30 Temmuz 2015 Perşembe

MERYEM AŞKINA..

            İnsanoğlu dediğimiz Şeytan/Tanrının içinde gizlediği doymak bilmez ve dışarı çıkmak için fırsat kollayan, şartları zorlayan, her yöne iğrenç ihtirası, ancak anayasalarla güvence altına alınmış yargı sistemiyle, kontrol altında tutulabilir. İşte bu dengeyi senkronize eden sistem, bir şekilde inkıtaa uğrar veya uğratılırsa, insanoğlu önce tiran olur, sonra da tahammül hudutlarını zorlayan bir konuma gelebilir. Bunu anlayabilmek için de yerli piyasanın ve siyasanın tutulmuş köşe başlarına bakılması yeterli olacaktır. Şimdi al birini çarp diğerine, sonra da yap bilançonu.

            Arınç adlı hazret, TBMM de şartların zorladığı açılış konuşmasında, belki de utandığından, güneş yanığı yüzünü kameralardan kaçırmak üzere başı eğik elindeki bildirgeleri okurken, aklınca milletinden gizleniyordu. Öğle ya analar kanlı gözyaşlarını hala dökmeye devam ederken, kendisi kim bilir nerelerde fütursuzca tatil yapmaktaydı. Tatilin erken bitirilmesi de anlaşılan keyfini kaçırmıştı. Bilmem artık, verdiği izlenim buydu biraderin. Aferin size aynen böyle de devam edin beyler, bakalım nereye kadar sözüm ona temsil ettiğiniz milletten kaçacaksınız…

            Bir diğer paşazade de, Rize de vali miymiş neymiş, İl Özel İdaresi kaynağından, sanki yörenin başka dertleri yokmuş gibi, lüks makam aracını çerezleyivermiş altına. Ee yukarıda, şartlar uyduğunda her bulduğu delikten fırlayan ihtirastan boşuna mı bahsettik. Demek ki, devlet kaybolduğunda, derebeyler de artıyormuş. Çünkü içlerinde ki Şeytan hemen fırlıyor ortaya anlaşılan. Ve bu da yalnız bize mahsus değil herhalde.


Geçenlerde tesadüfen tanıdığım ve bahse konu yöreleri çok iyi tanıyan Trabzonlu bir müteahhit, ‘Yeşil Yol Projesi’ adlı sözde turizm yaftasının altında yatan başka bir soygunu da fısıldayıverdi kulağıma. Söylediğine göre o projedeki amaç; yörenin yaylalarında, ormanlarında gizli höyükler, anıtlar, piramitler, tamgalar, yazma taşlar vb. gibi hayli zengin ve tarih öncesine dayanan değerli varlıklarımızın, bilinmeyen adreslere transfer edilmesine dayanıyormuş. Yoksa yoktan var edilen birilerinin gemicikleri, acaba bu transferleri de mi sağlıyor dersiniz.

Çünkü özellikle de Karadeniz ve Kuzeyindeki saklı tarih, Türklerden çalıntı Avrupa uygarlığının da tartışılamaz ön Türk kimliğini ifşa ediyor. Aynı bağlamda Marmararay projesinde yapılan kazılarda, boğazın altından çıkarılan olağanüstü tarihi bulguların, yani milli servetimizin, hangi adreslerde toplandığını biliyor muyuz? Ki söylendiğine göre, 4000 sandıktan fazla tarihi bulgu çıkarılmıştı o kazılardan da. Ve o bulgular, İstanbul’un Fatihten çok daha öncelerde de Türkler tarafından birkaç defa zapt edildiğini belgeliyorlardı kuşkusuz. Tarihi var kuvvet yok etme çalışmaları neden yapılır, yoksa sözde bize çağ atlatacak(!) olan bütün yatırımlar, aslında Türk’ü silme projesinin kapsam alanına mı dâhildir.


            Son haberlerde ki, Terör Araştırma Komisyonu kurulması teklifinin AKP ve MHP oylarıyla reddedilmesi acaba neyin ifadesidir. CHP’nin bu bağlamdaki akla ve mantığa dayalı önergesi, aslında ahlak ve faziletinde göstergesi olduğuna; mantığın da özünde ahlak olduğuna göre, bizim uçuk biraderler bu kararı acaba nelerine göre aldılar dersiniz. Ayrıca bu karar aynı paralelde, şer koalisyonu içinde olduklarının da bir göstergesi değil midir?

            Diğer taraftan genelde, her bölgemizde sinsice devam eden rant paylaşımları, kapımızın önünde çalan savaş tamtamları arasında oldubittiye getiriliyor ve artık hıçkırmakta olan ülkemiz ise, ha babam soyulmaya devam ediyor. Sinir uçları iltihap tutmuş vatandaşın yaralarına, sanki birilerinin parmak basarcasına peş peşe tetiklediği provokasyon teşebbüsleri de, ülkeyi gergef gibi geriyor. Ve artık vatandaş sokakta tuttuğunu öpecek(!) hale geliyor. Sokakta asayişin berkemal olduğuna bakınca da, bu durum daha iyi anlaşılıyor. Sonu hayırlı olsun diyelim biz yine de. Çünkü iyi niyetliyiz. Ama ne yaparsak yapalım, ne kadar iyi niyetli olursak olalım, işin sonunun birileri için hiç de iyi olmayacağını söylemek, bizi falcı yapmayacaktır kuşkusuz.

