kalkınma başlığı altında bütün yaptığınız, aslı Amerikan Müslümanı, Vatikan İmamları yetiştiren okulları çoğaltmak, çağdaş milli eğitimi tersine işletmek, ulus bilincini yok etmek ve ülkeyi sinsice aynı bağlamda sömürgeleştirmek sadece. Bir de seferberlikten bahsediyorsunuz. Seferberlik, bağımsız ulus devletler içindir. Dış borçla da bağımsız filan olunmaz. Neyinizle milli ve de Müslümansınız acaba? Olanınsa iman olmadığı kesin!

Yoksa iftihar mı ediyordunuz akut bağnazlık, utanmazlık ve aymazlığınızla. Değil şanlı Türk Ulusunun, körlük derecesinde kaygusuz bir dolap beygirinin bile tekmesi çok haşindir. Tarifsiz can yakar. Bunu da bir kere kemikleri dağılmadan anlayamaz insan, bilesiniz. Son ittihatçı liboşların kabalist masallarını dinlemeye de şerbetlidir bu millet. Yeter artık!

            Ne Osmanlısı, neyin Başkanlığı, söyletmeyin insanı, akıllı olun ulan biraz. 15 yılcık adam evladı, o beğenmediğiniz Atatürk döneminde dünya yıldızı bir ekonomimiz vardı. Ve arkasından da kuruş borç bırakmamıştı bizlere. Ki buna yüzyılların birikmiş Osmanlı Kapitülasyon borçları da dâhildir. Ülkeyi yeniden Düyunu Umumiye çıkmazına getirdiniz. Azıcık dahi olsa, biraz utanma, sıkılma olur adına insan denen her Şeytan-tanrıda.

            Ekran başında bile, utanç veren ruhsal düşüklüğünüzü izlerken, adınıza yüzümüz kızarıyor. Esef ki esef, hâlbuki sizde tık yok. Oysa o düşkün beşer görüntülerinizi izleyin de kendiniz ibret alın biraz, bilhassa da sizler; Vekil, vükela takımının iktidar yaftalıları. Muhalefetinizi konuşturmuyordunuz dahi, çünkü Başkanlık halüsinasyonu altında ötüp duruyordunuz hep birlikte. Ülkemi, Boğazından GAP’ına kadar elin gâvuruna – ki gâvur lafının dinsizle alakası yoktur, emperyaliste takılan bir lakaptır özeğinde, arif olan anlar – sattınız ulan, sıkılmanız olsun biraz. Dinli, dinsiz olmak değil; ama adam olamamak, öyle anılamamak olsun tek kaygınız.

Zurna klarneti çağrıştırır, asil enstrümandır aslında. Yoksa İbişin düdüğü mü deseydim. Siz artık beğendiğinizle çağırın birbirinizi, fark etmez nasılsa…


2016 yılını evrensel zamana arşivlerken; içinde yaşadığımız, körlerin bile gözünü açan dehşetengiz günlere rağmen, olayların analizinde, hala kendi algı merkezleriyle sorunlar yaşayanlara öncelikle acil şifalar diliyor ve 2017 yılında en azından bu sorunlarından kurtulmalarını yürekten temenni ediyorum.
Diğer dostlarım, yakınlarım ve okurlarımın da yeni yılını en içten dileklerimle kutluyor, aile bireyleriyle birlikte kendilerine, huzur, sağlık ve esenlik dolu günler diliyorum.

                                                                       Serendip Altındal



20 Aralık 2016 Salı

AMİN..

           Koruması olmayan, can ve mal güvenliğini size emanet etmiş bir iyi niyet elçisini - ki Sayın Karlov Türkiye, Rusya işbirliğini canı gönülden destekleyen ve aynı bağlamda en önde yürüyen kimliklerden biriydi - bile korumaktan acizsiniz. Misafirinizi bile koruyamıyorken milletinizi nasıl koruyacaksınız?  Size emanet adilmiş millet malını dahi çuvalıyla kaldırmaktan başka da ne boka yararsınız acaba.

            Hele de canı sana emanet edilmiş ve İstiklal döneminde olduğu gibi yine kader birliği yapmak zorunda olduğun bir komşu Devletin Büyük Elçisini, bırakın onun saygın ve candan dost kişiliğini, koruma isteyip istemediğini bile sormaya lüzum görmeden, gözün gibi korumak zorunda olduğunun da farkında değilsin anlaşılan.

            Tetikçi velet, yine beyni hadım edilmişlerden bir FETÖ ürünü çıktı. 94 çıkışlı olduğuna göre, yani tam FETO dönemi iğdişlerinden bir mahsul olduğu anlaşılıyor. Eline CIA suikast silahı verince, tipik ajan üniforması olan giysileri de üstüne uydurunca, işte sana sırıtan yeni bir ABD ajan filmi daha. Bu senaryoyu da yakında vizyona girecek olan ABD ajan filmlerinden birisi olarak, mekân isimleri bile değiştirilmeden karşında bulursan sakın şaşırma. Kimseye de ben bu filmi daha önce gördüm galiba filan demeye de kalkma. Çünkü hep böyle oldu şimdiye kadar.

            Körpe beyinlerimizin, genelde ne hikmetse de din logolu homoseksüel akıl hocaları tarafından hadım edilerek, Amerikan beslemesi teröristlere çevrilmelerinin sonuncusuna, iktidarınızla başlayan 14 yıl içinde bizatihen sizler aracı oldunuz. Kandırıldık demek de sizi kurtarmaz. Bilvesile ülkemizi, ne zaman, nerede patlayacağı belirsiz mayınlarla dolu bir mayın tarlasına da dönüştürdünüz.

İşte FETÖ ile elbirliği içerisinde elele yarattığınız mayınlar ortada, sonuncusu da dün Ankara’da patladı. Bu arada Oslo’dan başlayan bir yolculukla, memleketi patlamış bomba mezarlığına da adreslediniz. Pisipisine giden körpe canlarımdan bahsetmeye ise ne elim, ne de dilim varıyor, siz anladınız işte! Ortak eserinizle ne kadar övünseniz azdır şimdi.

            Dost dediğiniz ABD’nin herhangi bir seviyede ki parlamenteri bile ülkenize geldiğinde, korumalarıyla teşrif ediyor ve bu korumalar adamın etrafında kuş bile uçurtmuyor. Değil böyle kendinden menkul bir velet elinde beylik silahla, yarım saat milleti de tehdit edip, slogan atarak, üstüne de korunması gereken bir muhteremi vuracak. Hadi canım güldürmeyin insanı. Bok yoluna gitti zavallı, rahmet olsun. Ya onun ülkesinde aynı durum sizin başınıza gelseydi! Buna da var mı acep, bir çift lafınız.

            Bu muydu senin misafir dostluğun. Oysa vurulan Rus kardeşin koruması bile yoktu, o kadar güvende hissediyordu kendisini anlayacağın. Sizler ise düzinelerle korumayla dolaşıyorsunuz kendi milletinizin bile arasında. Yuh ki ne yuh olsun ervahınıza. Benim bunları yazarken bile inanın utancımdan yüzüm kızarıyor. Demek sadece sallamakla da olmuyormuş bu işler. Sizin aklınızda olan, son Osmanlı döneminin, ilk Meşrutiyetin bile gerisine sarkıtmaya çalıştığınız Anayasa ve çakma Cumhuriyet sosuyla servis yapmaya kalktığınız tek adam sultası sadece. Ne ki bu da sizin boyunuzu defalarca aşar bilesiniz.

