27 Aralık 2015 Pazar

DOĞUM SANCISI..

            Ülkem şimdilerde doğum sancısı çekiyor. Merakla ne doğuracak diye bekliyoruz. İnşallah bir hilkat garibesi doğurmaz da, bundan sonra kalan ömrümüzü onu da yaşatmaya adamayız. ABD’yi geri plana itmeye hazırlanan ve ortak liderli, ulusal haklara saygılı, olması gerektiği gibi cemiyeti akvam mekânı olmaya aday olan yeni bir dünyada yaşıyoruz artık.

Tam da kendisinden beklenen pozisyonunu ve en azından kendi coğrafyasında misakı millisini daha da pekiştirerek sahiplenmesi gereken Türkiye’miz; aslında kendisini kendi eliyle ve âdemi bir ahmaklıkla çıkmaza sokmuştur. Üstüne de devletçilik vasıfları olmayan ucuz siyasiler ve atık yağlarla kavrulmuş liderlerde ısrar eden beyinsizliği ile de, kendi kendisini içine düşürdüğü çaresizliği, adeta yedi düvele açıkça deklare etmiştir.

            Bundan sonra aynı kulvarda, aynı nefes darlığı ile koşmaya devam eden bir atletten başka da ne beklenebilir, ona başka ne söylenebilir ki. Allah yardım etsin de bari yarışın sonunu görebilsin demekten başka. Ne ki, konu Türkiye ve orası da vatanımız olunca durum değişiyor ve nefes darlığını aşmak gerekiyor elbette. Bir şeyler demekten öte de, artık bir şeyler YAPMAK farz oluyor. Ve yeni bir Kuvayı milli rüzgârın acilen pupadan yelkenlerimizi üflemesi gerekiyor. Pekiyi rüzgâr esmezse ne yapacağız. O zaman da çala kürek dostlar. Bilmem anlatabildik mi?

            Tek tek ayrıntılara girip de neden, niçin sorularını ayrıştırmaya gerek yok.  Hele de çalakalem şişirilmiş, çoğu kurgusal, geniş bir ayrıntılar ve fasaryalar denizinde boğuluyorken. Şayet bu denizde boğulmak istemiyorsak, artık biran önce son gücümüzü kullanarak tek hedefe odaklanıp, kendimizi karaya atmamız gerekiyor o halde. “Yoksa” demeye de dilim varmıyor artık. Bilmem anlaşabiliyor muyuz?

Yani bebek normal mi yoksa sezeryanla mı doğacaktır, vakti gelince öğreneceğiz, ne ki önce doğum gününün yaklaşmakta olduğunu bilelim yeter. Şayet arabanızla taşlı ve engebeli bir arazide yol almak zorundaysanız, en azından sağlam bir yedek lastiğiniz, uygun bir bijon anahtarınız – ki yanlış bir anahtarla yolda kaldığımdan bunun eksikliğini çok iyi bilirim – ve krikonuz olmalı mutlaka yanınızda. Demem o ki arzu edilmeyen sürprizlere de hazırlıklı olmalıyız, sözün özüyle.


Tek kutuplu Dünya derken, ABD bloğu ile Rusya paravanı arasında kırmızıçizgilerle ayrılmış iki kutuplu bir Dünya da yaşıyoruz eskiden olduğu gibi bugün de yine. Yani Gorbaçov vizeli Perestroykadan bugüne, bir şey değişmemiş anlayacağınız bu yaşlı Dünyada. İşte böyle bir Dünyada Türkiye’mizin, başındaki iktidarsızlar tarafından tarihinde hiç olmadığı kadar yalnızlaştırılıp kaybedenler listesine oturtulmasını, inanın Osmanlı bile yaşamamıştı. Böylesi bir durumda da Türkiye’miz, Dünya siyaset arenasına hem de hiç olmadığı kadar sağlam basması gerekiyorken, bunu sağlayabilmekten çok uzaktaki AKP ve “lilerinden” ilk önce ve acilen kurtulmak zorundadır. Yoksa ülkemizde asla huzur ve güven sağlanamayacaktır.

 Esasen güvenin olmadığı yerde huzur da olamaz. Tıpkı mantığın, dolayısı ile de ahlakın ve dolaylı olarak da adaletin olamayacağı ve bu ögelerden birisinin eksikliğinde dahi, bütün sistemin yerle bir olacağı gibi. Ve bu tarife de bugünkü Türkiye, ne yazık ki cuk oturuyor. İşte sizi böylesi bir keşmekeşin içinde, hem de kendi seçiminizle bırakan farkındasızlığınızın, ne zaman farkına varacaksınız.

Gıdım emekli maaşlarınızı bile çekerken, sizin için önemli meblağların artı faizleri için ATM’lerde alıkonduğu ülkenizde; gözlerinizin artık açılması, uçup kaçan aklınızın başınıza geri dönebilmesi için, bu yetersizlerin size daha neler yapması, sizi daha ne kadar hiçlemesi gerekiyor, ey ümmeti Muhammed! 