            Mesela hala bir yeni seçimde çıkış yolu arayan saraylı, şimdi de kurtuluşu yine bizim Kemalist milli cephe de gördü ki, avangart bağımsız bir yaklaşımla bizim kanada yanaşmak ve milli cepheden medet ummak adına, Amerikan beziyle Çin rüzgarında yelken açmaya kalktı. Bu, kolundaki karısının sırtından, komşunun güzel kızına göz süzmeye benzer ki, yemez elin oğlu da bunu. Yakında sen de anlarsın ne dediğimizi.

Ne yapsan, sicil bir kere essahtan, öyle sehven mehven değil, bozuldu mu, yani sabıkayı ciddi olarak bir kere yedin mi, artık kurtuluş yoktur. Sen anladın işte nereye dokunduğumu kardeş. Vakta ki sehven başkan bile olsan, kendi hesabını ödeyecek ve kendi sonunla buluşacaksın, bilesin. O nedenle de artık, biran evvel bir yerlere ciddi olarak git; ama aklın varsa da artık geri dönme. Çünkü bak yakın çevrene, nispeten temiz kalmış Arınç, Davutoğlu gibiler bile, yanında bakire Meryem gibi kaldılar.

Hoş nasıl yaptığı onun olsun; ama adı İsa da olsa, koca bir bebeği çıkardıktan sonra da bir kadın, nasıl hala bakiredir anlayabilmiş değilim. Ne ki bu da onların sorunu olsun. Zira bizim bambaşka sorunlarımız var şimdi. Fazla BLOG-NET-ORG çalışmana da gerek yok akıllı adamsın, apriori baksan da anlarsın Ami’nin – harp görmüş milliyetçi eski Almanlar, Amerikalılara Ami derler ki, bütün sıfatlarını içeren çok doğru bir tabirdir - çaresizliğini ve artık her el attığının kendi elinde patlayan kerrakesini.


Şayet son çare olarak Kamikaze olmayı da düşünüyorsan, gariban vatandaşın yandan çarklısını değil, seni bu günlere getiren Ami’nin Kruvazörünün bacasını hedef almalısın ki, bir halta yarasın ve belki de bu senin yine de tarihe girebilmen adına en son şansın olabilsin. Senin yerinde olabilme şansım, yaradılışlarımız itibarıyla hiç yoktur olamaz da; ama vaktaki olsaydı bile, sana şerefim üzerine teyit edeyim ki bu dediğimi de yapardım…
                                                                     
                                                                           Serendip Altındal



24 Temmuz 2015 Cuma

AYNI KAPIYA..

            Evinden ziyade yaban ellerde, muhtemelen de sevgisiz, yuvadan düşmüş bir kuş yavrusu gibi büyümüştü. Önceleri kayboluşları pek ciddiye alınmamıştı. Gayesiz dolanıp dururken, yeryüzündeki Cehennem Zebanilerinin eline geçti ve umutsuz bir bomba fitiline dönüştürüldü. Sonra da, kaderine kahırlı bir toplum düşmanı olarak, umutlu, kararlı, eğitimli ve adam gibi adamlar olmaya yeminli genç canların ferlerini; sanki umutsuzluğunun nedeni onlarmış gibi, söndürmek üzere aralarına karıştırıldı.

            Sonuçta pimini çekti ve önce de kendi hiçliğini, son defa ateşledi. Oysa birlikte aldığı canları da tanıyabilseydi, belki de onlardan biri olacaktı. Küçük aklınca Cennete gidecekti! Herhalde içine atıldığı Cehennemin son deliğinde, bu tarafta tanıdığı Zebanilere benzer birileri, Cennetin anahtarı yerine, üçün birini de tutuşturmuşlardır eline. Ne ki, aynı yollardan geçmeye, aynı deneyimleri almaya meraklı olduğu söylenen daha birçok, kız, oğlan varmış sırada. Keşke bir mucize gerçekleşse de, önce gidenler, yenilere ellerindekini bir gösterebilseler…


            Anlayın idrakleri dumura uğratılmış körpelerin İslam maskeli çakallar tarafından ne denli iğfal edildiğini. Oysa bu garipler sorgulayabilselerdi; kendilerini feda etmelerini isteyenlerin şayet kendilerinde o iman olsaydı, o sanal cennetlerinde ki hurilerin kucağında, dünya dertlerinden uzak, cennetin nimetlerine kavuşmak üzere çoktan oraya önce kendileri kapağı atmazlar mıydı. Çünkü bu saf gençler, inanç veya imanın, bilincin çömezi olduğunu bilecek altyapıya elbette sahip değillerdi. İşte kendilerini kullananlar da aslında bu bilincin sahibi olanlardır.
           
            İşte masum gençlerimizi bu bilinç seviyesine çıkararak koruyabilmek ise, imam hatiplerde İslam öğretisi diye onlara ilerde ölüm mangaları olabilecek alt yapıyı vermek yerine, onlardan esirgenmiş olan milli ve asal eğitimlerini yine kendilerine kazandırmakla ancak mümkün olacaktır. Çocuklarımızı küçücük yaşlarından itibaren imam hatiplere layık görenlerin, aslında kendi tetiğini çekmeye yüreği ve olanağı kalmayan emperyalistin, kendi adına bu işleri yaptıracağı uluslararası terör ordularının, alt yapılarını da oluşturdukları artık anlaşılmalı, ötesinde de özümsenmelidir.