            Şimdi toplayın da son aklınızı, kader birliği yapmak zorunda olduğunuz Ruslara, bundan sonra yüksek parlamenter düzeydeki muhtemel birlikteliklerde, ülkenizde nasıl bir güvenlik sağlamaya ve onları da buna nasıl ikna etmeye çalışacaksınız bakalım, bir zahmet gösteriverin.

            Ya da en doğrusu, Devletimizin içine daha fazla etmeden ve tek sığınağımız olan memleketimizin başını yakacak işlere daha fazla da bulaşmadan, düşün artık Türkiye Cumhuriyetinin yakasından, bilhassa da yol yakınken. Zira sonrasında biriken vebalinizi nelerinizle ödeyebileceksiniz. İşte bunu kestirebilmek giderek çok zorlaşıyor, söyleyelim de. 

            FETÖ temizliği deyip duruyorsunuz. İyi de bunu nasıl yapacaksınız? FETÖ’cüler yerine, muhaliflerinizi harcamakla da bir yere varamaz, en fazla kendi sonunuzu hızlandırırsınız. Yüksek akıl der ki, ilk önce kendi bünyendeki FETO etekçilerinden başlamalısın.

İğdiş edilen genç beyinlerin arınması ve yeniden cemiyete kazandırılması, çok kademeli ve esaslı bir psikolojik rehabilitasyondan sonra ancak ve belki de sağlanabilir. Dolayısıyla da hepsinden önce mecliste ve parti içinde ki iğdişlerden arınma mevcudiyetiniz acilen elzemdir. Peki, buna hazır mısınız? Şeffaf olun da içinizi biz de görebilelim o halde.

            Ne ki yapılan veya yapılamayan bütün beceriksizliğe, vasıfsızlığa yani hala FETÖ mensubu kolluk sorumlularının tasfiye edilememesine rağmen, Putin Hükümetinin yaptığı kader birliği çağrısı, artık Suriye-Irak meselesinden tasfiye edilmiş olan emperyalist Batının şaşkınlık ve endişesine, Türkiye ile daha fazla yakınlaşılacağı bağlamında da suratlarında patlayan esaslı bir şamar olmuştur. En azından bununla avunalım şimdilik. Ama Allah daha beterlerinden de korusun, âmin…
                                                                                  
Serendip Altındal

Video Kanalım

18 Aralık 2016 Pazar

UNUTMAK..

        Bomba bombayı kovalıyor. Canlar kırılıyor, yürekler yanıyor, neden? Peki, nereye kadar bu böyle devam edecek.

            Akla gelenler:

1)      Otokrat Hükümet ve OHAL yetmiyor da, bir de Başkanlık mı ısrarla dayatılıyor.

2)      AB&ABD uluslararası paravan Şirket, illaki Türkiye’yi iflasa zorlayarak, bedavaya mı kapatmak istiyor.

3)      Yoksa Türkiye’mizin bağımsız dik duruşu, emperyalist tarafında en ciddi sorun olarak mı algılanıyor.

Mevcutlar:

1)      Görev bölgelerinde liyakatli, vasıflı uzmandan ziyade, oraya buraya torpille servis yapılmış ve görev noktalarında sırıtan yandaş vasıfsızlardan geçilmiyor.

2)      FETÖ bahanesiyle içeri atılan ve yeri doldurulamaz birçok vasıflı günahsız, boşu boşuna azat olmayı bekliyor.

3)      İç ve dış Cephelerde başarıyla vatan savunması yapan elit askerler, uzman polisler, karargâh mahallerinde suikastlara uğratılarak, sanki intikam alınıyor algısı yaratılıyor.

4)      Böylesi organize işler ancak CIA, NSA, NATO vb. gibi profesyonel örgütler tarafından uyarlanabileceğinden, mutlaka AB&ABD Gladyosunun parmağının oyunun içinde olduğu, çok daha belirgin hale geliyor.

     Sonuç olarak, bütün bu organize pislik ve bir de buna mevcut Hükümetin beceriksiz, liyakatsiz, vasıfsız, yetersiz, üstüne sübyancı vs. varlığı ve tutumu eklenince, maalesef adına Hükümet dediğimiz içi boş bir tenekenin, meltemde bile vızıldayan sesini, milletçe devamlı dinlemek zorunda kalıyoruz sadece. Bu müthiş kadronun bugüne kadar yaptıkları harika(!) işlere bakınca, bundan sonra yapacaklarının da teminat(!) altında olduğu şüphesiz anlaşılmaktadır.


     Bilhassa da Batı emperyalist dünyayı Eko-Politik yönlendirir. Bugüne kadar Batı dünyasınca ortak bir partner olarak kabul gören NATO üyesi Türkiye, bugün maalesef oyunu uluslararası oturumlarda aynı düzeyde kurallarıyla; ama kendi milli menfaatlerini de kabul ettirebilecek kalite ve beceride temsil edebilecek bir elit Parlamenter kadroya sahip değildir. Bunu yapabilecek seviyede ki monşerler(!) ne hikmetse devre dışı bırakılmışlardır.

     Yani AB’ye bile kabul edilme seviyesinde görülmeyen Türkiye’nin, bugün dış dünyada parlamenter düzeyde temsil edilemediği de yadsınamaz bir gerçektir. İşte Türkiye’mizin ana meselesi de budur aslında. Ve ülkemiz emperyalist sırtlanlar tarafından vasıfsız ve müstevli AKP Hükümetine boşuna mahkûm edilmemiştir. Çünkü halen Sevr rüyasında uyuyan Batı tarafından Türkiye, sadece paylaşılacak Osmanlı uzantısı bir meta olarak görülmektedir.

     Şimdi buna itirazı olan yandaşlar, önce Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş nedeni olan gerçek Kemalist mental ve seviyede temsil edilebilmesini sağlayacak bir milli yönetime ihtiyacı olduğunu da, anlamak zorundadırlar artık. Her ne kadar bunu istemiyor olsalar da! Çünkü hiç bir devletin başı, liyakat ve erdem yerine torpil kabul etmez. Ve asla unutulmasın ki torpil yemişsen batmaya adaysın da demektir artık.


Şayet artık yetmeli diyorsak; o halde yapılacak ilk iş, mevcut Hükümeti bir kenara süpürüp, yerine acilen bir Milli Hükümetin geçirilmesini sağlamaktır. Hoş bunun ne kadar doğru bir tespit olduğu da, Türk evladını yıldırmak adına yapılan bütün bu uğraşların, onu yıldırmak yerine daha da birliğine, manevi kimliğine bağlayarak, Kemalist özeğini pekiştirdiğini ortaya koyuyor. Böylece de boşu boşuna bu uğraş ve mali harcamaları gerçekleştiren merkezlerin, aslında maddi, manevi umutsuz bir çırpınış içinde oldukları da kendiliğinden anlaşılır oluyor.

 Zaman, mekân ve isim vermeye gerek yok. Hepimiz görüyor, birlikte yaşıyoruz. TSK mensubu yiğidin biri; “sadece bir gözümü kaybettim, diğer organlarım benimle” diyerek amirlerinden yeni görev talep ediyor. Bir diğeri ona başka bir destansı cevap veriyor. Türk evladı bu, doğası gereği kahramanlık destanıdır bütün varlığı. O nedenle de ona sökmez bu işler asla!

İşte bu durumun domuz gibi farkında olan birileri de o yüzden bizi bir türlü paylaşamıyorlar ya zaten. Yani ne Türk’le yapabiliyorlar, ne de Türk ’süz. Tıpkı mevcudiyetlerinin nedeni bile Türk-Ata olduğu gibi. Ne yaparsın, bu da onların yazgısı artık. Eninde sonunda bununla da yaşamayı öğrenecekler nasılsa. Yani alıştıra alıştıra, bizden söylemesi. Aslında bizim ölümüz bile yeter onlarda kalp spazmı yaratmaya, siz işinize bakın, takmayın kafanızı.

