22 Ekim 2015 Perşembe

MEVZU VATANSA..

            Sevdiğiniz, seveceğiniz ve sahipleneceğiniz o kadar çok şey vardır ki çevrenizde. Mesela doğumundan itibaren çevresini merakla izleyen ve her şeyleri tanımak isteyen bebeğinizin, minik; ama dünyayı yutmaya hazır devasa beynini, biraz büyüdüğünde size doğru koşarken özlemle açılan kollarını, o minicik ellerini, ayaklarını, sevgiyle dolu ışıltılı gözlerini ve ona ait olan her şeyi.
           
            Sonra da her köşesi ayrı güzelliklerle, sürprizlerle dolu doğanızı, sizce çok özel ve anlamı büyük olan kişisel eşyalarınızı, inanç ve iman özgürlüğünüzü, seçme, seçilme, sevme ve sevilme haklarınızı, arkadaş ve dostlarınızı; hepsinin üstünde ve varlığınızın ana unsurları olan ailenizi de bilmem saymaya gerek var mı? Bunların üstünde de olmazsa olmaz müktesep vatandaşlık haklarınızı, milli varlığınızı, size asal sıfat ve vasıflarınızı veren, sizi siz yapan ulusal kimliğinizi, bilmem ilave etmeli miyim?

            Çünkü bunlar sizin de bizatihen sahip olduğunuz veya da olmak zorunda olduğunuz bilgilerdir aslında. Ne var ki hep sizin kalacağını zannettiğiniz bütün bu değerlerinizin üstünde, kara bulutlar dolaşıyor şimdilerde. Yaşadığınız güncelle birlikte, kafanızda oluşan imajı, kuru laflarla fazla şekillendirmeden hemen konuya girelim. Ki yerleşik Cumhuriyetçi-Demokrat Anayasamıza göre,  Milletin Meclisi denen bir çatının altında, adına Hükümet dediğimiz ve her şeyimizden sorumlu bir üst kurula, bizi ya ihya ederek özümüzle tamamlayacağı veya helak ederek yok edebileceği bir bağımlılığımız var demektir böylece.

            Olmak veya olmamak adına çok büyük sorumluluklar vereceğimiz Hükümetin oluşabilmesi için de, yasalar gereği önce bizim, yani milletin karar vermesi ve kaderini kendi eliyle onaylaması gerekmektedir. İşte 1 Kasım da yine böyle bir karar verme arifesindeyiz. Burada size esasen bildiklerinizi tekrarlamaya da hiç gerek yok. Elbette geçmişi ve geleceği hakkında yorum yapabilme hakkına sahiptir veya öyle de olmalıdır yetişkin, vatandaşlık hakkına sahip bütün seçmen bireyler.

İşte şimdi belki de, yaşamakta olan, bir sağlık engeli olmayan – ki kararsızlık bu defa asla affedilemez, oysa aslında o da bir sağlık sorunudur  - ve bu seçimde de oy kullanmak zorunda olan bizlerin, bugüne kadar hiç karşılaşmadığımız bir konumda, hayati bir kararı vermek zorunluluğumuz hâsıl olmuştur. Şimdi dörtdörtlük düşünelim ve sadece kendi adımıza değil, çocuklarımızın geleceği, hatta doğmamış torunlarımızın gelecek müktesebatları adına bile doğru bir karar vermek zorunda olduğumuzu da bilelim artık dostlar.

Ve bilelim ki bu seçim, büyük bir olasılıkla yeniden dirilişimizin de kapısını açacaktır. Çünkü gerçek durum işte bu kadar ciddidir. Ve hiç unutmayalım ki, olumsuzluk halinde, bu belki de kişisel karar verebilme haklarımızı kullanabileceğimiz, son seçimimiz olacaktır aziz vatanımızda. Ve şayet bundan böyle, bizim seçme ve seçilme – ki seçme hakkı olmayanın dolaylı olarak seçilme hakkı da kalmayacak demektir - haklarımız olmayacaksa, torunlarımızın da haydi haydi olmayacak demektir.