Milli varlığımız için aslında en büyük düşman, sıcak para – menşei belirsiz kara sermaye – denilen ABD güdümlü emperyalist finansmandır. Bizi atıl bırakan ana neden de budur. Çünkü bu para ile sivil (kamu kurumları, şirketler, basın vb.) ve resmi (asker, polis, yargı vs.) içinde gizlenen karşı devrim kadrolarının, bordrosuz gizli ücretleri ödenir. AKP partisi ve bilinenden de öte gizli patronları olan bir Erdoğan varlığının gözle görülür, elle tutulur bütün olumsuzluklarına rağmen hala egemen olmalarının tek ana nedeni de işte budur aslında. Çünkü ABD ve emperyalist çetesi, hedefine bunlarsız ulaşamayacağını düşünmektedir. Ne var ki bunlarla da ulaşamayacaktır.

Dolayısıyla da içimizdeki düşman zannedilenden de güçlüdür. Çünkü bunun adı kara sermayedir. Yalnız çok iyi de bilinmelidir ki; Türk varlığının akıl gücü de sonsuzdur. Bu yüzden de zaten, Homosaphien den bu yana varlığını sürdürmemiş midir? Ve bu varlık, kara deliğin diğer ucunda kuantlarına (tanrı maddesi) ayrıştıktan sonrasında, yani halk diliyle mahşerden sonra da, aynı evrenin zaman eğrisi içindeki ışık ötesi mekânlarında veya bir paralel evrende varlığını sürdürmeye devam edecektir. Özetle de Türk ölümsüzdür.

Bilelim ki, insanoğlu için var olan tanrısal karanlık giderek aydınlanmaktadır. Tıpkı bizi yaşatan Güneş doğarken, daha önce karanlık olan bölgelerin yavaş yavaş aydınlandığı gibi. Malum, Felsefe zifiri karanlığın mum ışığıdır. Onsuz da hiç olmaz. Şimdi bunlara birileri kurgu mu, fantezi mi ya da ne diyeceklerse; ama onlara soralım o zaman: Haydi varmısınız bahse. Bana aksini ispat edebilecek misiniz? Ve bu soru evrenseldir, tüm bilim dünyasına da sorulmaktadır aynı zamanda.


Gençliğini yok olmaktaki bir ümmetten soyutlayıp özgün bireyler haline getirdiği ülkesinde, mübarek ismi bile bağnaz müstevliler tarafından gençlerinin spor sahalarından silinmekte olan BİRİNCİ ADAM, bu ahde vefasızlığı hak etmek için ne yapmıştı, günahı neydi acaba? Kendisinden sonraki, silah arkadaşı İKİNCİ ADAMIN ölüm yıldönümünde, gel de derin bir “aaaah” çekme ve tüm alınları öpülesi, hak yoluna Şehit olmuşlarımızın ruhlarına yine ağıt yakma şimdi.

§ İkinci Dünya Savaşından sonraki günlerde “Bizi ekmeksiz bıraktınız” diyen kıza yanıt vermişti o İnönü: “Ama sizi babasız bırakmadım…”
(……..)
Dün İnönü’nün ölüm yıldönümüydü…
Özür dilemelisiniz!...

Gazeteci yazar Bekir Coşkun’un, ibret alınması ve “kalemine sağlık” denmesi gereken dünkü köşe yazısının son paragrafı ile bitirmek istedim yazımı. Bütün olumsuzluklara rağmen 2016 yılının başta aziz vatanımıza, sonra size ve tüm aile bireylerinize, mutluluk ve esenlikler getirmesini dilerim. Sağlıkla; ama başlarınız hep yukarıda kalın…
                                                                     
                                                                                       Serendip Altındal



19 Aralık 2015 Cumartesi

BİZİM SANCAR'lara..

            Bizim Nobel Fatihi Sancar, sadece Dünya çapında bir bilim adamı değil, aynı zamanda çok derin bir entelektüel olduğunu da ispat etti. Çünkü kendisini bile kimliksiz bırakmaya kalkanlar, oybirliği ile verdikleri herkese nasip olmayan ödülü, adını silmek istedikleri atasına armağan eden bir aydın tarafından, hiç böylesine zarif; ama akıl dolu protesto edilmemişlerdi şimdiye kadar. Seni bu nedenle de defalarca kutlamak gerekir sevgili Sancar. İyi ki varsın, varlığınla sağ ol!

            Atanı, milli Türk kimliğini ve seni sen yapan aziz vatanını kucaklayan zarafette, her biri birbirinden özgün ve anlamlı ince zekâ ürünü mesajlarınla, inanıyorum ki gerçek bir dhi olarak, ellerinden Nobel’i aldığın Batılılarında kalplerini bir kere daha fethetmişsindir mutlaka. Çünkü onlar neresinden baksan, sana, “ödülünü neden Genel Kurmaya verdin” diye soranlardan çok daha akıllı ve adamdırlar kuşkusuz.