Derler ki; adam olacak çocuk bokundan belli olur. Sakın inanmayın, boku adamı bir yere taşımaz hiçbir zaman. Olsa olsa adam onu salacağı deliğe iyi nişan alabilir, tabii şayet geride bir şey bırakmak istemiyorsa. Yani böyle Cennetlik, Cehennemlik uçuk, kaçık, yanlış inanç ve hurafelerle, ilgisiz, sevgisiz büyütülerek kaderine terk edilmiş genç insanlardan, işte ancak böyle umutsuz emsallerin çok daha kolayca vücut bulacağı açıktır.

Öyle ya neden hep aynı bozuk mayadan çıkıyor, böyle beşeriyete muzır, asosyal toplum düşmanları. Bunların ana ve babalarını yeniden eğitmek mümkün olamayacağına göre, bugünün gençlerini  – 1954 de Köy Enstitülerinin kaldığı yerden başlayarak – yeniden adam gibi eğitebilmek, ancak onların kendi gelecek nesillerinin ve milli bekalarının garantörü olabilecektir. Gel de şimdi yüce Atatürk’ü rahmetle bir kere daha anma(1).

Giden ve maalesef çok zor yetişen, böyle aydın, güzide gençlerimize ne kadar ağıt yaksak boş. Onların pisipisine ferlerinin sönme nedeni olan içerde ki ve dışarda ki yılanların başlarını, müstahsilleriyle birlikte kendi yuvalarında ezmedikten sonra. En fazla yeni kayıplarımız için de ağlarız. Gel de şimdi yüce Atatürk’ü rahmetle bir kere daha anma(2)…


Hal böyle iken ve analar ağlamaya devam ediyorken, bizim açılımcı artistler neler yapar, nelerle meşgullerdir acaba? Zırvalarını, şaşkın suratlarını, fütursuz görünme gayretlerinin arkasına gizledikleri gerçek çaresizliklerini görmemek, umutsuzluklarını birlikte yaşamamak ve zıvanadan çıkmamak için kendi adıma, haber kanallarını izlemiyorum. Sözcü ve bazı portaller dışında eş ve dosttan öğreniyoruz aslında olup biteni. Daha doğrusu da olamayıp, bitemeyeni.

Millet, bizim zorunlu kardeşlerden bir hükümet bekliyor, bekleyedursun. Biraderler de can derdinde, saraylı peş peşe korku ritüelleri sergilerken, partililerini de kahrediyor, yeni seçim hayaliyle de hepsini giderek kendi batağında birlikte boğulmaya mahkûm ediyor. Biraderlerse hala aymadılar. Korku da nereye kadar, sanki ecele faydası varmış gibi. Oysa geçen yazıda belirttiğim gibi bir dört yılda neler neler olmaz. İlle de seçim mi diyorsun kardeş, olur alacaksın(!) tabii seçimini…


Muhalefetten en azından mis gibi cacık olur; ama devrik AKP enkazından kazanın dibi bile çıkmaz. Bizden söylemesi, aslında yüzde 60 oranı olan muhalefetin mantık izdivacı, ortak bir mantık çağrısı olarak da görünüyor. Ne var ki, imalat ürününün AKP & CHP markalı olacağı, bir kere patentleştirilmiş çok uluslu para fonu ARGE’si tarafından. El mahkûm. Ola ki ani gelişecek provokatif bir sınır ihlali, zorunlu bir koalisyonu da tetikleyebilir.

Öyle veya böyle sonunda ABD ile bir kora kor kapışmaya gireceğiz nasıl olsa. Çünkü hudutlarımızda, gerginliği tırmandıran bu marjinal tutkuyu sürdürdüğü sürece, terör çetelerinin arkasına daha fazla saklanamayacak olan ABD, nasılsa bir açık verecek ve gerçek yüzünü gösterecektir eninde sonunda. Bir kere de cephe açılmaya görsün. “Ve işte o zaman, adı Türk olan güler yüzlü, tatlı dilli, munis adam, bir dev kesilirdi”. Bu da madalyonun diğer yüzü. İşte bu yüzden de soğuyan havanın bir süreliğine ısıtılabilmesi ve zaman kazanılması adına da bir ara istasyona acilen ihtiyaç vardır.

Çünkü hanidir tasarımda olan yeni haritalar için, henüz ortam oluşmamıştır. Ve gün doğmadan nelerin olabileceğinden de kimsenin bir güvencesi yoktur. Zira yeni bir Dünya savaşının çıkacağı, bütün dünya devlerinin gözünün üstünde olduğu, tek ve en kritik bir bölgedir bizim bölge. Çünkü Ortadoğu’ya hâkim olanın dünyaya da hâkim olabileceğine Osmanlıdan da yabancı değiliz.

Bu nedenle de, yani ne yapsalar boş, hele de Kemalizm’i dıştalayan mevcut aynı kafayla. İşte biz de tam da bunu söylemeye çalışıyoruz. Yeni seçimler de yapılsa, yine kurgulandığı üzere ortaya çıkacak sonuç budur.  Hatta kuvvetle muhtemeldir ki, bir küçük değişiklikle de bu defa saray tamamen çizilerek, içinde sarayı olmayan bir koalisyon da çıkabilir ortaya. Yoksa saray baskısıyla iyice bunalan Davutoğlu da bu gerçeği gördü de mi seçim diye dayatıyor acaba? Her neyse. Oğlum sana söylüyorum gelinim sen duy hesabı, saraylı da akıllı olur aynı gerçeği görür de, artık sesini kısar belki. Ya da acaba can çıkar da huy çıkmaz mı, deseydik. Hoş her ikisi de aynı kapıya çıkacaktır nasıl olsa…
                                                                      
                                                                           Serendip Altındal


18 Temmuz 2015 Cumartesi

FITRATINSA, KAYBEDENSİN..