Geçirdiğimiz her dakika, bizi son dakikamıza yaklaştırıyor. Yaşadık, olgunlaştık, şimdi olgunluk şerbetini yudumlarken, geçmişten günümüze dönüşen safahatı en azından yorumlayabiliyor, analiz yapabiliyoruz. Ne yazık ki körpe hayatlarının baharlarında ışıklarından olan yavrularımız, kısa geçmişlerini bile sorgulayamadan aramızdan koparılıyorlar. Biz eski çınarlar, yeşeremeden solan bu körpe fidanların arkasından nedenli; ama yaşlı gözlerle bakıp kalıyoruz sadece.


            Ötme kuş, ötme

            Körpe şimdi ekildi toprağına, uyanacak

            Belki de neler olduğunu henüz anlayacak

            Ötelerden kana doymuş toprak, ulu kışlaya doğru isyanla haykırıyor

            Ve boynu devrik anacığın yüreği, daha tutuşturamadan harlıyor

            Bizim içinse her gün gibi bitiyor, bak solmada akşam

            Dertli başımı yastığıma koysam da bende artık uyusam

            Uyusam da keşke her şeyleri unutsam…


                                                                   Serendip Altındal




9 Aralık 2016 Cuma

PARTİ PROGRAMI..

           Devletin giderek artan kimlik zafiyeti, bütün sosyal varlığımızı etkilerken sporumuzu, özellikle de yüz yıldan fazla oynadığımız futbolumuzu da boş geçmedi. Neticesinde BJK’mız, şaibeli AB enigmasının, özeli bile tartışmaya açık cinsi bozuk bir hakem döküntüsü, paralı asker tarafından bağıra bağıra AB dışına atıldı. Ve AB’li Napoli ile Benfica, üst gruba elele çıktılar daha doğrusu da taşındılar.

            Bu menşei, suratı gibi karanlık hergele, kendi vatandaşlarının bile yüzkarası olduğu nedeniyle, bilin ki şaibeli maçların aranan hakemi olarak yaftalanmıştır bundan böyle. Ne ki kendisi gibi kaybedecek herhangi bir değer mefhumu olmayanlar için bunun hiçbir anlamı yoktur. Böylesi bir şerefsizlik, onun umur meselesi bile değildir aslında. Üzülme BJK sen kaybetmedin, hakkın gasp edildi sadece. Bilesin ki sen sapına kadar onurlusun ve gerisini de onursuzlar düşünsün artık.
           
            Aslında birileri AB ve ABD ye posta koyduğunu sanıyor ve bununla avunup bebeleri kandırıyorken, anlı şanlı bir Türk takımı, aynı şartlarda; ama tarafsız hakemlerle 100 defa oynasa 90 defa yenebileceği bir takıma, şaibeli, rastlantısız hakem kararıyla ve AB içinde asla emsali olamayacak bir duyarsızlık ve saygısızlıkla elenmek zorunda bırakıldı.

            Yani değil Türkiye’mizi, şampiyonluk grubunda bileğinin hakkıyla ülkemizi temsil etmeye hak kazanmış BJK’mızı bile aralarında istemediler. Bu da devlet olduğunu iddia eden, üstüne üstlük bir de kendince menkul bir Başkanlıkta da gözü olan, ihtirası tavan yapmışlara kapak olsun.

            Yüce Atatürk’ün talebelik yıllarından itibaren kendisine idol olmuş ve sonuna kadar ilişkisini kesmediği kulübü BJK’mıza atılan AB şamarı, aslında bütün milletimize atılmıştır. Ve hiç kuşkusuzdur ki bu keyfiyet, en güncel temadır bugün. Üstüne de başka ne söyleyelim, ne yazalım ki. Hepsi de bildiğiniz safsatalar, boş adamların boş zırvalarının tekrarı olacaktır yine nasıl olsa.


            Artık şamar yemeye alışık bir toplum olduk herhalde ve ezcümle. Adam sahilden sapanla ağaçlarında kuş avladığı adalarını, düşmanına silah bile atmadan teslim ediyor. Ondan sonra vatan, millet, Sakaryalı hamaset edebiyatı gırla gidiyor. Haydi, canım geçiniz. Hala dinleyecek misiniz bu palavracıları. Başkanlık paradoksuyla sallamaya devam edin siz. Devlet olup da ülkenize yaptığınız başka da bir hayır yok nasılsa.

            Dolar mevzuatına gelince, garibanın ki bu takımda ben de orta saha oynuyorum, yastığımızın altında Dolarımız vardı da bozdurmadık mı? Neden kendi Dolar cukkalarınızı millileştirmeyi düşünmüyorsunuz. Birisi dünyanın en zengin siyasetçileri arsında yer alıyor. Diğerinin gemicikleri para basıyor. Cumhurun başı neden Boşbakanı ile beraber elele önce kendi ve ailelerinin fazla Dolarlarını bozdurmayı düşünmezler. Siz başlayın da emsal olun millete; ama göstermelik yapmayın bunu da, sonra da vatandaştan beklemek hakkınız olsun. Size de delikanlı desinler hiç olmazsa!

            Oysa şimdi tam zamanıdır, ulusal ihtiyacımız olan adımları atabilmek için. Ne var ki bunun içinde; attığı her adımın bilincinde olacak, sözüne güvenilir, içi dışı bir, açık hesap verebilir, emperyal amaçlara alet edilemez, uluslararası saygınlığı olan, adil, sağlam kişilikli ve öze dönük tam bağımsız Türk kimliğinin müktesep hakkı olduğuna, Türk vatanının bölünemezliğine iman etmiş; adı her ne kadar Atatürk olamasa da, aynı hamurdan bir lider kimliğine, acilen ihtiyacımız vardır.

            Şayet çevrenizde böyle bir aday varsa, gelin onu hemen lider yapalım. Ve hiç unutmayalım ki şayet Atatürk bugün yaşıyor olsaydı, aslında böylesi bir durumla asla karşılaşmayacak olsak bile vaktaki karşılaşmış dahi olsak, kim bilir bu durumdan nasıl ikinci bir kurtuluş zaferi yaratabilirdi acaba yine? Bunu düşünmeden edemiyorum. O halde vasiyeti üstüne bizde Atatürk gibi düşünelim o zaman!

           
            Abdülhamit’in 33 yıllık dumanlı istibdat dönemi ve karakteristiği tetkik edilirse, bizim Erdoğan ve icraatlarına nasıl cuk oturduğu da hemen görülecektir. Abdülhamit’in geçmiş istibdat döneminde yaptıklarının, Erdoğan başkanlığında yapılacak olanlar cephesinde, AKP’de neden parti programı olarak ele alınmış olduğu, muhtemeldir ki artık ülkemizin güvercinleri tarafından da anlaşılıyor olmuştur.

            Bir de uzatmalı yılan hikâyesine dönüştürülen 15 Temmuz var ki deme gitsin. O günden bu yana çok sular aktı hala kapalı duran dosyaların altından. Çok yaygara yapıldı, yapıldı da ne oldu. FETÖ temizliğinden başka – ki o da tam değil, kısıtlı - ortaya çıkan hayır olmadı. Peki, bunda AKP payı neydi. Ne öğrendik ki bu konuda.

            Araştırma komisyonu kuruldu da biz neyi öğrenebildik. Baş tanıklara soru bile sormayan nasıl bir araştırmaydı bu. Aslında FETÖ imzalı başlayan birinci perdesi, AKP imzalı sona eren iki perdelik bir oyundu bu. Belgelemek mi istiyorsunuz? Şimdi bakın o zaman, sonu belirsiz yahut da bütün engeller bertaraf edildikten sonra meclisin anahtarını yeni AKP Hükümetine devredecek bir erken seçime kadar sürecek olan OHAL’e ve o güne kadar aralıksız çıkartılacak KHK’lara, anlarsınız!!!