            Aynı bağlamda da belirtmeliyim ki, bu yazım bir seçim bildirgesi veya bir partinin reklam kampanyası taslağı değildir. Çünkü okurlarımı esasen yönlendirilmeye ihtiyaçları olmayan akli olgunlukta ve ahde vefa sahibi vatandaşlarım olarak kabul ediyorum. Ve nasıl olsa sadece kalıpsal değil; anlamsal olarak da çok iyi biliyorsunuz ki, şayet MEVZU VATANSA GERİSİ TEFERRUATTIR. Ve görülüyor ki bundan sonra da artık tek konumuz, yiğitler yatağı aziz VATANIMIZ, TÜRKİYEMİZDİR


            Son yıllarda beton kışlalara, toplu mezarlara dönüştürülen ve artık nefes almakta zorlanarak, Batıda olan emsallerinin aksine, bizde ölüme mahkûm edilen anakentlerimizi, yeniden yaşama döndürmek zorundayız. Yoksa çok yazık olacaktır bu güzel ülkeye. Bunun da yolu Anadolu’nun en ücra köşelerine, köylerine kadar uzanacak olan çağdaş ve sosyal yaşamı, kalkınmış Batıda olduğu gibi oluşturmaktan geçiyor. Bunun için de, belki de son fırsatınız olacak Kasım seçimlerinde reylerinizi, bütün bunları düşünerek ancak yeni ve bağımsız bir milli Hükümet adına kullanmanız gerekmektedir.

            Başta da mülteci sorununu bizatihi yaratanların iddia etiği gibi Türkiye’de sadece göçmen sorunu yoktur veya ondan önce de yine elleriyle yaratmış oldukları, “köylerden anakentlere göçe mecbur bırakılanlar” sorunumuz vardır. İlk önce de kent ve köy yaşamını altüst eden bu zorunlu göçer sorunu çözülmeli ve ülke genelinde bozulan sosyal yaşam düzeni yeniden sağlanmalı ve geleneksel milli aile yapısının balansı tekrar oluşturulmalıdır.

Yarattıkları beton mezarlarda, mantar gibi ve peş peşe uluslararası emperyalist sermaye adına açılan AVM’ler için, kredi kartı mağduru yeni tüketiciler gerekiyordu. İşte bütün bu kap kaç da bu nedenle oluşturulmuş, aileler dağıtılmış, köylümüz topraklarını işleyemez, hayvanını yetiştiremez hale getirilmiş, Batıkentlere göçe zorlanarak durum, millete de kalkınma yaftası altında yutturulmuş ve sonuçta iki cephede de hayatlar kahredilmiştir.

            Diğer yanda birde, Dolar düşüyor diyorlar, bunun size faydası nedir. Çünkü Dolar düşürüldüğünde fark sadece Dolar borcu olan kapitalistin cebine artı olarak geri dönüyor. Bununsa yaşam mücadelesi veren normal vatandaşa elbette hiç bir getirisi olmuyor. O halde Cumhuriyet tarihimizin en ağır dış borcunu sırtımıza yükleyen mundar ithalatçının – ki bütün ülke ihracatımız aslında ithalat endekslidir – ağzıyla ve onun safında sevinme enayiliğimize de hiç gerek kalmıyor.

Çünkü mevcut Hükümet, vatandaşı olarak sizin vergi borçlarınızda, bilakis indirim yapmayıp, bırakın sizi hasılaya ortak etmeyi, aksine yeni vergiler icat ederek, nöbetini tuttuğu; ama tabanında delik olan ve yama da tutmayan hazineye sürekli artı artık sağlayan, çağlar ötesi Makyavel Prensliği vergilerini de sizden toplamaya devam edecektir nasılsa. Yani (+ veya -) Dolar farkı, katıyla hep vatandaşın cebinden çıkacaktır. Aynı Hükümet olasılığında, aynı minval üzere bundan sonra da kaybeden hep vatandaş olacaktır biline. Diğer kahredici kayıpları ise söylemeye, elim, dilim varmıyor. Bilmem yine de anlatabildim mi?

                                                                      Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder