29 Ağustos 2015 Cumartesi

KRAL - BAŞKAN..

           Yoksa Başkan - Sultan mı istersiniz! Seçim kararı alındıktan sonra dikkatinizi çekmiştir belki. Akbeslemeler  (aktroller deniyor) tarafından yine yoğun bir Başkanlık algısı yaratma kampanyası başlatıldı. Herifler ABD de ki Başkanlığı, emsal göstererek, Amerikan sisteminin darbelere açık bir sistem olmadığını ve tarihinde darbe olmayan en başarılı(!) en Demokrat(!) sistem olduğu filan mavalıyla bize satmaya çalışıyorlar. Bu satıştan ne komisyon alacakları ise kendilerince malumdur ancak

            Ne ki, böylesi trajikomik gayretler içinde olmak ancak kendilerine yaraşır olan bizim mezarcılar unutuyorlar veya düşünemiyorlar ki; her şeyden önce ABD bir ulus devlet değil, aksine bir federal devletler kampusudur. Ayrıca 4 yıllığına veya en fazla 4 + 4 yıllığına seçilen ve Başkan olarak çağırılan, para babalarının kasa bekçisi olarak da Beyaz Saraya oturtulan zat; ama çok kısıtlı yetkilerle kendi kontrollerinde tutulan ve asla diktatör olabilme şansı olmayan bir Kraldır aslında. Sadece üyelerini kendisinin atadığı icra hükümetinin bakanları üstünde, tam yetkiye sahiptir. Ve Lincoln’ün bu Kralı tarif eden “yedi hayır bir evet, evetler kazandı” sözü bu durumu çok doğru özetler. Muhtemelen de, saray ve meclis arasında ki dar açıya sıkışmış korkuların çocuğu bizim Erdoğan, işte tam da bu özelliğe tav olmuştur belki.

Yani ordusundan, isteseler de verildiğinden fazla bağımsız olamayan bütün sivil inisiyatif kurumlarına kadar, tüm can damarlarını sermaye Burjuvasının beslediği bir ülkede, elbette ne askeri ne de sivil bir darbe olamaz. Oh ne ala dünya değil mi? Yeme de yanında yat. İşte özetle, tam da bizim özenti haramilere göre hani. İyi de pekiyi binlerce yılın anlı şanlı ulus devletlerini kurmuş olan Türk Milleti buna ne diyecektir. Bakalım 1 Kasımda bunu tekrar göreceğiz.

ABD de sistem öyle kurulmuştur ki; aslında her şeyi yöneten emperyalist Burjuvanın mutlak güvenliği adına, Meclis Temsilcileri ve Senatörleri ihtiva eden Kongre tarafından da, Başkanın otonomisi ve yetkileri tamamen kontrol altına alınmıştır. Ne var ki kongre ve Başkan birbirlerini tek taraflı egalize edemezler.

            Şimdi işin bu taraflarına hiç dokunmadan, bu sistemin ülkemize uyarlanabilirliğini iddia etmek; bir kampus değil; ama ulus devlet ve tek meclisli laik demokratik bir Cumhuriyet olan Türkiye’mizi ya hiç tanımamak ya da tamamen bir ABD sömürgesi veya federal devleti olarak kabul etmekle eş anlam taşır. İşte aslında gizledikleri amaçları da budur beyzadelerin. Ve bu işler için de sömürgeci bordrolusudurlar ya zaten. Bu anlamda da bölücülük faaliyetleri ve adları her neyse olan eşkıya çetelerine ilgileri, sadece amaçlarına matuf federatif devletçikler oluşturma ve başkanlık sistemini kabul edilir kılma nedenlidir.

            ABD’ de Başkan aslında örtülü kraldır, Bakanlarda Kralın sekreterleridir ve Kral tarafından atanır veya azledilirler. Şimdi bunun neresi Demokratik bir cumhuriyettir diye çok haklı olarak sorabilirsiniz artık. Ve Demokratik bir cumhuriyetin en önemli ögesi olması gereken halk, genel seçimlerden sonra adeta yok farz edilir. İmam değil; ama Kral ve Kongre bildiklerini okurlar ABD’ de. Ne var ki birbirlerini karşılıklı olarak da azledemezler. Kontrolü tamamen para babalarının denetimine bırakan böyle bir sistem, ABD’ de her şeyin hatta Kralın da sahibi olan sermayedar Burjuva sınıfı için, kuşkusuz baldan da tatlıdır.

Hal böyle olunca ve kurulduğundan beri bir azınlık tarafından devamlı sömürülerek halk yerine bile konulmayan bir ülkenin halkı da, minimal azınlığının dünya zirvesindeki zenginliğiyle ters orantıda, arzın istatistiksel en cahil toplumu olarak kabul görmüşse, artık kimse de şaşırmamalıdır. Çünkü ABD de sadece Burjuva çocukları seçkin okullarda doğru dürüst bir eğitim alabilmektedir. Bizde adil ve parasız milli eğitimin de giderek kadük edilip paralı eğitime dönüştürülmesi, Amerikalaşarak cehalet halkasında da ABD’yi yalnız bırakmamakla dostluğumuzu(!) iyice ispat ettiğimizi gösteriyor olmalıdır herhalde…


Bakmayın siz Senato, federal temsilciler meclisi, Kongre, Başkanlık, Liberal Demokrasi gibi göstermelik kavram atraksiyonlarına. ABD, başında Başkan yaftalı kukla bir Kralın bulunduğu ve parasal gücün egemen kılındığı tek Mafya devletidir dünyanın aslında. Şimdi bizde onlar gibi olalım da; ama aynı bağlamda da o Mafya devletinin tescilli bir sömürgesi mi yapalım kendimizi, hem de kendi elimizle.