Neden mi o güne kadar? Çünkü çıkan KHK’lar, otomatikman yasallaşacak da ondan. Yoksa sol el sağ eli keser mi sanmıştınız. Yani yeni seçimle OHAL Anayasa ve CUMHURİYET bitecek, AKP gidecek yeni Başkanlı AKP gelecek. İşte oyunun aslı budur. Olay kendini belgeliyor aslında. Ben söylemiyorum; ama tasarım bu. Ee artık bundan sonrası da Türk Milletine kalıyor…
           
                                                                       Serendip Altındal



3 Aralık 2016 Cumartesi

AİLE PLANLAMASI..

            Sokaklarda, her geçen gün kimisi daha bedbahtlaşan kimisi de bedhahlaşan insan manzaralarına bakıyorum. Bir de şayet Başkanlık gelirse ilk Başkan kim olsun sorularına; sorunların küllen tepe noktası olduğu halde utanmadan ve hala yüzde elli üstünde, kendi Başkanlık darbesini bile senarize etmiş, nemalandırmış bir Erdoğan cevabı çıkınca, ‘bilmem ki daha ne desek’ demek zorunda kalıyorum.

Çarşı, Pazar ve marketlerde, park, bahçe ve mesire yerlerinde ansız ve hep böyle gideceğini düşünen; ama kredi batağında boğulmak üzere olan diğer insan katmanlarını da bu sözde seçmen ümmetinin üstüne koyduğumuzda, yurdum genelinde bıkkınlık veren, ruh karartan ve ikrah uyandıran bir tabloyu tamamlamış oluyoruz.

            Ve bize de, Mevla bu ülkeye yardım etsin demekten başka da bir söz kalmıyor artık. Oysa Mevla’nın da bize ‘kul ben sana aklı bunun için verdim’ dediğini de düşünmeden edemiyoruz hani. Şimdi, peki çözüm nedir mi diye soruyorsunuz, gözlerimin içine bakarak bana, alışıldık bir klasikle. O halde bir an için benim de size aynı soruyu sorduğuma empati oluşturun lütfen. Çünkü ben de sizden fazla bilmiyorum. Aslında gerçek ve tek ortak paydamız, hanidir kaybetmiş olduğumuz milli huzur ve güvenin biran önce, tekrar aziz yurdumuza avdet etmesidir herhalde.

            Ne yazıktır ki, halen ve utanmadan BOP atanmışı misyoner bir Erdoğan bu ülkede Başkan lider dahi seçilebilecekse, durum milletim adına hiç de normal değildir ve Türk Milleti aziz kimliğinden bile feragat etme istidadında demektir. O halde bu durumda, ipek yolu, Rusya ve Türki Avrasya’nın da Batı kapısı olan son Anadolu Türk Devleti için de deniz bitmiş demek olur ki; Allah yazdıysa bozsun. Çünkü emperyalist Batı ile oluşacak ardışıklı yakınlık, tarihi Asya’nın da karanlığını hazırlayan ana faktör olacaktır. Yani Asya kökenli Türkiye’nin ebedi varlığı, Asya’nın da ebedi garantörüdür aslında.

            MHP gibi tarihi bir muhalefet Partisi Başkanı(!) Bahçeli bile, muhalefeti unutmuş bir parti ortağı edasıyla, Erdoğan’ın Başkanlığını ilan etme yolunda emin adımlarla ilerliyor. Bakıyorum da, herhalde kendisini ve partisini huzur içinde öldüreceklerini ona vaat etmiş olmalılar diye düşünmeden konuyu geçemiyorum.

           
            Cemaatler, tarikatlar fırtınası altında türbülans mağduru olmuş Türkiye’miz, üstüne bir de Dolar çıbanı ve Suriye çıkmazı binince, azgın sularda alabora olmamaya çalışan bir kanonun içindeki yolcu görüntüsü vermeye başlamıştır bu günlerde. Ne ki asil damarlarında Öztürk kanı taşıyan milletimin çelik bağrından elbette her sıkıştığı zamanlarda olduğu gibi yine Atatürkleri çıkıverir bir anda. Bundan hiç kuşkunuz olmasın. Ne var ki emsal Atatürk’ü, yanlış adres ve burnunun kılı bile olamayacak kimliklerden beklememek şartıyla.

            İnsan faktörlü sosyal yapıların ruhani çerçevede baş aktörü olan dinler, toplumların bilimsel/ekonomik kalkınmaları, artan bireysel GSMH payları, seküler gelecekleri, savunu refleksleri, toplumsal refahları, ekonomi/politikaları ve ulusal devamlılıkları bağlamında epistemolojik faktör olarak alınamazlar. O halde nedir, nedendir bu tarikat ve cemaat işleri.

Hangi menfaatlere yönelik, hangi çakalları besleyen tekke, dergâh, vakıf vs. birliktelikleridir bunlar. Adları ne olursa olsun mevcudiyetleri, tanrıyı çeşitli biçim ve savlarla pazarlamaktan, kendilerini ve yandaşları üretim araçlarına patron yapmaktan, Kuranı Ehli Beyt özeğinden sapkın, şeri, epikürist yorumlamaktan başka neye yararlar.

Ve bunların aslında kimler ve ne amaçlar için kullanılmış olduklarını ve/veya olacaklarını araştırmak için, tarihte kısa bir gezinti bile yapmak, ulusal devleti bozmaya, ülkelerini sömürgeleştirmeye yönelik kirli yüzlerini bütün çıplaklığı ile ortaya koymaya fazlasıyla yeterli olacaktır.

Asla unutulmamalıdır ki en hümanist ve bilimsel gözüken, böyle olduğunu iddia eden her tarikat, vakıf, dernek vs. ikonlu bir başkalaşım dahi, sürüden ayrılmayı çağrıştırdığı için emperyalistin hemen iştahını tetikler ve derhal ülkesini sömürgeleştirmeye odaklı angaje edilir. Tıpkı mevcutları gibi amacından sapacak bir parti kurmuş veya elinizle hırsıza yol göstermekle eşdeğerli bir olgu yaratmış olursunuz anlayacağınız.

Ey cemaatler ve tarikatlar; siz hala atı altınızdan kapanların sizi semersiz bıraktıkları yerlerde misiniz? Uyanın ulan, bakın biraz etrafınıza da, idrak edin artık trajikomik hali pür melalinizi. İdrak edin de düşün bari günahsız yavrucukların yakalarından hiç olmazsa, başka da bir halta yaramıyorsanız. Düşün de, o gariplerin de bir tutam yaşam hakları olsun bari sayelerinizde geriye kalan kahırlı ömürlerinde.

Onların da azıcık sevinme, sevme, sevilme nedenleri olabilsin, minimal bile olsa bu yalan dünyada. Gün göremeden yanıp, kavrulup, heder olup göçmesinler dünyalarından. Çünkü onlarda insan olarak doğmuştur hepiniz gibi ve bütün insanlar da doğuşlarından itibaren aynı varoluş hakkına sahiptirler. Ve hayvan dâhil, hiçbir can yaradılışından asla sorumlu tutulamaz. Çekin artık uğursuz ellerinizi, o körpelerin narin bedenlerinden, Allahsızlar!