            Ayrıca bu yönünle de bir dậhi olarak Nobel’i, ananın ak sütü gibi neden hak ettiğini de tüm dost ve başarını hazmedemeyenlerin gözlerine bir kere daha soktun. Seni bu nedenlerle de defalarca kutluyor, başarılarının devamını diliyorum aziz kardeşim…


            İçi boş vasıfsızların önünde eğilip, etek öpmekten bel fıtığı olmuş (Prof.) Etiketli besleme yarı aydınlara verdiğin adamlık dersinle de, kadim kişiliğinin yanında adeta yok olan o zavallıların çürümüş zihinlerini, daha da perişan etmiş olmalısındır mutlaka. Öz vatanında, Yüce Atatürk’ün yoktan var ettiği imkânlarla adam olan sen, söyle nasıl, büyüklerin tarafından bile eli defalarca öpülmesi gereken bir adam gibi adam olarak yetiştin böyle.

Saygıdeğer ailenin de payı kuşkusuz çok büyüktür senin gelişmende. Hele ağabeyinin elini öperken de sahibi olduğun adamlığını, gözümüze tekrar sokmadın mı aslında. “Hey benim aziz vatanım, meğer neler yüceliyormuş sende” dedirterek yeniden umutlarımı yeşerttin kardeşim, tekrar Sağ ol!

            Gerçek bir aydının nasıl olması gerektiğini sadece Türk insanına değil, bütün dünyaya bir kere daha öğretmiş oldun. Adam gibi adam, yüce insan, bana ve benim gibi düşünenlere, hele de bu kahırlı günlerde verdiğin haz dolu umudu, inan ki tarif edebilmem mümkün değil. Bu yazdıklarım, mütevazı, adam gibi adam kişiliğinle ki sence hak etmediğini(!) sandığın ifadeler de olsa, bil ki öyle değil. Senin gibi varlığından büyük onur duyduğum bir vatandaşım için azı değil, daha fazlası olmalıydı aslında.


            Kariyerinin en üst noktasında olduğuna göre, şayet hayattan yeni kariyer talebin varsa, önünde iki alternatifin var demektir artık. Ticari amaçlarla cam şişelerde yapılan döllenmeler, yoksa yeni sakat nesiller mi yaratıyor. Çünkü giderek insan etiği değer yargılarını değiştirmeye başladı. Ayaklar baş, başlar ayak olmaya başladığına, suçlunun haklı, haklının suçlu olduğuna bakılırsa, geleceğin insanını, neslini canavarlaştırmak adına korkunç bir tehlike bekliyor demektir. İşte ışık dostu Sancar, henüz bakir bir alan olan bu konuda araştırma yaparsan kesin bir Nobel daha kazanırsın. Bu alternatiflerin birisidir, diğeri ise siyaseti seçmendir bana göre.

            Aziz kardeşim Sancar, hiç siyasete girmeyi düşünmedin mi? Çünkü bilim dalında bir aydının erişebileceği tepe noktasındasın artık. Seni CHP’nin başında görmek - ki kimliğinle yakışacağın adres, sadece Atatürk’ün partisidir kuşkusuz – acilen revizyon bekleyen CHP bünyesi için de yeni bir umut olacaktır şüphesiz. İçinde usta drigentlere bile sopa kırdıracak karışık sesli koroların oluştuğu, kendini bilmez gelgitli ajan provokatörlerin kök saldığı CHP, ne yazık ki bugün aynı hudutlarımız gibi, Dingonun ahırına dönüşmüş bir görüntü vermektedir.

Oysa bir bağlamda Cumhuriyet Abidemiz de olan CHP, Türkiye’mizi bugün içine düşürüldüğü, özüne yakışmayacak düzeydeki hazin durumdan kurtaracak tek parti olmalıydı. İşte bu yüzden de, Türk Milleti’nin CHP bünyesi altında, parti ile birlikte senin ki gibi yeni ve dậhi bir dimağa, acilen ihtiyacı vardır. Siyaset nankördür; ama aptallar için.

Ve dậhi Atatürk gibi sen de onun üstesinden gelecek izlenimi taşıyorsun. Aziz ulusuna, ahde vefa dolu yüreğin ve ince zekânla, böylelikle çok daha fazla hizmet etmiş olabileceksin. Nobel’den sonra artık erişilebilecek en büyük mertebe de budur zannederim. Bunu da bir düşünüver lütfen, yüce ulusumuz adına kardeşim, ne dersin!

                                                                       Serendip Altındal



12 Aralık 2015 Cumartesi

SON MİLLİ KAYNAK..

           Hiçbir anne yavrusunu sefalet çekmesi için doğurmaz. Ne var ki, yavruların gelecekleri aydınlık değilse, analar doğurdukça da sefalet doğru oranda artar. Yani dünyaya gelen her 3-5 çocuk, fazladan 3-5 yeni sefil demek olur o takdirde. Aynı bağlamda da, ileride sefilleri oynayacak bir cemiyetin alt yapısının yavaş yavaş inşa edilmesiyle de özdeştir bu durum şüphesiz.