Yani istedikleri bu mudur içimizdeki uyurgezer ve cinsi bozuk müstevli beslemelerinin. Aslında Amerikan rüyasının yarattığı sahte algıya kapılmadan yukardaki gerçeklerin ışığında ABD’yi doğal yüzüyle görmek, derin bir saflık uykusundan uyanmakla da özdeştir. Şimdi söyleyin lütfen, Başkanlık diye illaki bize yedirilmeye çalışılan sistem, esasen yoğun bir sömürü baskısı altında inleyen insanlarımızı daha da yoksullaştırmaktan ve birilerinin de kalan ömürlerinde, belki de kendi kıçlarını kurtarmaktan başka, milletimize hangi faydayı sağlayacaktır. Uyanın artık!!!


Merkantilist Avrupa da dikiş tutturamayıp; ama paranın tek güç olduğu sanrısını kendilerine tek gerçek yapan epikürist atıklar ve zamanın Lordlar Kamarasının piçleri, kendileri gibi; ama meteliksiz sayısız ipsizi de koruma ordularına katarak, kurtarıcı olarak gördükleri Yenidünyayı, asıl sahipleri ve cetlerimiz olan Şamanist Kızılderilileri, ancak uzun süreli savaşlardan sonra hunharca katlettikten sonra sahiplenebilmişlerdi.

Böylece Avrupa’nın yasama kurallarından uzakta ve kuralsız, tek başlarına egemen olacakları bir ortamda bu çapulcular nihayet, sadece para gücünün hâkim olduğu, özledikleri bir dünyayı kurabilmişlerdi. Ne ki yine de kural koymadan olmuyordu. Yoksa birileri de onların paralarını ve tüm varlıklarını gasp edebilir bu defa kendileri çulsuz kalabilirlerdi. Yani servetleri koruma altına alınmalıydı. Gerisi de malumunuzdur herhalde. İşte bir şey olduğu sanılan koca ABD budur ve bundan fazla da değil. Göçmenlerin yenidünya da kurdukları bu sistem, teritorial ulus devletlerin egemen olduğu desizyonist Avrupa da elbette işleyemezdi.

Bu nedenle de Okyanus ötesinde, gözlerden uzak ve özerk böyle bir yapılanma tercih edilecekti kuşkusuz. Nitekim düşündükleri gibi de oldu. Arkalarında bıraktıkları ana topraklara olan uzaklıkları ve yerleştikleri bu yeni toprakların doğal zenginlikleri, kendilerine yeterli olunca ve birinci dünya harbinin de dışında kalınca, geçen süreyi iyi kullandılar. İhtiyaç hissedilen bir ithalat ülkesi oldular. Ve sonuçta harp yıllarında büyük kayıplara uğrayan Avrupa, Asya ve Afrika’nın harp sonrası nekahet dönemlerinde, eksikleri bolarmış ülkelerin ihtiyaçlarını karşılayan tek güç, daha doğrusu da hepsinin ilerde başına bela olacak bir harp zengini olarak, bir anda dünya sahnesine çıkıverdiler…

Sözün özü:

                        ZAFER BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN…

            Yukarıda bahsi geçen çok uluslu emperyalist haramilerin ve içimizde ki uşaklarının bölge temsilcileri olan yerleşik eşkıya çetelerinin, yurdumuzda da kol gezdikleri, can aldıkları günlerdeyiz. Yarın ise 30 Ağustos 2015, Cumhuriyet tarihimizin İstiklal Savaşını gururla sonuçlandırdığı bir şeref gününü, yâd etmek zorundayız. Böyle bir anıyı, bilhassa da yüce Atatürk’ün yiğitlerinin tertemiz kanlarını dökerek, Cumhuriyeti kendilerine emanet ettiği gençlerimizin, 24 saat coşkuyla kutlamaları gerekmektedir.

            Çünkü gençlerimizin bu onur gününün anlam ve önemini, yurdumuzu bölmekle görevlendirilmiş içimizdeki vatan hainlerinin ve onları himaye edenlerin içleri boş kafalarına, öğrete öğrete doldurmaları gerekiyor. Bu nedenle de yazımı özellikle, Atatürk’ün yeni gençliğine ithaf ediyorum…

                                                                                   Serendip Altındal



26 Ağustos 2015 Çarşamba

ŞEHADET..

            Ne oldu ahde vefa sahibi, erdemli milletime. Yoksa halk deyimiyle nazara filan mı geldik de, bu kadar tıynetsiz, şerefsiz, satılmış sardı ülkemizi. Zira Şehit cenazesine, acılı aile feryatlarına bile mutlaka emperyalist beslemesi bir şerefsiz eli bulaşıyor. Karşılıksız basılan yeşiller bu kadar bolarttı mı içimizdeki epikürist müptezelleri, erdem fukaralarını, böylesi omurgası kırıkları ki hep referanstalar.