Gazete de “Badem bıyık ve Turban Akademisi Kanunu” yaftalı bir haber ilişti gözüme. Yani AKP eşrafına, yeni bir kaymaklı getiri daha söz konusuydu yine sonuçta. Düşündüm, kanunlar vakti dolduğunda, yeni kanunlara bırakırlar yerlerini. Demek ki böylesi asosyal çakma kanunların da fazla uzamayacağı açık olan bir süre sonunda yenilenecekleri ve varlıkları dahi hatırlanamayacaklar listesinde yer alacakları kesindir.

 Ne ki bu neviden, OHAL bahanesiyle alelacele çıkarılan ve asla devamlılıkları olamayacak kanunlardan yararlanacak olanlar, bütün aile planlarını yeniden yapmak zorunda kalacaklardır işte o zaman. Yani devran AKP’yi de bitirdiğinde. Onlar için vah ki ne vah demek bile sadece üslupta yer alacaktır!!!

                                                                       Serendip Altındal



19 Kasım 2016 Cumartesi

GARABET..

            Partin ile ilişkin kesilmezse, nasıl tarafsız bir Cumhur başı olarak kalabilirsin ki. Şayet anlayışın ve bilgi düzeyin de buysa, o zaman Fransa ile arandaki OHAL farkını sorgulayarak, onlardakinin anayasal resmiyeti olmayan OHAL; ama sendekinin kendinden menkul BUHAL ve OHAL kararlarının ise sadece süreçle sınırlı olduğunu, öğrenmek zorunda kalacaksın demektir istemesende.

Ne ki yeryüzünde yer almayan, tarihte bile emsallerine az rastlanan, hâsılı garabet tanımlı tüm asosyal modelleri, yüce Türkiye Cumhuriyetine ve onun hümanist anayasasına yakıştıran kafalardaki zihniyeti, bildiğimiz kelimelerle açıklayabilecek tümceleri bir araya getirebilmemiz hayli zorlaşacaktır. Ve bugüne kadar bilinen 39 lehçeli Türkçemize, olası yeni bir lehçe daha yaratmak zorunda kalabileceğiz belki de dostlar.

            Trump’un yönetimini henüz izleyemedik; ama yöntemi şimdiden bellidir. Erdoğan’la diyalog bağını bütün bütün koparmayıp onu, liderliğini yaptığı emperyalist batı bloğundaki askeri kolluk kuvvetine (NATO), yeniden odaklayacak bir ortak çözümde buluşturmak isteyeceği de açıktır.

Bunun için de her şeyden önce, tarafsızlığını çoktan yitiren NATO’dan ayrılmayı düşünen Türkiye’yi, Rusya ve Çin mutabakatından vazgeçirmesi gerekmektedir. Belki Trump kendi algıları bağlamında NATO’yu önemli bulmaz; ama Batı dünyasında liberal kapitalizmin yaşamaya devam edebilmesi ve hayalini kurdukları, Vietnam ve Kore örneğinde olduğu gibi gerektiğinde bir Batı, Doğu Türkiye ikilemini de realize edebilmeleri için, NATO’dan vazgeçilemeyeceğini(!) de iyi bilir.  

Nitekim eli selama bile denk gelmeyen uyurgezer bir asker müsveddesinin arkasında komut bekleyen bir ordunun dramı.  Dış kaynaklı köprüler, kanallar, havaalanları, İstanbul gibi tarihi bir dünya şehrine pompalanarak üst üste istiflenen ve çoğu yabancı, kokarca bir toplum birikimi. Ege Denizinin bir Yunan denizi haline getirilmesi, İzmirli bazı vekiller ağızlarında, “biz ayrılalım da AB ye girelim” zırvalarının dolaşması gibi söylem ve eylemler, Batı ile Doğumuzu ayırmaya yönelik ve böyle bir gelişimi senarize eden çok tehlikeli işaretlerdir, dikkat edile.

Çünkü Türkiye’mizde de sanal İslamcılarla Kemalist milliyetçiler karşı cephelere alınmaya başlamışlardır. Yüzde elli mesajları da açıkça bu durumu betimler. Ve mevzu bölmekse, cephe bayraklarının kıymeti harbiyesi bahse konu bile olmaz artık. Bölünmüş Vietnam, Kore vs. gibi ülkelerin bayrakları, bu ülkelerin nasıl ve kimler tarafından bölündüğü bugün kimin umurunda ki. Bakın çevrelerinde ki ekonomi/politik ve sosyal yaşam takır takır yoluna devam ediyor. Yani sadece vah gidene!

Bir tarafta bu tezgâhlar sessiz, derinden ve alıştıra alıştıra sahnelenirken, siz hala masum çocukların bile dokunulamaz mahremiyetleriyle uğraşıp yandaş sapkınlarınız için ahlaksız kanunlar çıkartarak çakma gündemler yaratıp oturun, ahlak erozyonlu müstevliler sizi. Dikkat edin de, sizler Başkanlık ve yeni Osmanlı teraneleri sallıyorken İstanbul merkezli yeni Bizans kurulmasın. Gökdelenler, konaklar, köprüler diktiğiniz topraklarınızın üstünde. Belki de onları size yaptırıyorlar, sizi ırgat olarak kullanıyorlardır, ilerideki varlıklarını inşa edesiniz diye, kim bilir. Öyle ya kara akçeler, hibeler neden, niçin geliyor sanıyorsunuz?

Sonra hangi mal varlıklarınızdan bahsedebileceksiniz ki. Şakanın sonunda kakaya dönüştüğü de bilinir. Siz birilerini gıdıkladığınızı düşünürken bir anda üstünüze barsakları boşalıverir ve altında boğulur kalırsınız. Ceplerinizdeki, ayakkabı kutularınızda ve kasalarınızdakilere de fazla güvenmeyin, nasılsa aynı mealde haydan gelen de yine huya gidecektir bilesiniz.

O halde bir yanda bu hazırlıklar yapılıyorken, bize öncelikle bazı elma şekeri nitelikli, göstermelik ödünler verileceği de anlaşılır olmalıdır. Bunu biliyor ve bekliyoruz da. Sonrasında, malum eski tas eski hamam vecibeleriyle arkasının da geleceği olasıdır yine. Ve bu yeni durum Erdoğan ve yandaş iş dünyası için hiç de önemli değildir. Zira nasıl olsa kazı çevirmeye alışıktırlar yanmasın diye. Lakin bundan Türkiye’mizin asal kazancı ne olur. İşte asıl soru da budur aslında bizi kucaklayan.

            Bağlamındaki yorumlar, sebep sonuç ilişkileri doğrultusundaki mantık çerçevesinde yapılırken; yazarlarının kişisel tercihlerini de yansıtacaklardır hiç şüphesiz. O halde peşinen kendi adıma; Avrasya öz kaynağımda demir atarak, tam bağımsız, Kemalist kalkınma ile refah geleceğimin ayrılamaz bağını da öngörebilen bir anlayışa sahibim. Ve her halükarda Rusya ve Çin işbirliğinden yanayım.

Bu anlayışla da AB&ABD ilişkilerimi, ancak var olacak yeni bir yapılanma ile pekiştirdiğim milli gücümü tekrar oluşturduktan ve emperyalist Batı karşısında eşit kuvvetler prensibiyle ayakta durabileceğim zaman, ele almayı öngörüyorum. Tıpkı Rusya veya Çin’in ABD karşısında ki ödün vermeyen duruşları gibi anlayacağınız.

            Çünkü her şeyden önce, yeni Cumhuriyetimiz kurulduktan hemen sonra 1923-1938 döneminde, ekonomik tam bağımsızlığını elde etmiş, kalkınan ülkeler yıldızı olmuş bir Atatürk Türkiye’sinin, siyasi bağımsızlığını da yeniden elde etmiş olacağını ve buna olan ihtiyacımızın da milli müktesebatımızı ayakta tutacak bir olmazsa olmaz olduğunu, adım gibi biliyorum. Ayrıca bunun vazgeçilemez müktesep hakkımız olduğuna, dünya uygarlığının atası olmuş Türk Ulusunun özgün bir ferdi olarak da bütün benliğimle inanıyorum.