Sefiller oluştukça da sefalet girdabının anaforunda dönüp duran, boğulmaktan kurtulmaya çalışan vasıfsız ve ucuz emekçilerden oluşan yığınlar, seç, beğen, al pazarlarında çağlar öncesinin köle mezralarında olduğu gibi, yeni sahiplerini bekliyor olacaklardır. Oysa hiçbir insanoğlu sefilleri oynamak, köle olmak için dünyaya gelmez; ama birileri işte tam da bu yüzden sizlere, en değerli meta olan açık insan kaynağı doğurun diyor yurdumun geleceğinin anneleri bilesiniz!

Tıpkı da bir zamanlar Almanların işçilerimizi alırken, dişlerine, kuşlarına bile bakarak seçtikleri düzeyde, yeni pazarlara ucuz işçi ihraç eden bir açık pazar olacak tüm varlığımız; anlaşılan yine benzer bir paradoksa sokuldu. İşte 13 yıllık AKP iktidarının ülkemin insanını getirdiği acınası durum budur sadece. İlle de AKP diyenler, şimdi rozetini de yakalarına takabilirler bundan böyle artık, onlara hayırlı olsun.

Tabii biraderlerin son günlerine kadar aynı görev anlayışıyla(!) mevcut sefaletin üstüne koyacakları artı artığı da yadsımamak kaydıyla yapıyoruz bu tespiti. Çünkü hu iktidarsızların geçen her yılları, mevcut olan sefalet zincirine yeni bir halka eklemektedir. Şimdi kayıtsız kara para cenneti haline gelmiş olan ülkemizdeki bizim olmayan ve yarın gelirken olduğu gibi yine bir gecede uçup kaçacak olan sanal para bolluğuna bakıp da, kedinin ciğere baktığı gibi iç geçirmeyin sakın. Kedinin hiç olmazsa bir hayali vardır.

Büyüklerin çok daha önceden, sıkışmış ve riskli bölgelerde gerektiğinde nükleer başlıklı konvansiyonel çözümler tasarladıkları bir Dünya da, bizdeki içi boş kafalarla sonda bize ne nasip olacaktır ki acep? Hele de yakında, çevremizi saran beton bataklığında, yeşile hasret birlikte boğulunca, öbür tarafta buluşuruz nasılsa ve daha iyi de anlamış oluruz artık birbirimizi mutlaka. Şayet daha önceden de nükleer başlıkların altında buharlaşmamışsak.

Aynı bağlamda soyulmak da asla kaderin olamaz. Sende en az soyguncun kadar insansın, senin de özlem, istek, ihtiras ve hayallerin vardır. O halde hiç olmazsa olduğun gibi var olmak, sahip olduğunu muhafaza etmek ve öyle de kalmak istiyorsan, etkiye anında tepkini koymalısın. İşte bu yüzden de aç gözünü artık. Çünkü tükenmek üzeresin ve seni bitirmek üzereler.

Damını kaz sürüsü istila etmişse, senin de burnun pislikten arınmaz. Hemen işi gücü bırakıp sürüyü kovalaman farz olmuştur artık. Sen anladın işte, nereye varmak istediğimi. Bil ki, aynen de bu durumdasın. Vaktiyle sahibi olduğun hasat tarlalarında şimdi boynu bükük yaban otu gibi kaldın. Böyle yaşayamazsın ve senden olanı da yaşatamazsın. Toparlan kendine çeki düzen ver, zira başka da alternatifin kalmadı. Yani elinden tutan çekip götürmesin bir yerlere seni artık.

Tam da Haziran seçimlerinde biraz akıllanmaya başladığını düşünüyorken, sonra yediğin herzeye bak. Zorbanı yine tek başına,  kendi mevcudiyetine muktedir kıldın. Sana akıl ermiyor, çünkü akıl işi değil yaptığın. Akıl ve etik yoksunu kişilik bozukluklarının seni kontrol altına aldığına bakılırsa da; söyle meczup musun yoksa sen. Çünkü ancak o nedenle bir özrün var demektir kardeş.

İşte belki de böyle olman için, insan gibi beslenemeyesin diye kuru ekmeğe ve kuş yemine muhtaç hale getirdiler seni. Arada iki tek bile atamayacak durumdasın, oysa atabilseydin belki kafan daha sağlıklı çalışabilirdi. Bırak teki de ayrana bile muhtaç hale getirdi sahibin seni. Ve yakında, her gün kendi paranla önüne atılan, o ekmeği bile alamayacaksın bilesin…


            Tek milli kaynağımız artık vasıfsız insan gücümüzdür. İşsiz olmayı bırakalım da, bedava çalışacak bir staj yerine bile muhtaç hale getirilmiş yeni mezun çocuklarımızın da bu sınıfa dâhil olduklarını bilelim. Bu yokluğun yanında, şimdi milli müktesebatlarının geleceği dahi kırmızıçizgiye dayanmıştır artık.