            Acılı Yarbay, kendisi gibi subay kardeşinin cenazesinde, yanık yüreğiyle feryat edip haklı olarak suçlu ararken, ötede vicdan yoksunu tıynetsiz vatan hainleri tarafından, bizatihen kendisi neredeyse bir de vatan haini ilan ediliyordu. Hem de bir Şehit cenazesinde yaşanan utanmazlığın, arsızlık ve hayâsızlığın bu denlisine, acaba hangi ülkede şahit olunmuştur dedirtircesine. Ne ki yandaş medya vasıtasıyla, gerçekleri dile getiren Yarbayı karalama çabalarının asıl amacının, seçim arifesinde bilhassa AKP seçmenlerinde algı bozukluğu yaratmak olduğu, ne kadar isteseler de yadsınamıyor.

            Ne yapsaydı. Biz çok mutlu olduk, yatırın diğer kardeşlerimi de musalla taşına mı deseydi. Kendi evlatlarına askerlik bile yaptırmayan, milletin vampiri olmuş asalaklara. Hele de öyleleri var ki; haksızlıkları protesto eden acılı feryatlara tavır koyan beslemeler içinde. Bunlar bir yandan da şehadet tiratlarını, içi boş Tavuskuyruğu edebiyatlarıyla soslayarak, utanmadan duygu sömürüsü yaparken, vicdanları bile sızlamıyor bir de. Adama şehit nedir diye sorsan, “kefensiz işkembe” diye tiye sarar fırsat bulduğunda herhalde. Hani birisinin bakarayı makaraya sardığı gibi. İşte aynı seriden imalat bunlar, sanki hepsi de birbirinin kopyası. Şimdi muhatap mı alalım bunları. Hadi canım sizde…


           



            Yukarda ki resme dikkatle bakmasını istediğim vatandaşların başında, bırakın besmelesiz siyasilerini ve şimdilerde sarayda mesai yapan vatmanlarını, bizatihen AKP seçmenleri geliyor. Çünkü yukarda tiplemelerini verdiğim, Cumhuriyet tarihimizin tavan yapmış ansızlarına, her halükarda rey veren oy pompasıdırlar da ondan. İman satarken aslı kâfir AKP sandığına, utanmadan ha babam oy basarlar bunlar. Resimde ki şerefli bir TSK üyesi olan Yarbayın acılı isyanına, şayet empati oluşturabilirlerse, belki ne dediğimizi anlayacak ve yüzleri kızaracaktır en azından. Aynı bağlamda o kin, nefret, acıyla dolu bakışları ve artık yüreklere sığmayan; ama giderek ortak bileşkemiz haline gelmekte olan isyanı da, çok ciddiye almalıdırlar her biri.

Yarbayın gözlerinden tam o anda neler düşündüğünü okumak mümkün olmasa da; bir subayı için Menemeni bile haritadan silmeye kalkan aziz Atatürk’ün ordusunda, eşkıya çetesi yerine, ciddi bir orduya karşı savaşırken sevgili kardeşinin Şehit olmasını, kim bilir ne kadar arzu ederdi diye de düşünmeden edemedim. Kendi adıma bunu yapardım çünkü ve bu duruma sebep olanlara da en az iki defa, kim bilir nasıl lanet okurdum diye düşünüyorum.

Ak pompaların şimdi bu duruma empati oluşturabilmeleri bile, kendileri adına eminim yeni bir aklanma umudu olacaktır. Şayet vicdanlarında bir miktar da olsa utanç hissi kalmışsa; reyleriyle ısrarla 13 yıldır iktidar yaptıkları AKP şebekesinin ve Sarayda, hikâyeyi tersine sarıp bir türlü uyumayan güzelin, kendilerinden neleri esirgemişken; aslında Demokrasi tramvayına yükleyip daha önce sahibi oldukları neleri aşırdığını ve kendilerinin de bugün yurdumuzda, her türlü acının ve yokluğun yaşandığı durumdan birlikte sorumlu olduklarına da, nihayet akılları basmış demektir. Bu bağlamda da yeni seçimler, kendilerini temize havale edebilmeleri adına, artık son şansları olacaktır…

                                                                      Serendip Altındal



17 Ağustos 2015 Pazartesi

BALANS AYARI..

           Eskiden CHP den bahsederken, CHP’miz aidiyet takısını mutlaka kullanırdım. Şimdi CHP diyorum; ama yine de birilerinin yaptığı gibi başına bir ‘Y’ takamıyorum bir türlü. İçimden gelmiyor çünkü. Bu bağlamda son dönemde CHP de başlayan bir Amerikalılaşma, başlangıçta sıkıntıyla aldığımız; ama içimizde sakladığımız bir olguydu. Bunu bütün muhafazakârlığımıza rağmen şimdi itiraf etmek durumundayız artık. Ne yapalım herkesi kendimiz gibi zannediyoruz.