            İşte ancak tam bağımsız olunduğunda, mesela; Almanya ile Fransa, İngiltere ile ABD vs. ilişkileri mentalinde bir özgüvenle, diğer devletlerle karşılıklı; ama birbirinden tam bağımsız ve iki tarafında kazançlarının olduğu bir ekonomik/siyaset ortaklığı yürütülebileceğine olan inancımı da belirtmek istiyorum. Yani AB şimdi bizi mevcut şartlarımızda hemen üye yapmaya bile kalksa; acaba eniştemiz bizi niye öptü diye sorgulamam ve bu teklife asla balıklama atlamamam gereğini de fazlasıyla idrak edebiliyorum.


            Son günlerde Erdoğan’ın Batıyı hedef gösteren stratejisi, aslında arka plandaki gizli oyuncu İsrail’in işine yarıyor. 18 Ocak 2017 den itibaren resmiyet kazanacak olan Trump misyonu ile Türkiye’mizin siyaset lastiği uluslararası planda daha da gerileceği için, oluşacak siyasi ortamda geri planda kalmamak ve güvenlik umudu olan Türkiye’den azami nasiplenebilmek bağlamında İsrail’in, Türkiye’ye acilen bir Büyük Elçi ataması da dikkatleri çekiyor. Çünkü bu atamanın zamanlaması da iyi seçilmiştir elbette. Yani bunun açık Türkçesi, İsrail’in Trump’dan önce Türkiye’de mevzie yatmaya hazırlanıyor olduğudur.

            Başkanlık projesinin temelinin, daha Bush ile başlayan BOP döneminde Erdoğan’a misyon olarak atıldığı unutulmadı. Türkiye Cumhuriyetinden bozularak, Kürdistan Federasyonlu bir Yeni Osmanlı Cumhuriyetinin şekillendirilmesi hedefli, ayrıca yeni devlet isminde Türk ifadesinin bile yer almayacağı bir devlet karalamasının, aynı projenin Anadolu ayağı olduğu da biliniyordu.

İşte tam da bu günlerde, o projenin devamı olan ve İsrail Büyük Elçiliği yaftasıyla tanımlanan, içinde bürokrattan fazla istihbarat ajanını barındıracak olan ve mevcut olanlar sanki yetmiyormuş gibi bir yenisi daha oluşturulan, bir başka şer yuvasının varlığına da hazırlanalım o zaman. Her şeye rağmen çok iyi biliyoruz ki, bu hikâyenin de bir sonu vardır.

Ve onu da Atatürk’ün Ordumilleti yazacaktır yine…

                                                                                              Serendip Altındal



6 Kasım 2016 Pazar

ŞER YUVASI..

           Kürdistan oyununda orta sahayı zorunlu olarak Türkiye + Rusya ittifakına bırakan ABD, sararan ümidini tekrar yeşertebilmek için PKK çetesini, Güneydoğumuzda ağırlıklı olarak şehir merkezli patlamalar gerçekleştirmeye odaklayarak yeni arayışlara girdi. Böylelikle de yöre halkını bir zamanlar olduğu gibi canından bezdirip bir iç isyana yönlendirebileceğini düşünüyor anlaşılan.

            Bir diğer düşünce de şayet halkı ayaklandırmaya yine de başarılı olamazsa, diğer tarafta Başkanlık şemsiyesi altında ki bir Erdoğan’a endeksli, federasyon paradoksuna bel bağlayacak olduğu yönündedir. Yani neresinden bakılırsa bakılsın, Anayasa ve dini ile oynanmış – yumuşatılmış –, Ulusal kimliğinden vazgeçirilmiş, federatif bir Türkiye ve/veya İslam Cumhuriyetini, Türk Milletine tek kurtuluş yolu olarak benimsetmenin hedeflendiği anlaşılıyor. Şaka gibi, yüce Türkiye Cumhuriyeti değil de, düşkünler yurdunda aşı yapılıyor sanki!

Yani sonuçta, özellikle de yerleşim merkezlerinde patlamalı yöresel terörün önünün alınamayacağı intibaının (algısının), vatandaş bireyler tarafından, ümitleri kırılmış ve kendilerini kötümser kılmak adına kabul ettirilmesinin, tasarlanmış olduğu görülüyor. Ve yine görülüyor ki TSK ile kora kor bir mücadeleye giremeyecek olan ve artık işi bu mecraya getirmek zorunda kalan ABD, Lejyonerleriyle de hedefine ulaşamayacağı çaresizliğinde olduğunu, bir kere daha ortaya koymuş oluyor.

Irak ve Suriye’nin Kuzeyinde planladığı Kürt koridorundan gittikçe uzaklaşan ve eriyen ABD, daha ne kadar katı tutumunda ısrar edebileceğini düşünüyor acaba? Bu arada düşmanlarımız kafalarındaki yeni Türkiye’yi oluşturuyor(!) ve yurdum insanı da pisipisine telef oluyorken, Sarayda ki Erdoğan, ‘yağmasan da gürle’ minvalinde sallamaya devam ediyor. Öte yanda baş İmamı Binali ise bir şeyler söylemeye çalışıyor. Ne mi söylüyor? Kem küm, küm kem…


İşin esasına bakarsanız, bırakın hesap kitap yapmasını, özverili, toplumu ayrıştırmayan, geniş açılı bir iç/dış politika uygulamasını, gelecek on gününü bile planlayabilmeye muktedir olmayan bir AKP Hükümetinden, acilen kurtulma mecburiyeti, her geçen gün daha da bir aciliyet kazanıyor.

Yürek karartan bu duruma ciddi olarak bir çözüm aranıyorsa; bir kere taraflar şapkalarını önlerine koyup tek parça halinde bir Atatürk Cumhuriyeti Türkiye’sinde ve onun bağımsız, bölünemezliğinde anlaşmak zorunda olduklarını kabul ederler. Yani bu bağlamda en küçük bir taviz dahi verilemezdir meraklısına ve tek tabanlı bir milli hükümet kurulması zorunlu hale gelmiştir.

İlle de ben Kürt’üm diyen şayet, aziz vatanımızda Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşlık haklarını kabul edip o haklara uyarak yaşıyor veya yaşayacaksa, Türk Ulusunun bir Türk bireyi olarak ve Türk milletinin bağrında ilelebet yaşamaya devam eder. Değilse de defolup, arzu ettiği bir ülkeye gider. Yok, tek çözüm silah diyorlarsa, sonunda o silahlarının münasip yerlerine sokulacağını da bilmek zorundadırlar. Bilhassa da bu son madde, Demirtaş ve çetesine çok açık ve anlayacakları dilde tebliğ edilmeli, ihanet ve şer yuvası olan partileri de derhal kapatılmalıdır.

Çünkü HDP için artık deniz bitmiştir. HDP denen ABD kuklasının bataryasını çıkarmakta, aslında geç bile kalınmıştır. FETÖ, PKK açılımı, fundamental değerlerlerimizle oynanması ve HDP ihanet şebekesini meclise sokuncaya kadar, her yönde yolsuzluk dâhil, ülkeyi karartan ne kadar icraat varsa hepsinin tek sorumlusu olan AKP Hükümetini, kendi ekseni etrafında yapacağı 720 derecelik iki tur bile, Türk adaletinin elinden kurtaramayacaktır.