            Saraylı vatandaş, yargı depresyonu altında yeni bir seçimi zorluyor olsa da, Davutoğlu taifesinin oyuna gelmemesi lazım. Evet, beyler daha önceden de size öngörülen AKP, CHP koalisyonu neresinden baksanız, içinde bulunduğunuz şartların vazgeçilmezi haline gelmiştir.

            Ve sizlere düşen de şimdi el ele verip koalisyon ışığını yakmaktır artık. CHP’nin 14’lüğü, AKP’nin 6’lığını döver aslında. Kodumu da oturtur hani. O halde böyle bir gücün tarafınızda olması, koalisyon hükümetinizin de garantörüdür neresinden baksanız aynı zamanda. Bu da size en azından bir dört sene daha yeterken, artık bunalan millet de sayenizde biraz nefes alabilir.

            Emekli, işçi, tüccar memnun, saray hezeyanlarından arınmış ve baskı altında ki asker de memnun, daha ne olacak, Allahtan belanızı mı arıyorsunuz beyler. Bundan iyisi, dondurmalı kayısı. Saray jargonunu bırakın, kafanıza göre takılın, birlikte düze çıkın ve bize de biraz nefes aldırın. Zira hepimize gına geldi saray ve saraylı edebiyatından artık. Mukarrer devinim gereği, gerisi de arkadan tıpış tıpış gelecektir nasıl olsa.

Yani bütün düğüm saray mı? Haydi, canım geçiniz, bırakın bahaneyi. Yeter ki ipin bir ucunu kurtarın oradan, arkası kendiliğinden gelecek ve düğüm çözüldükçe çözülecektir nasıl olsa. Siz bakmayın birinin afrasına tafrasına, sallar durur, kendi de alışır nasılsa. Sizleri alıştırdığı gibi, yeter ki ipinizin bir ucunu kurtarın ondan.


            Özellikle de, bu kadar itibar kaybına uğrayan Davutoğlu, hayatında hiç olmadığı kadar mecburdur bu bağımsız dik duruşa. Ve şimdi vakit, yerlerde yatan saygınlığını tekrar ayağa kaldırma vaktidir artık. Çünkü bu durum kendisine ikinci bir kariyer şansı daha sunmakta ve Prof.’luğundan bile daha büyük bir ehemmiyet arz etmektedir kendi geleceği adına da. Zira ikinci bir kariyeri gönlünce yaşayabilecek kadar gençtir henüz ve bu en son fırsatı değerlendirecek kadar da akıllı olduğunu düşünüyorum kendisinin. Ayrıca yeterince destek de bulacaktır, arkasında duran, gerçek durumun farkında olan ve aklı başındaki parti arkadaşlarından da.

            Kendisi de bayram mesajlarında, bu aklı yakaladığı izleniminde pozitif sinyaller vermiştir. Şayet sinyallerin arkasını da getirip korkusuzca, olumlu icraatına da imza atmayı bilirse, akli rüştünü de ispat etmiş olacaktır. Gerisini de Erdoğan ve besmelesiz yandaşları düşünsün bundan sonra. Bu da kimseyi alakadar etmez nasılsa. Siz biran önce kurtarın paçalarınızı, içine kapatıldığınız Pandora kutusundan ve aklın yolunda buluşmaya bakın Davutoğlu kardeşler. Kendinizi bulun ve bırakın Tayyibofobi bundan böyle başkalarının fobisi olsun, sizin değil.

            Uçurumun ağzındaki sizlere, vatandaşınızın fırlattığı en son halatı da akıllıca kullanın. Çünkü hala da fark edemedinizse, başka da bir şans bulamayacaksınız bundan sonra artık. Yeni seçimleri de unutun. Yeni bir fırsat yakalayabilmenin tek şartının; vatandaşın lehine ve arzuladığı CHP ile devrik hükümetinizin yerine, ulusal çerçevede başarılı bir koalisyon hükümeti kurduktan sonra, adil düzen içinde kendinizi ispat edebileceğiniz yeni bir dört senede ancak oluşabileceğini de sakın ola unutmayın.

            Bunları yazarken, sizden kapasitelerinizin üstünde beklentiler içinde olduğumuzu da sakın düşünmeyin. Biz sizlerin yeterliliğiniz, daha doğrusu da yetersizliğinizin farkındayız. Sizin milletinize, isteseniz de tam bağımsız bir Kemalist hükümet veremeyeceğinizin bilincindeyiz. Çünkü göbek bağınızın olduğu patronlarınızın size tayin etikleri oyun sahası ve süreler doğrultusunda oynamak zorunda olduğunuz da, elbette tarafımızdan biliniyor.