Bir dönemlerin tek sahibi olduğu Ortadoğu da, şimdilerde iktidarsız iktidarı tarafından, yalnızlığın itibarsız bir mağduru haline getirilmiş olan ülkemiz, tepişmeye hazırlanan aygırların ayakları altında kalmak tehlikesiyle de yüz yüzedir artık. Arkasında durduğunu sandığı NATO dağının karlar altında olduğunu ve tüm lojistik yollarının kapalı olduğunu dahi göremez durumdadır. Ana sorunsalı haline gelmiş ansız ve kişiliksiz iktidarsızları sayesinde ne yazık ki.

            Emperyalist ihtirasların, sinsi Siyonist entrikaların yamalı bohçaya dönüştürdüğü bir zamanların medeniyetler beşiği olan tarihi Ortadoğu, bugün Kuzey rüzgârlarının yuvalarından savurduğu gözü yaşlı milyonlarıyla için için ağlamaktadır artık. Çağların gerisinde kalmış din kavgalarının batılı altında ezilmiş meczup kafalardan da, derdine derman aramaktadır çaresizce hala.

“Ne oldu bize”, “kime ne yaptık ki” soruları, göç yollarında sahillere vuran, hayatlarının baharında yaşamlarından koparılan cansız yavruların şaşkın; ama sorgularken donmuş fersiz gözlerinde, hazin çığlıklara dönüşmektedir sanki. Oysa kaderleri olan melanetin sorumlusu Batılı emperyalist çakallar ise, “bize ne onlardan, bırakalım birbirlerini yesinler” demektedirler, sığınmaya koşarken heder oldukları cephelerde.

Diğerleri de, “Türkler baksın onlara, başka işleri ne, nasılsa kendi din kardeşleri, birde üstüne para mı vereceğiz” demektedirler. Yani Batılı dediğiniz budur aslında. İşte tam da bu noktada artık sormadan geçemeyiz. Ya siz ne diyorsunuz bu işlere bakalım bizim iktidarsızlar? Soralım; ama ne cevap alacağımızı da biliyoruz aslında. “Millet alışmaya alıştı nasıl olsa” diyeceklerdir kuşkusuz yine…

                                                                      Serendip Altındal


1 Aralık 2015 Salı

KURAKLIK..

           Hurufi veya muhtemelen de yaban ellerde ihmale uğramış, dış güdümlü bir kimlikle büyütülmeleri nedeniyle ve milli üretime kapanmış kurak beyinleriyle, ürün sanrısıyla çıkardıkları zırvaları satırlandırıp, okuyanlarından önce de kendilerini kandıranlar tarafından işgal altındaki Internet medyası, yeni bir tanımlamanın da babası oldu bu günlerde. OÖY olarak betimleyebileceğimiz bu kısaltmanın açılımı, Okumayın, Öğrenmeyin, Yazın olarak ifade edilebilir.

Yani aslında ciddi geçerliliği olmayan, size zaman kaybına sebebiyet verirken de, kendilerini bu bağlamda görevlendiren patronlarına zaman kazandıracak ve seküler gerçeklerinizin dışında kalan, onları özellikle de çarpıtan, bilinçsiz; ama bilhassa da milli etiğinizi dışlatamaya odaklı bütün zırvaları bulabilirsiniz, sizi de kendileri gibi mankurt farz eden bu komedyenlerin yayınlarında.

            Ki bu medyayı oluşturanlar arasında; zırvalarına bir de paralar ödenen besleme sayfa yazarlarından, yandaş reklam ajanslarına, sahte kimlik ve intihallerle çakma haber oluşturan, sitelere saldıran, adam karalayanlarından, son günlerin patlamış mısırlar gibi çoğalttığı AK troller de denilen acayip, ne idüğü belirsiz, tuluat meddahı tuhaf yaratıklar vb. grupçuklar sayılabilir. Bunların hepsini alıp birbirine çarpsanız ses bile duyamazsınız. Her biri öylesine içi boş ve birbirinden kopyalanarak karalanmış sayfalardır anlayacağınız. Bilin ki yuva çocukları bile ilk karalamalarıyla çok daha anlaşılır ve ciddi kalıyorlar onların yanında. Zamanınıza yazık, Unutun gitsin. Ki biz de öyle yapıyoruz esasen.
             
            Ülkem getirilmiş uçurumun kenarına. Düşman ve işbirlikçileri ülkemi, içinde aslında kendilerinin boğulmakta oldukları lağım bataklığının kıyısına kadar taşımışlar; tam da böyle bir durumda sen mücadeleyi bırak, bir de bu kışlık gübre çuvallarına çeki düzen vermeye çalış. Akıl alır gibi değil hani. Bu nedenle de tufaya gelip, çok değerli üretici zamanlarınızı boşa sarf etmeyin sakın. Çünkü siz onlardan değilsiniz. O nedenle de derekelerinde işiniz olamaz. Amaçları zaten sizi provoke edip açık vermenizi sağlamaktır.