ABD adlı şarlatanlar ülkesinin sözcüsü Kirby nam birader, ‘tavşana kaç, tazıya kovala’ edebiyatına hemen sarıldı yine. Çünkü arka planda iğneden ipliğe donattıkları PKK’ya, Güneydoğuda ‘şehir içi patlamalarını kesin’ derken arkasından hiç soğutmadan, HDP ye yapılan tutuklamaları kınayan mesajını da araya sokuşturmayı ihmal etmemesi, başka da bir anlam taşırmıydı acaba?

Adı ve menşei ne olursa olsun emisyon ürünü olan ve senyoraj hakkından başka da hiçbir kıymeti harbiyesi olmayan herhangi bir banknot – ulusal para birimi -, yaşam boyunca uluslararası tedavül birimi olarak kalamaz. Sonunda tedavül, tarih öncelerinde olduğu gibi yine altın vs. – edel metal – değer birimleriyle yapılacaktır. Hele de bir nükleer harp sonrasında. Dolayısıyla da altın, platin vs. gibi üst değer (edel) metal birim rezervleri boşuna harcanmamalı ve kötü günler için mutlaka saklanmalıdır.

Unutulmasın ki bugün de bir gün, yarınların tarih öncesi olacaktır. Ve o zaman altın vb. yine ulusların tek değer varlığı olacaktır. Ve sen hala Batı’mı, Doğu’mu deyip duruyorsun. Bak, bugün bile Batının bütün mal varlığı neredeyse Doğu’nun elindedir. Yarın müktesebatı da yine elinde olacak ve tamam mı devam mı haklarına Doğu karar verecektir. Tıpkı bir zamanlar ön atalarının elinde olduğu gibi. Senin özün aynı bağlamda geleceğindir ve o da doğudadır, bunu bil ve hiç unutma.

Batıda kalırsan en fazla manda; ama doğuda safını tutarsan, özüne dönüp tekrar adam olursun, bunu da unutma. Eğer Batı da olmalı diyorsan, onların kapısını, ancak bağımsız ve güçlü bir Atatürk Cumhuriyeti olarak çalmak zorunda olduğunu da asla aklından çıkarmamalısın ki orada bir söz hakkın olabilsin ve adam yerine de konabilesin.

Ya S&P palyaçolarının siyasal güne göre şerbetli, inişli çıkışlı, bizi kafaya almaya yönelik notlamalarına ne demeli. Emperyalistin uluslararası finans Mafyasının oynak rüzgârı olmaktan başka. Ve böylece de anlaşılıyor ki çok uluslu emperyalist, içimizdeki mandacılarından hala umudunu kesmedi…

                                                                       Serendip Altındal



1 Kasım 2016 Salı

KARİYER..

            Hemen ertesi günü, birilerinin takıntılı muhalefetine rağmen, orijinalı değil de kopyası olduğu ilhamına kapıldığım ve bunu açıkladığım yazımı da derhal paylaştığım, 15 Temmuz tarihli kurşun askerli gösteriyi, bugün birçok milliyetçi aydınımız da, aklın yolu birdir doğrusuna tutunarak, aynı doğrultuda algılamaya nihayet başladılar.

            Uzaklarda aramaya hiç gerek yok. Ortada sırıtan sebep sonuç ilişkisine bakılsın yeter. Olayların daha görüntüleriyle birlikte, önceden hazır kıta bekletilen figüranların hemen ilk tankın üstünde bitmesi o kadar ani oldu ki olayların farkında olmayan ve manevra algısı içinde olan askercikler bile şaşkınlık içinde kaldılar. Sözde bir darbe yapmakta olduklarını, boşu boşuna dayak yemeden, kafalarını bile bu barbarlara teslim etmeden önce, bu göstericilerden öğrenebildiler ancak.

            Olaylar daha devam ederken, önceden ayarlamalı İmamların hemen camilerde sala okumaya başlaması, milli istihbarat ve savunma erkinin neredeyse ortadan yok olması, Cumhur başının ne hikmetse bir türlü bulunamaması(!), üstü açık; ama bir o kadar da cevaplarını kendi içinde taşıyan sorulardır. Aslında askerî olmayan, yerli ve yabancı ajanlar eliyle daha başından itibaren acemice bir beceriksizliğe mahkûm – ki işte en esaslı delil de budur – edilişi gibi hususlar, bu sanallığın en bariz göstergeleriydi.

Ve sıradan bir düz akıl bile bunu asla yememeliydi aslında. Ne var ki birileri diğer tarafta ne hikmetse, Amerika ile savaş halinde olduğumuza inanmakta, bizi de buna ikna etmeye çalışmakta ya da sadece beyan etmekteydiler. Oysa biz sadece yeni bir Amerikan filmi seyretmiştik hep birlikte. Ama sonuçları giderek senaryosunun amaçladığı gibi, BU HAL e dönüşmekte olan bir Amerikan filmi. Yalnız Amerikan yerine FETO senaryosu başlığı kullanılacaktı doğal olarak da şüphesiz. Tek fark da buydu.

Şayet TSK içerikli bir gerçek darbe olsaydı, belki de hiçbirimiz - ki buna en başta da Erdoğan’ların özenti şeriat ve yeni Osmanlı Hükümeti dâhildir – şimdi bunları konuşamıyor olurduk. Darbenin seyrini asıl tersine çeviren TSK’dır derseniz, bakın ona varım işte. Çünkü çakma darbenin önü TSK eliyle alınmasaydı, daha ikna edebilecekleri ve kontrolü tamamen kendi ellerine alabilecekleri bir finiş ile sonlanacağı da kesindi. Yani TSK asıl oyunu bozmuş oldu. Belki de KHK’larda ki TSK ile ilgili son kararlar bunun rövanşı nedeniyledir.

Elbette FETÖ ve AKP aynı prensip esaslarında birbirini tamamlayan örgütler oldukları için, birlikte muhtemel bir Başkanlığın da arkasına gizlenip, önce Anayasa ve sonrasında da Cumhuriyeti değiştirerek; federatif Kürdistan muhtevasını da içiren bir yumuşak İslam Cumhuriyeti Devletine, yapay geçişi sağlayacak zemini de oluşturacaklardı. Şimdi Fırat Kalkanı operasyonlarını ön plana taşıyıp dikkat çekerek, arka planda çaktırmadan ve ABD mihmandarlığında darbe takviyesiyle de önleri açılarak, yine aynı hedefe doğru yürüdükleri görülüyor.

Bu bağlamda da eldeki tek figür olan Erdoğan’dan sonuna kadar azami fayda sağlanacak veya emperyalist tabirle de Erdoğan, kanı bitinceye kadar emilecektir. İşte meselenin de esası budur. Şimdi sebep sonuç ilişkisi herhangi bir paradigmaya da mahal bırakmayacak açıklıkla ortada sırıtıyorken, yine birileri öküz altında buzağı aramaya devam edeceklerdir kuşkusuz. Şayet bunu yapmasalardı eşyanın tabiatına da karşı çıkmış olurlardı ki eldeki insan kaynağına da bakınca, bunun neden mümkün olamayacağı daha iyi anlaşılıyor. 

Artık bütün kozlarını harcayan ve vatandaşını ikna edebilmek için elinde fazla da malzemesi kalmayan Erdoğan, bu eksiğini şimdi Muhtar misafirleri önünde var kuvvet salladığı tiratlarıyla kapamaya çalışıyor. Nitekim Cumhuriyet anısına Anıtkabir de ki söylevinde, eline verilen yazılı metni özen ve dikkatle okumak zorunda kalması, aslında kendi iplerinin de başkalarının elinde olduğunu gösteriyor.