Bir kere siyasa oyuncuları olarak elbirliği ile emperyalist tarlasına dönüştürmüşsünüz ülkenizi ve 50’lerden bu yana biriken bu pislik, sizlerle de kuşkusuz bir dönemde temizlenemez. Türk atasız, atalar da Türksüz olamaz. Elbette toprağında bu işlerin üstesinden gelecek yeni atalarını da yine çıkaracaktır nasılsa, dünyada başka bir emsali olmayan bu Ulus. İşte olası bir tam temizlik de, ancak öyle bir ATA’sal liderin eseri olacaktır yine, Türk evlatlarının vatanında.

Bakın bakalım etrafınıza, Türk Ulusundan başka ataları olan başka da bir ulus var mı bu dünyada. Oysa büyük adam her ulustan çıkmıştır ve çıkacaktır da. Ne ki bu büyük adamların hiçbiri birer ATA değillerdir, olamamışlardır. İşte biz bu koca gerçeğin de tamamıyla bilincindeyiz beyler. Bu nedenle de sizden beklediğimiz sadece; dört yıllık bir koalisyon hükümeti oluşturarak, bol keseden salladığınız vaatlerinizi tutarak, ülkenizin kanayan yaralarına, hiç olmazsa bir dönem biraz merhem olmanızdır.

Bu nedenle de milletiniz son seçimde size bu görevi vermiştir. Şayet bu işe de yaramayacaksanız, ne halta yararsınız sizler. Yoksa yüce Atatürk’ün yüce Meclisini, her ipini koparanın kapağı atabileceği, Dingonun ahırımı sandınız.

            Ve bir şey daha unutmayın sakın: Kılıçdaroğlu’nun yüzde 60’ına karşılık, Davutoğlu’nun yüzde 40’ı var. Bu durumda Kılıçdaroğlu tok satıcıdır. Yani kaybedecek sadece Davutoğlu ve arkadaşlarıdır, bunu da hatırlatmış olalım. Aldığınız yüzde 40 sizi kazanan değil; ama daha önce tek başınıza hükümet olduğunuz için de, kaybeden taraf yapmıştır aslında. Sakın diğer varyasyonlara kulak asmayın. Çünkü aklın yolu budur, inanın. Ayrıca bir dört sene daha kazanarak, geleceğinize daha umutla bakabilecek olmanız, her şeyi birden kaybetmenizden, neresinden baksanız daha akılcı değil midir???


Sonuç: Kurtulun o halde kendi kendinize karabasanınız haline enayice getirdiğiniz, Erdoğan fobinizden biran önce. Bu da sizin sorununuzdur her şeyden evvel. Öyle ya neticede, Erdoğan’ı kendi başınıza saran sizlersiniz, başkası değil. Yani kendiniz ettiniz; ama yine de kendiniz bulmayın. Çünkü ucu bize de dokunuyor…
                                                                    
                                                                   Serendip Altındal




10 Temmuz 2015 Cuma

ÇÖLDEN GELEN DEVRİM..

            İki doğrunun bir yanlışı götürdüğü kabul ediliyorsa; yarın iki yanlışın, gerekçesine bile bakmadan bir doğruyu götüreceği de kabul edilmek zorunda kalınacaktır. İşte o zaman da 5 milyon yaşında olduğu kabul edilen, ilim ve irfanı da temsil eden Homosaphien'in sonu gelmiş demek olacaktır artık bu dünyada.
           
            Servetini, sermayeye dönüştürmüşsen, mal, üretim aracı ve emek sarmalında artı kazançlar da amaçlıyorsan, kapitalist olmuşsun demektir. O zaman kazancını kendi hesabına depone ettiğin gibi, zararını veya riskini de kendi hesabına virman yapmak zorundasın demektir aynı bağlamda. Çünkü senin malını almayan veya alamayan tüketicin, aynı noktada o malı üreten emekçindir de aslında.

            Ve sana sattığı emeği karşılığında senden aldığı ücretiyle şayet kendi eliyle ürettiği emtiayı bile alamıyorsa, durum daha da vahimdir senin adına. Bunu ciddi olarak düşünmelisin. Ayrıca hiç unutmamalısın ki, taşımak zorunda olduğun riskinin de nedeni değildir, emeğinden kazanırken artı karlar sağladığın emekçin. Hırs ve tamah üzerine kurulu bencil yapının da mimarı değildir aynı emekçin ve o bağlamda da tüketicin. Çünkü zor kullanarak seni 'ego-sen' olmaya da zorlamamıştır, bizatihen seni senden başka da hiç kimse. O halde neresinden baksan kendi zararını da elbette yine kendin karşılamak zorundasın arkadaş.
           
            Oysa hiç de böyle olmuyor. Sümen altı rüşvetlerini ödeyerek, baskı ve şantaj uygulayarak paralı askerlerine dönüştürdüğün, sonra da devlet erkinin başına taşıdığın 'Hükümet' yaftalı siyasilerini alıyorsun arkana. Çeşitli ki aslında da milletin olan devlet fonları ve direk olarak da vatandaşına yansıtılan dolaylı vergilerle, yine vatandaşına, yani bizatihi olarak da emekçine ödetiyorsun bütün zararını da.
           
            Hoş, kazançlarına mahsuben bir miktar vergi de ödüyorsun ayıp olmasın diye elbette. Buradaki yorumu da artık senin vicdanına bırakıyorum kardeş. Şayet işimiz de, olmayan vicdanlara kaldıysa, yandık desene. Şimdi bütün bunlara hayır diyebilir misin? Belki karanlıkta senin de yüzün kızarıyordur, peşin yargılamayayım; ama günışığında bu kızartıyı daha kimse görmedi şimdiye kadar.