            Erken yaygara yapmayalım, biraz sabırlı olalım, elbet bu ara da geçer, yine özüne döner diyorduk. Maalesef içinde bulunduğumuz bu sıkıntılı dönemde, artık iyice kristalize oldu ki; CHP bu yapı ve mevcut balans bozukluğu ile öz seçmenini ve milli iradeyi daha fazla ikna edemeyeceği nedeniyle, iktidar yolunda ilk virajı bile alamayacak demektir. Bu görüşe elbette modaya uyduğum için varmadım. Sadece AKP ile kalıcı bir koalisyonun akamete uğraması ve ortaya çıkan yeni seçim şartları nedeniyle, birden oluşan zaman darlığı, şimdi CHP’yi kendi özüne çevirecek olan böylesi bir iç revizyonu, kaçınılmaz hale getirdi artık. Şayet kalıcı bir koalisyon olabilseydi yine de bunları yazmayacak, işin sonunu bekleyecektim.

Şayet CHP’yi kaybetmek istemiyorsak, bu gerçeği peşinen kabul etmek zorundayız şimdi. Yani CHP daha fazla da kırpılmamak için; yeniden yapılanıp tabanı ve milli egoyu arkasına almadan yeni seçime girmemeli realitesi, bundan sonra ilk seçim projesi olarak ele alınmalıdır. Yani bugüne kadar işi idare ettiler; ama bundan sonra böyle yürümez artık. İnşallah kendileri de durumlarının farkındadırlar…


            CHP den özlemle beklenen milli aidiyet farkındalığı, arka arkaya yakalandığı Ergenekon, Balyoz hastalıklarından sonra, durgun sularda nekahete alınan TSK’mızın, yeniden programı haline gelince, CHP’nin bu yeni olguyu nasıl yorumladığı, tekrar gündeme oturuverdi. TSK, PKK levhasını merkeze koyarak ABD ve AB Gladyosuna yeni bir ayar çekerken, bu ülkenin kimin vatanı olduğunu, bütün taş kafalara aynı İstiklal ruhuyla yeniden hatırlatıyordu aslında. İşte tam da böyle bir tezahürde, Atatürk’ün CHP’si, TSK’sına sahip çıkmayacak, onun Hükümeti olmayacak da bu görev vatanı satan devrik müstevliden mi beklenecekti.


            Bana göre de başta Kılıçdaroğlu olmak üzere bütün CHP ağır topları, şimdi şapkalarını önlerine koyarak, bir değil hem de iki defa düşünmek zorundadırlar. Bırakın 6 oku yeniden ayağa dikmeyi; o sayıyı yeniçağın talepleri doğrultusunda da azamiye baliğ ederek anayasaya, bir daha tartışılamayacak ve çakma başkanlara fırsat vermeyecek yeni yasalarla da perçinlemelidirler. Şayet bu yönde tatminkâr bir yaklaşım olmazsa iyi bilinmelidir ki, CHP külliyesinin iyice kabaran midesi, artık kursağında oturan ve içini bulandıran karışık yönetim kokteylinden, kaçınılamaz bir istifra ile kurtulmak zorunda kalacaktır. Belki de Cumhuriyet tarihimizin ilki olacak parti içi bir darbe, bizatihen de o Cumhuriyeti kuran CHP’nin kaderi olacaktır. Bunu yapabilecek olan yüce Atatürk kalbi o partinin özeğinde, bilinen ritmiyle gümbür gümbür atmaktadır ve ebediyen de atacaktır…

            Çünkü yeni bir seçime kadar titreyip kendi özüne dönmeyen bir CHP, bugünkü mevcudiyetine bile ulaşamayacaktır. AKP gibi müstevli bir partinin, kendini bilmez bir medya bülbülü bile, Ermeni Diasporasının düdüğünü çalan, PKK yandaşlarıyla bayrak açan bir CHP ile koalisyon yapılamaz, mugalatasının arkasına sığınabilmektedir bugün. Anlayın böyle adam müsveddelerine bile o şerefli, onurlu partiyi nasıl malzeme yaptığınızı artık. Ne diyelim ki başka. Bu at cambazlarına asla fırsat vermeyecektiniz beyler.

            İşte mevcut balans bozukluğunuz bu durumun kuşkusuz sebebidir bilesiniz. Bir yanda Ermeni Diasporasıyla, soykırım varsaymanı olarak bayrak kaldıracak, terörist sola sosyalist diyeceksin, diğer yanda PKK yandaşlığı yapıp, milletin anasını bile satan ABD’nin kucağına oturacaksın. Böyle bir CHP olamaz. Bu yapıyla ancak bir kaos partisi olabilirsin, ki o zaman da değil zirveyi yakalamak, köşe bayrağına bile ulaşamazsın birader. Elbette şimdi Kemalist bile olmaya gerek duymayan ve salt Atatürkçülüğün arkasına sığınan, yüz karası müstevli bile adamla böyle dalga geçer işte sonunda. Bilmem anlaşılır oldu mu???

