Yoksa
Başkan - Sultan mı istersiniz! Seçim kararı alındıktan sonra dikkatinizi
çekmiştir belki. Akbeslemeler (aktroller
deniyor) tarafından yine yoğun bir Başkanlık algısı yaratma kampanyası
başlatıldı. Herifler ABD de ki Başkanlığı, emsal göstererek, Amerikan
sisteminin darbelere açık bir sistem olmadığını ve tarihinde darbe olmayan en
başarılı(!) en Demokrat(!) sistem olduğu filan mavalıyla bize satmaya çalışıyorlar.
Bu satıştan ne komisyon alacakları ise kendilerince malumdur ancak
Ne ki, böylesi trajikomik gayretler
içinde olmak ancak kendilerine yaraşır olan bizim mezarcılar unutuyorlar veya
düşünemiyorlar ki; her şeyden önce ABD bir ulus devlet değil, aksine bir federal
devletler kampusudur. Ayrıca 4 yıllığına veya en fazla 4 + 4 yıllığına seçilen
ve Başkan olarak çağırılan, para babalarının kasa bekçisi olarak da Beyaz
Saraya oturtulan zat; ama çok kısıtlı yetkilerle kendi kontrollerinde tutulan ve
asla diktatör olabilme şansı olmayan bir Kraldır
aslında. Sadece üyelerini kendisinin atadığı icra hükümetinin bakanları
üstünde, tam yetkiye sahiptir. Ve Lincoln’ün bu Kralı tarif eden “yedi hayır bir evet, evetler kazandı” sözü bu durumu
çok doğru özetler. Muhtemelen de, saray ve meclis arasında ki dar açıya sıkışmış
korkuların çocuğu bizim Erdoğan, işte tam da bu özelliğe tav olmuştur belki.
Yani
ordusundan, isteseler de verildiğinden fazla bağımsız olamayan bütün sivil inisiyatif
kurumlarına kadar, tüm can damarlarını sermaye Burjuvasının beslediği bir
ülkede, elbette ne askeri ne de sivil bir darbe olamaz. Oh ne ala dünya değil
mi? Yeme de yanında yat. İşte özetle, tam da bizim özenti haramilere göre hani.
İyi de pekiyi binlerce yılın anlı şanlı ulus devletlerini kurmuş olan Türk
Milleti buna ne diyecektir. Bakalım 1 Kasımda bunu tekrar göreceğiz.
ABD
de sistem öyle kurulmuştur ki; aslında her şeyi yöneten emperyalist Burjuvanın
mutlak güvenliği adına, Meclis Temsilcileri ve Senatörleri ihtiva eden Kongre
tarafından da, Başkanın otonomisi ve yetkileri tamamen kontrol altına
alınmıştır. Ne var ki kongre ve Başkan birbirlerini tek taraflı egalize edemezler.
Şimdi işin bu taraflarına hiç
dokunmadan, bu sistemin ülkemize uyarlanabilirliğini iddia etmek; bir kampus
değil; ama ulus devlet ve tek meclisli laik demokratik bir Cumhuriyet olan
Türkiye’mizi ya hiç tanımamak ya da tamamen bir ABD sömürgesi veya federal
devleti olarak kabul etmekle eş anlam taşır. İşte aslında gizledikleri amaçları
da budur beyzadelerin. Ve bu işler için de sömürgeci bordrolusudurlar ya zaten.
Bu anlamda da bölücülük faaliyetleri ve adları her neyse olan eşkıya çetelerine
ilgileri, sadece amaçlarına matuf federatif devletçikler oluşturma ve başkanlık
sistemini kabul edilir kılma nedenlidir.
ABD’ de Başkan aslında örtülü kraldır,
Bakanlarda Kralın sekreterleridir ve Kral tarafından atanır veya azledilirler.
Şimdi bunun neresi Demokratik bir cumhuriyettir diye çok haklı olarak
sorabilirsiniz artık. Ve Demokratik bir cumhuriyetin en önemli ögesi olması
gereken halk, genel seçimlerden sonra adeta yok farz edilir. İmam değil; ama
Kral ve Kongre bildiklerini okurlar ABD’ de. Ne var ki birbirlerini karşılıklı
olarak da azledemezler. Kontrolü tamamen para babalarının denetimine bırakan böyle
bir sistem, ABD’ de her şeyin hatta Kralın da sahibi olan sermayedar Burjuva
sınıfı için, kuşkusuz baldan da tatlıdır.