            İşte senin durumun, bugün bütün dünya kapitalist-emperyalistlerinin de içinde bulundukları çıkmaz yolun ortak sorunudur. Ne var ki, çok uluslu kapitalist fonlarıyla, vakıflar aracılığı ile çakma Hükümetlerini besleyerek, milletlerini sömürmek adlı klasik oyun artık son halkaya dayanmıştır. Çünkü devşirme Hükümetlerin sözde temsil ettikleri halkları, bu eskimiş numarayı yutmuyorlar artık...


            İsa sonrasının bilinen ilk sosyalisti olan Hz. Muhammed'in, ilk Sosyalizm olarak da ifade edilecek Asrı Saadet dönemi, Marks'a da ilham kaynağı olmuştu. Marks Marksist manifestoyu hazırlamadan önce, para ve emeğin kaynağını tarihsel olarak baştanbaşa elden geçirirken, elbette İslam'ın Asrı Saadet dönemini atlayacağı düşünülemezdi. Eserini hazırlarken de bulduğu bu ilahi olguyu, kendisini kabul ettirmiş bir model olsa da, bilim adamı profili ile şüphesiz ki epistemolojik bir modele oturtamazdı. O nedenle de Hz. Muhammed’e değinmemiştir.

            Bir başka husus da, kendi yaşam mecburiyeti olması nedeniyle göbek bağı olan Hristiyan dünyası ile de mutlaka açık düşmemeliydi. Yoksa İslam ile bu kadar özdeş olan Marksizm’in bu yüzü ortaya konursa, Hristiyan dünyasında daha doğmadan bitiverirdi. Ne ki, Marks gibi ruhuna kadar analiz ve sentez adamı olan bir kimliğin, ilk Sosyalizm ‘in hayli başarılı bir modeli olan İslam'ın Ehli Beyt ve muhtaç insanı kalmayan Asrı Saadet dönemini, iliğine kadar irdelemiş olduğu da tartışılamaz.

            Gerçi belki de ilahi Komünizme ulaşamadan 23 yılda Hz. Muhammedin vefatı ile birlikte sona eren imamet döneminin ardından, 4 Halife devirleriyle birlikte, Hz. Muhammedin başlattığı ilahi devrim, yeniden tersine çevrilmiş ve ihtiraslı muktedirler, toprak ağaları, beyleri, eşraf ve besleme yandaş dernekler, mezhepler vasıtasıyla başı döne döne bu günlere taşınmıştır. Bugünse toplam ihanetlerin bakiyesi olarak, siyasi ambiyanslı din simsarlarının eliyle de, en kolay ve ucuz sömürü aracı olarak emperyalizme servis edilmektedir.
           
            Hz. Muhammed bile sağlığında ashabına; '73 fırkaya (mezhep) ayrılacaksınız, bunların 72 si helak olacak, sadece bir tanesi mahşeri görecektir' demiştir. ‘O hangisidir ya Resul' diye sorulduğunda, 'sadece benim ve ashabımın yolundan gidenler' cevabını vermiştir. Bu cevap, başta Halaçoğlu gibi her vesileyle Müslüman olduklarını beyan eden ve diğerlerini aşağılayanları fazlasıyla düşündürmeli ve kendilerine de 'hangi sınıfta' Müslüman olduklarını sordurmalıdır aslında.
           
            Bugün aslı Ehli Beyt olan gerçek İslam’ın düşüncesinin bile kendisi için kabus olduğu 'emperyalist hergele'; elbette bu kabustan kurtulmak adına bir şeyler yapacaktı. İşte İslam’ı, bu yüzden uluslararası kapitalist fonlar, dernekler ve vakıflar aracılığı yanında da, dindar kisveli din simsarı siyasileri de kullanarak, anayolundan saptırma gayreti içindedir ve kurguladığı çeşitli İslami modellemelerle, amacına ulaşmaya çalışmaktadır. Ne ki korkunun ecele faydası yoktur.

            Nitekim Stalin döneminde Sovyet Rusya’da dahi en az takibe ve katliama uğrayanların başında neden Müslümanların geldiği de kendiliğinden anlaşılır. Esasen Sovyet ordularının %70 nispetinde neden Müslüman Türklerden oluştuğu, Türk'ün vuruş gücü ve yiğitliği yanında, İslami özeğinde olan sosyal adalet fonunda aranmalıdır. Bu düşüncelerimizi tamamlamak bağlamında, şayet bir Muhammed hayranı olan Tolstoy'un, 'Muhammed' başlıklı eseri okunursa, Hz. Muhammedin Kuranda yer almayan hadislerinin yansıtıldığı bizatihi felsefesi, daha iyi anlaşılacaktır. Bu eser zamanında İslam’a övgü taşıdığı gerekçesiyle Ortodoks Çarlık Rusya’sında yasaklanmıştı.