            Sadece bu nedenler bile CHP’yi bir an önce Kemalist kimliğine dönerek, milli bir koalisyona liderlik yapmak mecburiyetinde bırakmaktadır. İncirlikte beslediğiniz ABD yılanı, interaktif uydu enformasyonları ve CIA bilgiçliği ile PKK’lı eşkıyaya nokta atışı yaptırarak askerlerimizi, kolluk kuvvetlerimizi birer birer avlattırmakta ve günahsız evlatlarımız pisipisine yok edilmektedir. Her Gün Şehit cenazeleri kalkıyor. Karşı tarafın kiralık katillerinden düzinelerle yok edilse ne yazar. Benim bir evladımın bile yerini doldurabilirler, analarının gözyaşlarını durdurabilirler mi. Şimdi kimse kalkıp da onlar da ana baba evladı demesinler sakın! Nerede o zaman onların anaları babaları. Çoğu sahiplenmek bile istemiyor kendi ölülerini…


            PKK açık cephede Türk ordusuna karşı asla savaşamaz, buna ABD, AB orduları da dâhildir. Bunu kendileri de bilir. O yüzden zaten taşeron kullanmaktadırlar. İşte bütün hadise de, bir taşeron olayıdır aslında. Amaçları da nokta atışlarıyla milletin tansiyonunu yükseltip, kardeşi kardeşin boğazını sıkar hale getirmektir. İşte böylesi acil bir durumda Kürtçe bile konuşamayan kripto Kürtleri besleyen ABD ve hempalarıyla aynı kulvarda kalmakla, onların cinayetlerine de yataklık edilmiş olunmaktadır. İşte CHP yönetimi bu nedenle, bilhassa da unutmamak zorundadır ki; o Şehit evlatların gözleri yaşlı ailelerinin reylerine, hangi yüzle talip olacaktır…

                                                                       Serendip Altındal



14 Ağustos 2015 Cuma

BEKLE GÖR..

             Konuştu konuştu, sonuçta yine takiyeden başka da bir şey çıkmadı sözde koalisyon açıklamasından. Neticede her ne kadar kendi beklentime uymasa da, birilerinin beklediği oldu ve koalisyon tutmadı. Aslında bu sonuç da doğrudan Kılıçdaroğlu’nun artı hanesine yazıldı. Öyle ki Davutoğlu’na sorulan en açık sorular bile, abartılı takiye nedeniyle cevaplarını bulamadılar. Yani birader sadece yan paslarla zamana oynadı; ama sonuçta daha bitiş düdüğü çalmadan, topu yine kendi kalesinde gördü.

            Yani anlayacağınız, karşımızda tipik bir Davutoğlu vardı. Bildiğiniz gibi, sadece içi boş, bol laf ve ifade olmaktan uzaktaki somut anlamı, çıkar çıkarabilirsen. Ya da nasıl yorumlarsan artık. Yani tam istenilen yandaş basın malzemesi oldu. Bir saat boyunca olmayan koalisyon adına salladıkları.
           

            Başlangıçta seçim Hükümeti beklentisi vardı ki, ben kendi adıma en azından CHP duruşuna güvendiğim ve Davutoğlu tarafında da kendisini aklamak adına, son bir fırsat olacağı için, seçim Hükümeti olmayan, kalıcı bir koalisyon çıkacağını umuyordum. Maalesef gördüm ki Davutunoğlu yine kaçak güreşti ve Sarayın etrafından dolanacak yürek taşımadığını, bir kere daha ispat etti.

            Neticede iki ana sonuç çıktı ortaya. Birincisi Erdoğan’ın yeni seçim kaprisi veya inadı, aslında Davutoğlu’na ima ederken, bizatihen kendisinin intihar kararı aldığı görüntüsü verdi.  İkincisi de, AKP buz dağının taban kadrosunun, bir türlü Saray figüranlığından vazgeçmeyerek, giderek de sofra tabağına sığacak buz parçasına dönüştüğüydü. Ve yeni seçimlerden sonra da, bu parçadan artık bir bardağı dolduracak kadar bile su çıkmayacağı açıkça anlaşılıyordu.

            Herhalde millet bu önlenemez eriyişte boğulan ve buna rağmen hala yüzde 46 oy bekleyen haramiler kadrosundan, artık ne köy ne de kasaba olamayacağının farkına varacak ve başta Saraydaki örtülü başkanları olmak üzere, bütün AKP tayfasına gereken dersi verecektir mutlaka diye düşünüyorum. Koalisyon gitgelleri sonunda, ilk günden itibaren olumlu ve dik duruşuyla kararlığını ortaya koyan CHP, aslında AKP nedeniyle sonucu olumsuz da olsa, koalisyon sürecinin tek kazananıdır. Bu kazanç da mutlaka kendi hanesine gelecek seçim sonuçlarına, pozitif yansıyacaktır.

            Saraydaki ile aynı siyasi görüşte olduğunu ima ederken de, aslında onun eziği olmadığı algısını yaratmaya çalışan Davutoğlu, bir başka biçimde küçüldüğünü ve omurga hasarlı olduğunu ne yazık ki hala anlayamıyordu. Kim bilir belki de bu neviden takiyeleri yutmaya alışkın yandaş beslemeleriyle karıştırmış olmalıydı bizleri herhalde.


            Biz anlaşamayacağımız bir konu göremedik diyen Kılıçdaroğlu, kırmızıçizgilerini de ortaya koymadıklarını ve sadece birbirlerini dinlediklerini ifade etti. Bu kısa ve çok açık bir özet olan ifadeye rağmen, Davutoğlu’nun yaklaşık bir saat süren konuşmasında neler anlattığını veya anlatmak istemediğini, varın siz tahmin edin artık.