Hal
böyle olunca ve kurulduğundan beri bir azınlık tarafından devamlı sömürülerek halk
yerine bile konulmayan bir ülkenin halkı da, minimal azınlığının dünya zirvesindeki
zenginliğiyle ters orantıda, arzın istatistiksel en cahil toplumu olarak kabul
görmüşse, artık kimse de şaşırmamalıdır. Çünkü ABD de sadece Burjuva çocukları seçkin
okullarda doğru dürüst bir eğitim alabilmektedir. Bizde adil ve parasız milli
eğitimin de giderek kadük edilip paralı eğitime dönüştürülmesi, Amerikalaşarak
cehalet halkasında da ABD’yi yalnız bırakmamakla dostluğumuzu(!) iyice ispat
ettiğimizi gösteriyor olmalıdır herhalde…
Bakmayın
siz Senato, federal temsilciler meclisi, Kongre, Başkanlık, Liberal Demokrasi
gibi göstermelik kavram atraksiyonlarına. ABD, başında Başkan yaftalı kukla bir
Kralın bulunduğu ve parasal gücün egemen kılındığı tek Mafya devletidir
dünyanın aslında. Şimdi bizde onlar gibi olalım da; ama aynı bağlamda da o
Mafya devletinin tescilli bir sömürgesi mi yapalım kendimizi, hem de kendi
elimizle.
Yani
istedikleri bu mudur içimizdeki uyurgezer ve cinsi bozuk müstevli beslemelerinin.
Aslında Amerikan rüyasının yarattığı sahte algıya kapılmadan yukardaki
gerçeklerin ışığında ABD’yi doğal yüzüyle görmek, derin bir saflık uykusundan
uyanmakla da özdeştir. Şimdi söyleyin lütfen, Başkanlık diye illaki bize
yedirilmeye çalışılan sistem, esasen yoğun bir sömürü baskısı altında inleyen
insanlarımızı daha da yoksullaştırmaktan ve birilerinin de kalan ömürlerinde,
belki de kendi kıçlarını kurtarmaktan başka, milletimize hangi faydayı
sağlayacaktır. Uyanın artık!!!
Merkantilist
Avrupa da dikiş tutturamayıp; ama paranın tek güç olduğu sanrısını kendilerine tek
gerçek yapan epikürist atıklar ve zamanın Lordlar Kamarasının piçleri, kendileri
gibi; ama meteliksiz sayısız ipsizi de koruma ordularına katarak, kurtarıcı
olarak gördükleri Yenidünyayı, asıl sahipleri ve cetlerimiz olan Şamanist
Kızılderilileri, ancak uzun süreli savaşlardan sonra hunharca katlettikten
sonra sahiplenebilmişlerdi.
Böylece
Avrupa’nın yasama kurallarından uzakta ve kuralsız, tek başlarına egemen
olacakları bir ortamda bu çapulcular nihayet, sadece para gücünün hâkim olduğu,
özledikleri bir dünyayı kurabilmişlerdi. Ne ki yine de kural koymadan
olmuyordu. Yoksa birileri de onların paralarını ve tüm varlıklarını gasp
edebilir bu defa kendileri çulsuz kalabilirlerdi. Yani servetleri koruma altına
alınmalıydı. Gerisi de malumunuzdur herhalde. İşte bir şey olduğu sanılan koca ABD
budur ve bundan fazla da değil. Göçmenlerin yenidünya da kurdukları bu sistem, teritorial
ulus devletlerin egemen olduğu desizyonist Avrupa da elbette işleyemezdi.
Bu
nedenle de Okyanus ötesinde, gözlerden uzak ve özerk böyle bir yapılanma tercih
edilecekti kuşkusuz. Nitekim düşündükleri gibi de oldu. Arkalarında bıraktıkları
ana topraklara olan uzaklıkları ve yerleştikleri bu yeni toprakların doğal
zenginlikleri, kendilerine yeterli olunca ve birinci dünya harbinin de dışında
kalınca, geçen süreyi iyi kullandılar. İhtiyaç hissedilen bir ithalat ülkesi
oldular. Ve sonuçta harp yıllarında büyük kayıplara uğrayan Avrupa, Asya ve
Afrika’nın harp sonrası nekahet dönemlerinde, eksikleri bolarmış ülkelerin
ihtiyaçlarını karşılayan tek güç, daha doğrusu da hepsinin ilerde başına bela
olacak bir harp zengini olarak, bir anda dünya sahnesine çıkıverdiler…
Sözün
özü:
ZAFER BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN…
Yukarıda bahsi geçen çok uluslu
emperyalist haramilerin ve içimizde ki uşaklarının bölge temsilcileri olan
yerleşik eşkıya çetelerinin, yurdumuzda da kol gezdikleri, can aldıkları
günlerdeyiz. Yarın ise 30 Ağustos 2015, Cumhuriyet tarihimizin İstiklal
Savaşını gururla sonuçlandırdığı bir şeref gününü, yâd etmek zorundayız. Böyle
bir anıyı, bilhassa da yüce Atatürk’ün yiğitlerinin tertemiz kanlarını dökerek,
Cumhuriyeti kendilerine emanet ettiği gençlerimizin, 24 saat coşkuyla
kutlamaları gerekmektedir.
Çünkü gençlerimizin bu onur gününün
anlam ve önemini, yurdumuzu bölmekle görevlendirilmiş içimizdeki vatan
hainlerinin ve onları himaye edenlerin içleri boş kafalarına, öğrete öğrete
doldurmaları gerekiyor. Bu nedenle de yazımı özellikle, Atatürk’ün yeni
gençliğine ithaf ediyorum…
Serendip
Altındal