Yani birileri onun, hem de böyle bir önemi büyük günde Türk Milleti önünde irticalen sallamasına ve yine kontrolsüz saçmalamasına müsaade ederek, Türk Milletinin gazabını üstüne çekmek istemiyorlar. Ve buna da azami özen gösteriyorlar nedense. Yoksa bunun nedeni Türk Ulusunun karşısında tek başına kalmak istemeyen ABD’nin, çakma Kürdistan hedefinde açık düşmemek üzere bize karşı bir cephe açamamasıyla aynı sayfada mı yazıyor.

Çünkü bir zamanlar, yeni katliam silahlarını 3 cü dünyaya, aslında planda çoktan bitirdiği harbi barbarca uzatarak ve yok yere insafsızca telef ettiği çoluk çocuğun ölüleri üstünden pazarlamasına rağmen, yine de geride kalan çoluk çocuk askerlerinin savunduğu Vietnam'ı, apar topar terk etmek zorunda kalmıştı. Biliyor ki şimdi de aynı şartlarda yüce Türk Ordumilleti, vaktiyle Vietnamlı çoluk çocuğun bile yaptığı gibi kendisini, en az 10 defa ülkesinden sümkürecektir. Azami dikkat kesilmesinin ve üniformasını çıkarıp, beslediği eşkıyayla aynı yastığa baş koymasında ki ana neden de bu olmalıdır herhalde.


İki zamanlı motor kafalı ve aşağı yukarı inip kalkarak, bulduğu her avantanın üstüne atlamaktan başka da bir halta yaramayan AKP yalakalarına tavsiyem; AKP ile bütün bağlarını acilen koparmaları ve daha fazla da gecikmeden araziye uymalarıdır. Çünkü saat çaldığında, MHP asalaklarıyla birlikte, araziye uyan FETO’cular gibi fellik fellik aranıp tasfiye edilmelerine fazla da vakitleri kalmamıştır. Bunu o iki zamanlı motorlarına yakıt yapmaları gerekiyor artık biraderlerin.

Partisinde endişe verici gelişmelerin farkındalığında olarak artık dört zamanlı işlemeye başlayan motorlarda ki sayısal artış, Erdoğan’ı da dişine göre gördüğü muhtarlara yöneltmiştir. Muhtarları kafaya almak amaçlı yapılan toplantılar boşuna değildir. Aslında yeni taraftarlara ihtiyaç vardır. Ve zannedilmektedir ki Muhtarlar seçmen organizasyonunda önemli bir taban role sahiptir. Aslında boşuna da değildir bu düşünce, bizim ülkede.

Ne var ki devran değişmiştir ve muhtarlarda artık toplantılardan yedikleri içtikleriyle ayrılıp ötede bildiklerini okumaya devam ediyorlar. Çünkü onlarda ki giderek yoğunlaşan ve gerçekleri sorgulayan pesimist görüntü de dikkatlerden kaçmamaktadır artık. Yani şafak atmış ve masalcının mumu da etkisini yitirmiştir böylece.


Kısa, kısa:

Siyahi oyuncular bizim takımlarda oynasalar, kıçları sıkıştığında hemen ‘kabilenize dönün’ yaygaraları koparırlar, kendi takımlarında oynayınca da acele onların kabileleri olup vatandaşlık bile verirler. Kimdir mi bunlar? Boşuna adam sandığınız oysa asılları ırkçı, faşist ve sahte Demokrat olan Avrupalı dostlarımızdır(!) işte bunlar. 

‘Amerika Kürdistanı Nasıl Kurdu’ son günlerde satılmakta olan bir kitap ismidir bu. Yazarı ve bunu neden yazdığı beni hiç alakadar etmiyor. Kitabın içinde ne yazdığını da bilmiyorum. Beni tek alakadar eden husus, kitap başlığının aslında bir ters algı yaratmak amaçlı olduğudur. Çünkü Amerika bir Kürdistan kuramamıştır; ama amaçlamıştır. Yoksa bizden olduğunu söyleyen birileri, bunca şehitlerimize rağmen bunu mu arzulamaktadırlar. Ve böyle bir kitap kampanyasından, Ulusalcı bildiklerimizin menfaatleri ne olabilir. İşte bunu anlamak zor; sineye çekmekse daha da zordur.

CHP Başkan yardımcısına yapılan silahlı saldırı ve yapan avanağın da sahibinden ödül bile bekleyen aşırı devlet sevgisi(!)  faşist yasalarla alelacele çıkarılan KHK’lar, özgür medya baskınları, yoğunlaşan tutuklamalarla, travmatik ve paranoyak kararlar gösteriyor ki Erdoğanlar, ABD&İsrail ve hempalarından aldıkları gazla tempoyu arttırdılar. Özellikle de çakma ülkücüleri kaşıyıp CHP’nin üstüne salmaları, maalesef aslında bir Türkiye klasiğidir.

Ve biz bu filmi çok seyretmişizdir. Bundan sonra Rektörleri de muhterem bademler atayacakmış artık. Desenize çocuklarımız boşuna kariyer planları yapacaklar demektir. Siz de pahalı kurslarına boşuna paralarınızı kaptırmayın. Zira liyakat yok olursa, kariyeri de ara ki bulasın. Sonuçta paralarınız ve ağlamaklı çocuklarınızla tufaya gelmiş olursunuz.

Başkanlığı postaya bile vermeden eliyle Erdoğan’a hediye eden Bahçeli, hadi sıkıntılıdır, akli melekesi erozyondadır anladık. Pekiyi yanındakiler kavanozda turşumudurlar da, hiç idrakleri kalmamıştır. Tam yetkilendirecekleri Erdoğan ve taifesinin ilk önce de kendilerinden kurtulacağını ve ilk ağlayacak olanların aslında kendileri olacağını bir türlü idrak edemezler.

Hele ‘başkanlığın mutlak önü alınmalıdır’ mealinde yine şakımaya başlayan suskun Baykal, Erdoğan’ı bizatihi kendi eliyle ülkesinin bu kara günlerinin ve kendi hezimetinin de tek sahibi yaptığını, nasıl bu kadar çabuk unutur. Oysa ayakta kalabilseydi, Erdoğan’ı daha yolun başında durdurabilecek tek adam olduğu için, eliyle ve çirkin bir tuluatla nasıl çabuk harcandığını hatırlamaz da, kapalı kapılar arkasında bir de onunla hararetli muhabbetlere dalar. Hani kamu önünde bir öpüşmedikleri kalmıştır.

Ne var ki ne hikmetse hep bu ikircikli uyarlamaların sonu da çabuk gelmiştir. Şimdi işler yine bu kerteye yoğunlaşmıştır artık. Erdoğan kendisine verilen misyon gereği, zorunlu olarak almak zorunda kaldığı kararları aldığı içinde hiç memnun görünmüyor, bana sorarsanız. Ama iktidarda kalmak istediği için mecbur olduğunu da biliyor. Yoksa oldubittiye getirilip acilen ayakaltından çekileceğini de iyi biliyor. Bu bağlamda da Zarrap davasını muhtemelen büyük bir dikkatle izliyor.

Diğer taraftan da hiç unutmuyor ki özeğe dönük ihanet faturası da, gittikçe kabarıyor. Velhasıl aşağı baksa sakal, yukarı baksa bıyık ikileminde ve iki ateş arasında kalmışlığın baskısı altında sıkışan bir ruh haletindedir artık. Yani çok zor bir durumdadır ve Allah kimseyi de böyle bir konumda bırakmasın. Biz mi? Biz biraz daha bekleyeceğiz. İkbal mi? Erdoğan ve Bahçeli’nin ki gibi olanı yerinde kalsın…

                                                                       Serendip Altındal