Bilahare Davutoğlu’nun ileri sürdüğü erken seçim önerisini de, tek çözüm olarak görmeyen Kılıçdaroğlu’nu dinlediğimizde, koalisyon çözümsüzlüğünün, aslında tamamen Davutoğlu’nun AKP’sini bağladığını, bir kere daha tespit etmiş olduk. Ve sonuçlar tek tek ele alındığında, Davutoğlu’nun sarayın kara kaftanı altında nasıl yok olduğu, bir kere daha o kadar açık ve seçik ortaya çıkıyordu ki.

Siyasa bağlamında bunlar yaşanırken, diğer yanda her gün kaldırılan Şehit cenazeleriyle, ekonomik ve siyasi sorunların tavan yaptığı ülkemizde, Bir de Dolara zirve yaptıran Hükümetsizlik sorunu, dış borçları da katlıyor. İşte hal ve gidişat böyle iken, ne yazık ki bir kendini bilmezin paranoid kaprisleri ve içinde yaşadığı korku duvarı da, bu makûs durumun tek nedeni olarak sırıtıyor.


Burada alakasız gibi dursa da, dolaylı olarak somutun bir parçası olan bir noktaya, değinmeden geçemeyeceğim. Her gün okuduğum bir ulusalcı gazetede, aslında bir yandaş gazetede yazması gerekirken, Ege Cansen gibi bir Amerikan kaşarı, Dolar ekonomisti nasıl yazar, anlamış değilim. Böyleleri, okuduğumuz gazeteyi bile okunmaz kılacaklar bu gidişle. Adam KÖB (Kürt Özerk Bölgesi) diyor, ülkemde hiç doğmayacak olan bir çocuğun adını bile koymuş.

7 X 24 saat karşılıksız Dolar basıyor senin Amerikalın. Parası çoktan paçavra oldu artık. Daha toplasın meraklısı. Yakında patlayacak bir taraflarında topladıkları o Dolarlar. Bizi sırtımızdan hançerleyen kalleşlerin maaşları neyle ödeniyor sanıyorsun. Acaba bunların sonunu da öngörebiliyor musun ekonomist. Saatiniz çalınca seninle aynı imalat numarasını taşıyanlar, hep birlikte çoktan Amerika’ya uçmuş olursunuz nasıl olsa. Orada değiştirirsiniz artık 51 Eyaletten birinin adını, çakma Kürtleriniz adına KÖB olarak. Biz de burada aslanlar gibi savunuruz kalemizi nasıl olsa, emperyalist sırtlanlara karşı, hiç kuşkun olmasın.

Bak sen, muhayyel TC, KÖB geleceğinin ekonomi/politiğini bile şimdiden kurgulamaya başlamış. Bu arkadaş bu rahatlığı nereden buluyor, yoksa aç karnına o da Cola filan mı içiyor. Ekonomist eniştenin tam da PKK etiketli ABD Lejyonerleriyle gırtlaklaştığımız bu günlerde, dünkü köşe yazısında topumuzu öpmeye kalkması, hayli enteresan geldi bana doğrusu. Sen Kürdü Türk’e bırak, kendi ekonominle uğraş birader. Aman gazete yönetimi dikkatli ol! Bu gidişle tiraj kaybına uğrarsın.


Saraylı mı? Bir zamanlar zırhlı arabayla ödüllendirdiği ve şimdi elinden kaçırdığı, belki de kaçırttığı Savcı Özü, hesap verecekler listesine oturturken, daha önce kendisinin o listenin en başında yer aldığını, bakalım ne zaman anlayacak; çaresiz monşer Davutoğlu gibi, bakalım daha hangi zilde gaflet uykusundan uyanacak acaba, diye düşünüyor insan ister istemez. Veya Kılıçdaroğlu’nun da belirttiği gibi siyaset, her 24 saatte yeni sürprizlere gebedir. Hele de gerçek sahipleri uyurken, emperyalist nişangâhı yapılmış bir ülkede. En iyisi bekleyelim biraz daha…
                                                                      
                                                                                      Serendip Altındal


11 Ağustos 2015 Salı

BEKLERKEN BU SAHİLDE..

             CMYK, Kılıçdaroğlu’na koalisyon bağlamında tam yetki verdi. İşte bu kadarcık bir haber bile iki; ama biri sözde demokrat parti arasındaki radikal farkı tartışmasız ortaya koyuyor.

            AKP Başkanı saraya sormadan veya oradan talimat almadan nefes bile alamıyor. Oysa kendi adına son treni kaçırmaması gereğinin farkındalığında olduğu da görülüyor. Mühim olan partisinin geri kalanının bu farkındalıkta olmasıdır. Ne ki bütün gelgitlere rağmen hafta sonuna kadar bir koalisyon kararının, hatta zorunlu olarak da çıkacağı anlaşılıyor.

CHP’nin Başkanı ise, Cumhuriyeti kuran bir partinin üyesi olarak, laik demokrat kimliğinin verdiği rahatlığı içinde, otokratik bir müdahaleye bile gerek duymadan, partisinden aldığı tam yetki ile bağımsız hareket edebiliyor, yani oligark olmadan tam bağımsız; ama bütün parti üyeleriyle de uyumlu bir karar alabiliyor.