            § "Bunu söylemek ne kadar tuhaf olsa da benim için Muhammed ilik, Haça tapmaktan (Hıristiyanlıktan)  mukayese edilemeyecek kadar yüksekte duruyor. Eğer insan, seçme hakkına sahip olsaydı, aklı başında olan her Provoslav ve her bir insan, şüphe ve tereddüt etmeden Muhammed iliği; tek Allah'ı ve onun Peygamberini kabul ederdi. Lev N. Tolstoy (1828-1910)"


            Söze dönersek; Allahtan ekolojik dengeler var. Düşünün yeniler gelirken şayet eskiler gitmeseydi, yani aslı Şeytan/Tanrı olan insanoğlu bir de ölümsüz olsaydı, biz nasıl yaşardık sırt sırta, alt alta, üst üste bu dünyada. O nedenle fazla kurcalamayalım, bilelim ki cennet de cehennem de bu sonlu dünyadadır. Yoksa her ölümlünün bir gün bulaşacağı söylenen cehennem veya cenneti mesken tutmaya kalkmanın da, nasıl bir kaos yaratacağı kendiliğinden ortaya çıkmıyor mu? Bana sorarsanız o iki yerde de olmak istemezdim doğrusu.

O halde bugüne kadar daha önce gitmiş, görmüş ve deneyimlerle geri dönmüşe rastlamadığımız için de, kendimizi Allah’a havale ettik artık dostlar. Elbet gitmeden öğrenemeyeceğimiz; ama şayet gömülmeyi tercih etmişsek de, önce börtü böceğe meze olmakla başlayacak bir çıkış yolu karşılayacaktır bizi nasıl olsa öbür tarafta mutlaka ve bu duruma da hazırlıklı olalım. Yani toprakaltı mahlûkatı ile de dost kalalım en iyisi.  Bu arada Davutoğlu’nun da herhalde bir miktar aklı başına geldi ki, önce Kılıçdaroğlu ile koalisyon sohbetine başlayarak, prosedürü uygulaması gereğini hatırlayıverdi.


            Yukarda bir yerde Halaçoğlu'ndan bahsetmiştik: Anlayın bu ülkede kimler nasıl Prof. Dr. Gen. vs. olabiliyor. Kimler de neden olamıyor. Tabii bu yorumu, rütbelerini analarının ak sütü gibi hak edenleri tenzih ettiğimi bilerek yapıyorum. Bizde neden böylesi aydınlardan bir Nobel ödüllü çıkamayacağının da açık göstergesidir, hali pür melal. Sakın Pamuk gibi önce yıkanmış, sonra ütülenmiş ve sonda da devşirilmiş aydınlarımızdan(!) söz etmeye kalkmayın lütfen. Öyle ya adam bu kadar elden geçtikten sonra, bırakın milliliğini, deri bile değiştirmiştir artık...
                                                                      Serendip Altındal


            

4 Temmuz 2015 Cumartesi

SAĞDUYU MESELESİ..

            Okuduk, üfledik, döndük, dolaştık, seçtik, seçtirdik sonunda yine aynı noktada buluştuk. Yani AKP ve Erdoğan’dan kurtulmadıkça bir MİLLİ HÜKÜMET kurma şansımızın olmadığını, yine hep birlikte tespit etme noktasına geldik. Ee şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz, özellikle de muhalefetin muhterem siyasileri. Herhangi bir karar alabildiniz mi bari. Yoksa zaman yürüsün, torba dolsun mu yine.

            Bu ülke bizim mi, yoksa genetiği kaymış Amerikan tohumlarına teslim edilmiş bir Antarktika Cumhuriyeti mi oldu artık. Bu konuda da bir fikir beyan edebilir misiniz acaba beyler. "Kesin ve geçerli bir ulusal güvenlik amacı olmadığı sürece, ülke dışında istihbarat izleme eylemleri içinde bulunmuyoruz" diyebilen küstah ABD Dışişleri sözcüsü Kirby’e verecek bir cevabınız var mıdır acaba? Açıkça hepinizle de dalga geçercesine “yani biz istemedikçe güvendesiniz” demeye getiren herifçioğluna, bırakalım devrik AKP’den çıkamayacak cevabı da; sizin aranızda cevap verebilecek bir muhalefet lideriniz var mı? Ne ki küstahlara göbekten bağlı olunca da yoktur elbette.


            Atan tutan ve seçim öncesi sallamadığını bırakmayan Bahçeli, görülüyor ki krikoyu aldı yine eline AKP’nin patlayan lastiğini çala kuvvet onarmaya çalışıyor. Ne yaparsın göstermelik dayılık da buraya kadar olacaktı elbette. ABD çıpalıların siyasa dünyasında, esasen fazla bir illüzyona da gerek yoktur aslında. Al birini kapa öbürünün üstüne, birbirlerini tam örterler evelallah. Gariban Vatan Partisi de kale arkasında, top toplayıcı olduğuna göre; desenize yenibahara kadar, yine yaptı Allah işimizi.



            Eksper olduğu söylenen muhtelif kalemlerden neşet eden analizlerin birini bırakıp diğerine sarılıyoruz. Sanki mal bulacakmışız gibi. Hala uygun bir reçete bulamadık mı, maneviyat kıranımıza. Desenize siyaset batağı bu kadar ansızla dolu olunca, halk daha ne yapsın, kimden medet umsun, ne beklesin ki bu mentalden. İş yine başa düştü, tekeri rayına yine bu millet oturtacak anlaşılan.

            Millet şaşırdığından Veliefendi de hangi beygire oynayacağını da bilmiyor artık. Oysa bizim muteber aklı başında siyasilerimiz de vardı bir zamanlar. Nerede şimdi onlar, topunun kökü mü kurudu. Mesela bir MHP’nin köşe putundan hala vazgeçilemeyecek mi. Demir mi attı bu adamlar meclisimize. Bu kadar ansız, duyarsız mı o partinin tayfası. Dünkü çocuk, bugünse tarlamıza, 13 yılda eşek dikeni eken, kıçımızdan donumuzu bile çekip alan bir devrik AKP bile, tarihi MHP’nin yanında daha güvenilir bir görüntü veriyor.