Özgün bir Kemalist, ahde vefa sahibi bir vatan gönüllüsü ve kimseden de menfaat beklemeyen bir Internet yazarı olarak, bundan sonra bu konuda tek satır bile yazmayacağım kendi adıma. Çünkü milli bekamız adına sarf edeceğimiz her dakikanın, hayati önemi vardır bizim için. Bakın bu yazının bile yarısını, bana kalsa yazmayacağım; ama talep doğrultusunda yazmak zorunda kaldığım satırlara harcamak zorunda kaldım. Oysa tek satır bile fazla olurdu…


Rus uçağını kimin neden düşürdüğünü sorgulamaya gerek var mı? Ortadoğu yolgeçen hanı olmadı mı nasılsa. Bu bağlamda da, ben, sen, o, biz, siz, onlar yani. Erdoğan, ben düşürdüm diyorsa, demek ki kendisi düşürmüştür. Sonuçta Türk Milletinin önünde itiraf etmiştir. Dolayısıyla da olabileceklerin tek sorumlusu kendisidir. Bunun başka da bir izahı var mıdır?

O halde hesabını da kendisi verecek demektir, Türk Milleti değil. Çünkü savaşlar sadece acılar değil, çok daha hazin yıkımlar da bırakır geride. Ve böyle durumlarda da arkada ki günahsız milletler değil, Sultan, Başkan, Lider, Hitler, Mussolini ya da neyse ve yakın çevreleri sorumlu tutulacaklardır neticede. Zira BM bu işler için vardır. Ve suçlunun hesabı da orada, zevahiri kurtarmak adına da olsa, yine de kesilir. Öyle de olmadı mı şimdiye kadar. Bakın günahsız Almanlar hala çekiyor Hitler’in ceremesini. Üstelik milli kaynaklarının içi boşaltılmış bugünkü Türkiye, bir Almanya da hiç değildir.

Böyle bir durumda Erdoğan’ın ikili görüşme teklifini, değil Putin, aklı başında hiçbir devlet adamı ciddiye almaz. Çünkü siyasa topacını durmaması için sürekli çeviren, ne yapıp yapıp hesaba çekilmemek adına, kendi siyasi ömrünü uzatmaya çalışmaktan başka da bir becerisi olmayan bir siyasa oyuncusunun, ciddi uluslararası siyaset arenasında hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur da ondan.

Birilerine göre de Rusya, Türkiye’nin kırmızıçizgilerini aşıyormuş. Ulan her yanını kırmızıya boyasan ne yazar. Güvendiğin yüce Atatürk’ün bağımsız ve şerefli ordusu, saldırgan emperyalist blok da kaldığı sürece bir defa haksızsın. Bu ordunun nefsi müdafaa maneviyatı en büyük gücüdür, siyasi prioriteni yanlış tarafta kullanıp, o gücü deaktive ederek sıfırlıyorsan, işin de bitmiştir. Dolayısıyla da ordunla birlikte kaybetmeye mahkûmsun. Milleti kandıramayacağın açık da, kendini mi aldatmaya ihtiyacın var yoksa.

Diğer taraftan Ruslar bilir aslında Türk Ulusuyla papaz olmamaları gerektiğini. Çünkü Atatürk’ün, “yurtta sulh, cihanda sulh” özeline sahip Türkiye Cumhuriyeti, aslında kendi mevcudiyetleri için de en sağlam bir garantördür. Unutulmamalıdır ki, şayet komşusu Türkiye Cumhuriyeti olmasaydı, Sovyetler bittikten sonra Ruslar, emperyalist Batıya karşı bu kadar güvende olamazlardı. Ve ayrıca da bilmelidirler ki; Türk Milleti ile manevi bağı olmayan Erdoğan Hükümeti, geçicidir ve yakında da toprak olacaktır; ama Türk Ulusu bakidir…

Emperyalist şayet Asya'ya giremiyorsa ve Ortadoğu’da hala babasının çiftliği gibi oldubitti sağlayamıyorsa, hepiniz bunu her şeyden önce de bölgenizde ki Türk varlığına borçlusunuz. Bunu asla unutmayın komşular ve arkadaki diğerleri. İşte Atatürk'ün, hele de Türk'ün aslında neden istenmediğini, şimdi daha da açık anlayabilecek misiniz acaba?


Şimdi yeni lider mi gerekiyor? Unutmayalım ki denenmiş adamlardan toplum lideri falan çıkmaz. Lider sürecinde kendiliğinden oluşur ve bir anda da halk tarafından sahiplenilir. Tıpkı Atatürk gibi, yalnız şartlar doğrultusunda evrim geçirmiş, yine Atatürk gibi bir lider de olacaktır bu yeni aday kuşkusuz.  Şimdi evrim derken de, sakın ola bir ulusun bekası için olmazsa olmazlarından ödül veren bir lider bozuntusundan bahsettiğimiz düşünülmesin. Bilmem anlatabildim mi? Esasen bütün halk katmanlarının ya da ekseriyetin itirazsız kabul edeceği bir adayın, kendisine güvenen toplumuna lider olmaktan başka da bir alternatifi kalmamıştır.

Lider olduktan sonra da icraatlarının bütün sorumluluğuna ortak olacak halk tabanının onayını da alarak aksiyonlarını, sistematik bir program çerçevesinde sıralamak zorunluluğudur bundan sonra ki bütün işi artık. Sonuç ise bütün halkı ile birlikte hedefe ulaşmaktır böylece. Bu bir devinimdir ve halkın onayı tamsa ve eksik veya tatmin etmeyen bir şeyler kalmamışsa, mutlaka da devrime dönüşür.

Süreç şayet devrime dönüşemezse, asal rotasından sapmış, kuraklaşmış ve ayaksız kalmış demektir, o zaman da düşer veya sürüngen olur. Kafası yukarıda, alnı hep açık,  göğsü ileride, asla harama el uzatmamış, ayakları sağlam yere basan, elleriyle tuttuğunu koparan, toplumunun bütün katmanlarını kucaklayan, ayrıştırmayan ve Türk’ün anavatanında Federasyon zırvaları savurmayan, Ulusal bütünlük, milli misak ve tam bağımsızlıktan başka da düşünce ve emeli olmayan liderdir. Türk Milletinin derhal ve sorgusuz kucaklayacağı bir lider, onay vermeden evvel ilk önce de içinizdeki Atatürk’le istişareye geçin, derhal öğrenirsiniz nasıl bir lidere ihtiyacınız olduğunu.


Diyarbakır’daki Baro Başkanının vurulmasıyla ilgili görüntülerde, tam bir çakma polisiye diziyi anımsatan vuruşmaları görünce, “Arka Sokaklar” izliyorum sandım kendimi birden. Bilmem siz de fark ettiniz mi? Yakın geçmişteki, gerçek terörist vuruşmaları gizlenirken, bu çatışmanın bilhassa da yandaş medya kanallarında bütün safahatıyla sergilenmesi esnasında, neredeyse atılan bütün mermiler sayılabiliyordu. Bu durum ne kadar garip ve bir o kadar da düşündürücü değil mi?

Güncelimizin ısrarlı yaftası haline getirilmiş(!) olan çakma Kürt meselesine analitik baktığınızda, içinde görev alan bütün aktif aktörlerin ya Ermeni ya da Arap kökenli olduğunu görürsünüz. Bir miktar da ne idüğü belirsiz başka sünnetsizler var içlerinde. Bizim gerçek Kürtlerin ise çoğunlukla olandan bitenden haberleri bile yok. Geriye kalan iki etnik grubun bilinen Türk düşmanlığı ise tartışılmaya bile değmez.

Elçi’nin öldürülmesine gelince, ulusal birlik ve bütünlükten yana Türk milliyetçisi bir Kürt bile yapmış olabilir. Neden yaptın diye de soramazsınız, çünkü onunda kendince yeterli sebepleri vardır. Bir Arnavut, Gürcü, Laz veya bir Çerkez vb. de yapmış olabilir ve onlar içinde aynı durum geçerli olurdu. Olayı asla desteklemiyor olsak da, neticede hepsi İstiklal Türkiye’sini kurmuş olan Türklerdir. Hepsinin yeterinden fazla nedenleri de vardır aslında. Öyle ya! Mevta, emperyalist Batının yetiştirip Türkiye’mizin bölünmesi mealinde desteklediği bir aktivist (muhtemel ajan) değil miydi sonuçta?

Ne ki, neresinden bakarsanız bakın, olay tam bir “Arka Sokaklar” dizisinin, hakiki mermilerle gerçekleştirilmiş prova çekimleri gibi yerleşti hafızalarımıza. Belki de Elçi adlı Hukukçu bu kadar atıp tutanın bol olduğu ortamda, bir mermi sekmesiyle kazara vurulmuş da olabilirdi. Hoş balistik, uzak menzilli bir silahtan tek atışla vurulmuş diyorsa, denecek bir şey de kalmaz kuşkusuz.

Öyle veya böyle sonunda baş oğlan hemen fırsata oturup yine sahne aldı ve mevtaya “rahmet” diledi, eksik olmasın. Siz ona bakın işte, fazla da sorgulamayın artık. Öyle ya! Putin’e de “ateşle oynama” demedi mi? Elçi olayı da neticede ABD mandaterleriyle, bölünemez Türkiye Milliyetçilerinin arasındaki zorunlu ihtilafın, son göstergelerinden biridir. Daha fazlası değil…


Hıristiyan, Müslüman çoğunluğu da AB vatandaşları olduklarından, içlerinde daha da kolay hareket kabiliyetine sahip teröristlerden oluşan IŞİD’in, kendi silahlarıyla Batılıları da telef ederek korkulu rüyaları olduğuna bakılırsa, anlaşılan Batılılar da, ABD’nin tufasına gelip bu terör olayına bulaştıklarına bin pişman olmuşlardır artık. Olacağı buydu, ABD İblisinin ipiyle kuyuya inersen, bir daha da güneşi göremezsin. Hangisi görebildi ki?

Bir zamanlar ABD’nin Marsahll yardımlarıyla – yani adı yardım olan uzun vadeli krediler – elinden tuttuğu(!) bir DP vardı. Baldıran otu bile çiğneseydi, daha yakışan bir sonu olurdu Başkanları Menderes’in. Tarih dikkatle ve Atatürk’ün yaptığı gibi de önemleri itibarıyla satırların altları çizilerek okunması gereken sayfalar ve alınan derslerle doludur. Ama kime söylüyoruz ki.


İçi boş çakaralmazların göstermelik kütüphanelerinde, hep kapalı duran tarih kitabının içinden sızan ışık huzmeli sayfalar açıldığında, karşılarına Atatürk çıkacaktır. İşte dünya tarihini bile değiştiren, kendi mevcudiyetlerinin bile nedeni olan, sahibi olmakla da adlarına iftihar edilmesi gereken böylesi öz beşer varlıklarını dahi, yok sayar bu sefiller. O dâhinin 100 yıl evvel öngördüğü günlere düşürdünüz bu aziz vatanı. Şimdi alın Kobani’nizi, IŞIDİ’inizi PYD’nizi, ABD’nizi, PKK’nızı vs. hepsi sizin olsun, paket halinde koyun münasip yerlerinize. Bize biz yeteriz nasıl olsa…


Halk Partisinin, kendilerininkiler gibi 3-5 menfaatperest uyanığın birleşerek kurduğu dayatma partilerinden olmadığını, halkın eliyle, emeğiyle kurduğu kendi partisi olduğunu nasıl mı biliyoruz? Bizatihi kurucusunu dinleyelim o zaman. Bizimle birlikte, kendilerinden neden revizyon beklediğimiz CHP kurmayları da dinleyiversinler bir zahmet. Belki gerçek liderliğin nasıl olması gerektiğini öğrenebileceklerdir, kim bilir…

§  Atatürk. 2 Şubat 1923 İzmir konuşmasında halka şunları söylemiştir:

    Barıştan sonra Halk Fırkası (Partisi) adı altında bir parti kurmayı düşünüyorum. Bu partinin programını belirlemek için, bütün yurttaşların ve uzman kişilerin kendi görüşlerini bana iletmelerini rica etmiştim. Şimdi, birçok rapor, program ve görüş geliyor bana… Benim düşündüğüm şey, bütün bu görüşleri bir araya getirerek ayırmak ve onlardan bir program çıkarmaktır.
    Ben kendi kendime düşünür, bir program hazırlar ve “İşte benim programım, buna katılanlar buyursun, birlikte çalışalım” da diyebilirdim! Ancak ben böyle yapmadım; çünkü bunun hatalı olduğuna inanıyorum. Ben istedim ki izlenecek program herhangi bir kişinin değil, ulusun kendi programı olsun. Ulus yalnızca kendi arzu ve istencinin arkasından gitsin. Bunu sağlamak için, mümkün olsaydı bütün yurttaşları, hiç olmazsa bütün uzman kişileri bir araya toplamak, onlarla büyük bir kongre halinde görüşmek ve bir program vücuda getirmeyi çok isterdim. Fakat bunu maddi olarak gerçekleştiremediğimden, yazılı olarak yapma yolunu benimsedim” (Borak,1997: 217).



            Biliyor musun ki; sende ki yüreğe sahip olmayan bütün ezik uluslar, yine yolunu gözlüyor. Acaba ne zaman ayağa kalkacaksın diye bekliyor. Kalk artık ayağa! Sizi bize sayıyla mı verdiler de tüm müstevlilere ve yeniden kaşınmaya başlayan mandaterlerine. Sıyır önce kirli çamaşırların gibi üstünden, ülkende sinsi faaliyetler içinde olan tüm Amerikalıları, sür vatan topraklarından. Sonra da silkele NATO’yu ve tüm AB işbirlikçilerini olmuş armutlar gibi dallarından. Sana korkma diyemiyorum. Çünkü zaten korkmadığını adım gibi biliyorum. Ama atılsın, silkin ataletinden artık, zira daha fazlası seni bozar.


Seni yolundan saptırmak isteyen üç buçuk para babası çakalı, sakın ola dinleyip de ciddiye alma. Onların asla seni değil; aslında sadece kendi menfaatlerini düşündüğünü artık anlamış olmalısın. Yeter ki sen bir ayağa kalk, daha önceleri defalarca da yaptığın gibi. Sana yağacak yardımların altında kalırsın yine ve şaşarsın. Haydi, varmısın bahse tekrar TÜRKOĞLU…

                                                                      Serendip Altındal