Millet iştiyakla seçtiği adaylardan kalıcı bir koalisyon beklerken, biriken radyasyon da giderek artıyor. Düne kadar ne yaptığı bilinmeyen, söylediği birbirini tutmayan MHP Başkanı bile artık tehlikenin farkına vardı da mı, erken seçim Hükümeti olmayan, kalıcı bir koalisyon Hükümetinden bahsedebiliyor artık.

Yoksa erken seçim sonuçlarının partisine mevcut vekil sayısını da vermeyeceğini anladı da mı, hiç olmazsa bir dört yılı daha kurtarmak adına, kendisine seçmenini bile bıyık altından güldürmek pahasına, tükürdüğünü yalama riskini taşımayı da göze alabiliyor.


            Ötede gerçi Şehitler veriliyor; ama diğer yanda kıçları iyice gerilen PKK, PYD, ABD vs. vb. tüm bozguncu kaos grupları ve etiketli beslemelerinin, sıkıntıdan muhtemelen ayak tırnaklarını bile kemirmeye başladıkları anlaşılıyor. HDP Başkanının Bürüksel de acilen yeni maddi ve manevi destek arama çabaları, aynı bağlamda da Obama’nın yön gösteren IŞİD vurgulamaları, bu sıkıntının bir diğer göstergesi oluyor. Ne var ki, burada da artık biraderlere sormak gerekiyor “ne o acıttı mı cicim” diyerek.



            Biz mi ne yapıyoruz? Biz yüce Atatürk’ün, her şeye rağmen son dakikalara kadar sabırla bekleyecek olan Türk Milletiyiz ve şimdilik de beklemedeyiz. Pekiyi sonra ne yaparız. İşte bunu da kendimiz dâhil hiç kimse önceden kestiremez. Hani söylemiş olalım da. Bekleyip görelim o zaman, hep birlikte…
           
                                                                                   Serendip Altındal



5 Ağustos 2015 Çarşamba

SAFKAN..

            Davutoğlu nam birader, bedel ödediklerini söylüyormuş. Allah aşkına, neyin bedelini ödediklerini bir bilen varsa söylesin de bizde öğrenmiş olalım, sevaptır. Kardeş şayet 13 yılın soygunlarının, balyoz ve Ergenekonlarının, yüce yargıyı guguk etmenin bedelini ödediklerini söylemeye çalışmışsa, onu ödeyecekler nasıl olsa; ama henüz daha ödemediler. Çünkü MHP’li lastik tamircisi sağ olsun, o iş şimdilik ertelendi.

            Oysa hem de hiç hak etmedikleri halde, her gün taşınan Şehit cenazeleri ve gün göremeden aramızdan ayrılmak zorunda kalan körpelerin, analarının, babalarının yürekler yakan figanlarıyla, bedeli kimlerin ödediği ve kendi basiretsizlikleri yüzünden halen de ödemekte oldukları açıkça belli oluyor. Ve ülkemizdeki bütün terörist melanet yuvaları temizlenmeden, içlerindeki yılanların başları ezilmeden de milletin huzur bulamayacağı hala görülemiyor mu? Yoksa bu zat at gözlüğü ile mi dolaşıyor.

Ülkemizde hanidir sıfırlanmış olan terörün, 2002 den bu yana sönmüş ateşinin üstüne yeni kömür atarak, diğer yandan da altını üfleyip ateşi yeniden canlandırmak amacıyla bu ülkeye iktidar yapılmış AKP cemaati, dününü çabuk unuttu anlaşılan. Şimdi ise TSK’nın havaya kalkan yumruğunu gördükten sonra, birden aklı başına geldi de mi acilen milliyetçi hamaset türküleri yakmaya başlayarak, üstüne de seçmende duygu sömürüsü bile yapmaya kalktı yine.


Vaktiyle AKP henüz iktidar yapılmaya hazırlanırken, “Tayipler gümbür gümbür geliyor” diyerek, timsah esprisi yapanlara, “o halde paldır küldür giderken de, Atatürkçü olup gidecekler, siz hiç merak etmeyin” demiştim. İşte şimdi o günlerdeyiz artık. Yoksa hala aymadılar mı bizim biraderler buna. Görülüyor ki, CHP ile kendileri adına da kalıcı bir kurtuluş koalisyonu kurmak yerine, Sarayla müştereken sahneye koymak istedikleri azınlık Hükümeti senaryosu, Davutoğlu’nun bütün kariyer umudunu da; seçimler umduğu gibi çıkmayınca, Erdoğan’ın yemek sonrası kürdanı gibi, dişlerinin arasında un ufak edecektir. Bizim akılları başlarından taşan(!) akillerin bile farkına vardığı bu gerçeğin, acaba akıllı geçinen hoca farkında değil midir? Her ne kadar koalisyon oyununun fazla uzatılması, milletin tansiyonunu yükseltip, bıkkınlık yaratarak, “en kötüsüne razı ederiz” ambiyansı taşıyor olsa da; art niyeti fark edip, oyunu da bozmak gerekmektedir.     