            Oysa eski toprak, milliyetçi geçinen MHP’nin içinde bulunduğu ruh sefaletine bakın. Yürek acısı. Bir HDP kadar bile olamadı bunca tecrübeye rağmen. Yazık ki katmerli yazık demek gerekiyor. Oysa %60’ı, bütünün iktidarı yapması işten bile değildi. Demek ki hep yanlış atlara oynamışlar o partinin seçmenleri de, kayıp da mukarrerdir o zaman. Sonuncusu da zaten bir felaket çıktı, jokeyini bile tribünlere çifteliyor. Tarifsiz gerilim içinde, örtülü yandaş ve bir türlü de yular tutmuyor.

            CHP den bahsetmek bile istemiyorum. Çünkü daha tarafsız bir yoruma ihtiyacı var bizim tarihi çınarın. Ne var ki, mademki kendi ülkemizde bizler karar veremiyoruz o halde ortada buluşmak kaydıyla, eninde sonunda bir AKP, CHP koalisyonu da kaçınılmaz gözüküyor. Boşuna kem küm etmesin kimse. Eliniz mahkûm.


            Diğer yanda asker ne yapsın. Zaten AKP makasından, cemaat paraleline kadar kesilip budanmadık dalı yaprağı kalmamış ki; girsin mi, çıksın mı, tutarlı bir karar alabilsin. Girse bir türlü, çıksa iki türlü. Ordumuzun başında aslında alıştığımız kıratta bir komuta kademesi olsa, mesele bile olmazdı. Ne var ki asıl paralel ve darbe heyulası altında ki AKP den dolayı, adam da kalmadı ki orduda.

            § (ABD Ankara Büyükelçisi John Bass yaptığı açıklamada, "IŞİD'e karşı Türkiye ile ortak endişeyi paylaşıyoruz. Suriye'nin kuzeyi konusunda her iki tehdit konusunda Türkiye ile birlikte çalışmaya devam ediyoruz. Bizim açımızdan çok önemli olan bir şey var, o da Suriye'de sınır bölgesini kim kontrol ediyorsa IŞİD'le mücadele etmelidir. ABD ve Türkiye'nin beklentilerini PYD'ye iletmekte netiz" ifadelerini kullandı – amerikaliturk.com).

            Allah aşkına yukarda ki ifadeden siz ne anladınız. Ordunun da fazla bir şey anlamayacağı kesin. Bundan çıkan süje, demek ki ABD indinde TSK ile PYD eşit kabul ediliyor olabilir mi acaba. Yoksa milletine sormadan PYD partneri mi yapılıyor TSK. Nereden baksan hepsi tutarsız. Koca Türkiye Cumhuriyetinin itibarı sahiden bu kadar sıfırladı mı yani, bu AKP sayesinde. Yani PYD yaftalı Israil-Kürt kampusu, Türkiye Cumhuriyetine eşit kabul ediliyor ve bu görüş bile cevapsız mı bırakılacak şimdi. Allah’ım bunlar gerçek olabilir mi. Sahiden bu kadar sıfırladık mı yahu! Yoksa bir rüya âleminde mi yaşıyoruz acaba dostlar. O zaman birileri çimdik atsın da uyanalım bari.



            Ben mi? Yüce meclisinde lafazanlıklarıyla bırakın zihinlerde fırtına estirmeyi, ibrik bile dolduramayan milletin vekili yaftalı bir sürü epikürist adamı, kadını 13 yıldır ve ne yazık ki halen de dinlemekten yoruldum artık atam diyerek; karşımdaki resmi ile tek taraflı bir diyalog sürdürmekteyim şu an. O gözlerindeki hüsranlı derinlikle beni izlerken, elbette cevap veremiyor ve ben ne düşündüğünü bilemiyorum. Sadece günü yorumlamak adına ondan tüyo almak gayretim içinde, en azından kendi vicdanımın sesini dinleyip tatmin olurken de; diğer taraftan hissiyatımı sizinle paylaşmak üzere dillendirmeye çalışıyorum dostlarım.

            Pekiyi ne yapalım? Oturup hep birlikte ağlayalım mı? Ne münasebet. Çözüm yine biziz aslında. O yüce komutanımızın ısrarla vurguladığı gibi de, hepimiz Atatürk değil miyiz??? 
O HALDE


            Hiçbir şey yapmasak bile, nasıl olsa yenilenecek olan seçimlerde, Şeytanın oyununu yine bozarız en azından değil mi? Ve bizim konfetilere bir kere daha göstermiş oluruz. Gerçek patronun kim olduğunu anavatanımızda. Öyle ya Demokrasi bunun için var değil mi? Sakın hangi Demokrasi demeyin dostlar.

          Ama bu mental ve hamurda ki siyasilerle Demokrasi, istese bile esasen o mekânda var olamaz. Üstüne de halen 2,6 milyon okuma yazma ümmisinin olduğu bir ülkede. Ama biz yine de moralimizi kavi tutalım. Çünkü Türk Milletinin sağduyusu ve özgün Kemalist ruhu, daha ne İstiklal mucizelerini tarihe yazmaz ki…
                                                                     
                                                                                          Serendip Altındal