Son günlerde bir de bazı Arap haberciler, Ortadoğu uzmanı kesildiler başımıza. Hani bir eksiğimiz bu kalmıştı. Oysa entrikadan başka albenisi olmayan Arap’ın Arap’a faydasının olmadığını, oltaya kazara gelen acemi Hamsi bile bilir. Bunlar olsa olsa sahte algı yaratma, kafa karıştırma misyonuyla Türk Medya Çarşısına salınmış ve son günlerde ülkemizde hayli bollaşan İsrail & ABD ajanlarıdır mutlaka…


Geçen gün, Bitlisli bir Kürt olduğunu söyleyen 27 yaşlarında aydın bir delikanlı ile tesadüfen tanıştım. Aslında bölücülüğün karşısında oldukları nedeniyle, PKK ile aynı kulvarda oldukları için, HDP yerine CHP’ye rey verdiklerini, Türkiye’nin hepimizin vatanı olduğunu ve Türk Milletinin vatandaşı olduklarını kıvançla söyleyen ve ben Kürt’üm diyenlerden çok ayrı, aydın kimlikli bu delikanlıya ve yanındaki düzgün arkadaşlarına, elbette kanım kaynayacaktı.

İçimizdeki bazı sahte Demokratların ve yandaş beslemelerin özgürlük anlayışına göre, Fransız ben Fransız’ım, İngiliz ben İngiliz’im vs. diyebilir; ama biz Türk kimliğimizi savununca ırkçı, faşist olarak betimlenebiliriz. İşte bu tehlikeye rağmen, ulus bilincinde bir Kemalist olarak, bu anlayışta olanların bende çürük fındık kadar kıymeti harbiyesi olmadığı nedeniyle, bundan sonra söyleyeceklerimize de devam edelim o zaman.


Ona, kendisine Kürt demeyi bırakmasını, çünkü asıllarının Türkmen ve öz be öz Türk evladı ve hatta öyle ki, Batı bölgelerde yaşayanların çoğundan bile daha saf kanlı olduklarını söyledim. O bana Selçuklulardan beri yörelerinde olduklarını söylerken, ben Selçukluların daha dünkü çocuk olduğunu, hepsinin ahfadı olan ön Türklerin ise, on binlerce yılların öncelerinden itibaren, farklı lehçe – ki buna Kürtçe de dâhil olmak üzere, 42 Türk lehçesinin varlığı, bugün artık tartışılamıyor bile dünyada – ve bayrak altında defalarca bugünkü toprakların da sahibi olan cihan devletleri kurduklarını anlatmaya çalıştım.

Esas ön Türklerin sizlerin ahfadı olduklarını da iyi bilen emperyalist, esasen Kürtlük hikâyesini Türk’ü kendi özüne yabancılaştırarak yok edecek bir mankurt projesi olarak kullanıyor. İkinci bir klasik kurgu da meşhur Sosyalist Enternasyonal masalıdır. Özü tedavül olan serbest ticaret bile emperyalizmin yanında, Peygamberin aptes suyu gibi temiz kalır. Seni sömürge kölesi olarak gören ve mevcudiyetini sadece sömürgelerinin kayıpları üzerine inşa eden emperyalistin, kendi hizmetinde olan işçi, memur ve beyaz yakalıların arasında ne işin var. Yoksa onları kendine partner olarak mı görüyorsun. Bu kadar saf olma demek ihtiyacını da hissettim.

Gördüm ki dikkatle dinlerken, beni teyit eden geniş bir bilgisi de vardı Türk tarihi ve dünya gerçekleri üzerine. Dolayısıyla, bütün bu müşterek bilgilerin ışığında, Kürt denilenlerin de Dolara endekslenerek, kripto Kürt (Ermeni/Yahudi karışımı) dolmuşuna bindirilip, nasıl iğfal edilerek kardeş kasabı haline getirildiklerini, yine birlikte kabul etmekte hiç zorlanmadık. Sevinç ve ilgiyle beni dinlerken gözlerinde parlayan ışık ve “ağabey, sen Amerikalı bölücülerle cephede savaşırken, ben elbette yanında olacağım” sözleriyle de asli duygularını fazlasıyla ifade ediyordu aslında. Bana da artık, “gerçek Türk evladını sizler temsil ediyorsunuz” demek kalmıştı sadece. Çünkü aksi, bir bülbülü miyavlatan adam yapardı artık beni…



                        UVERTÜR

            Dün akşam ruhumu yine rüzgâra saldım
            Aklım boşta kaldı
            Zaten seher de buna alışıktı
            Bülbülse miyavlıyordu
            Uykusuz gecenin yitiğinde
            Karanlık çözülürken
            İki minik baykuşum uykuya daldılar
            İri gözleri aydınlığa kapalı
            Ve kulakları sessizliğe
            Zira fedakâr ana doyurmuştu onları
            Gidip gelip avlanarak
            Şafağa kadar
            Oysa limanda bir yerde
            Bir yetim yavru
            Aç uyumuştu ta gün atıncaya kadar
                        Ben bana kızgın
                        Ve amiyane bakan ufka dargın
                        Elimin ayasıyla kelimi okşadım
                        Bir yanda anımsarken bunları
                        Öte de ezber bozan
                        Sallıyordu yine desteksiz
                        Sordum kendime acep bu ben miydim?
                        Oysa yok sayılmalıydı o densiz
Benden cevap gecikti
Bilmem dedi bülbül
                        Artık ağlıyorken sebepsiz
                        Bu sefer benim aklım karıştı
                        Neyse ki yüreğim bu defa bendeydi
                        Ve bu kez onu sabah Poyrazına salmadım…

                                                                                               Serendip Altındal