28 Nisan 2015 Salı

FAL DEĞİL ÖNGÖRÜ..

            Gelecek günlerin sürprizi ne olur sorusuna; kendi adıma AKP’nin çürümemiş köklerinden oluşacak ve çürümüş gövdesinden ayrışacak Y-AKP (yeni AKP) ile Y-CHP’nin muhtemel bir izdivacının, büyük olasılık taşıması olur cevabını veririm. Pekiyi bu izdivaçtan nasıl bir çocuk doğar sorunuzun cevabını da, burada yine sizlerin yorumlarınıza bırakmayı tercih ederim.

            Ne var ki doğacak çocuktan sonrasını ele almak, daha aydınlatıcı olacaktır bizim için, demek de isterim. Özetlersek; muhtemelen bizim kuşak göremeyebilir; ama gelecek kuşaklarımız işin sonunda, neresinden bakılırsa bakılsın, bu ülkede mutlaka özü halk tabanından oluşan ve bir zamanların dış kaynaklı Bolşevik İhtilaline de hiç benzemeyen ve tamamen milli kaynaklar endeksli büyük bir emekçi devrimine - yani gerçek halk ihtilaline - şahit olacaklardır.

Öyle ki bu büyük devrim dünya genelinde de, bir üçüncü dünya harbinin çevresinden dolanarak, tüm sömürülen halkların lehine, sermayenin el değiştirmesini tetikleyecek ve tarihte yepyeni bir sayfa açarken, belki ihtilal başlangıçta yine kendi evlatlarını yiyecektir; ama bir dünya harbine gerek kalmadan, yeni ve ortak bir evrensel başlangıç da sağlanmış olacaktır. Ve bu İhtilal, üçüncü dünya harbini engelleyebilecek tek güç olarak da açıklanabilir. Çünkü bu olmadığı veya daha da geciktiği takdirde, doymak bilmez liberal ihtiraslar nedeniyle, belki de neslimizin sonunu getirecek yeni bir dünya harbi, esasen kaçınılmaz olacaktır.

Y-CHP ile Y-AKP izdivacı, maalesef liderini bulamadığı nedeniyle geciken halk devrimine, yeni liderin de süreçle olgunlaşması bağlamında zaman kazandıracak, inanın ki en olası senaryodur. Ne ki oluşacak koalisyonda, bir üçüncü tepegöz ve emniyet valfi olarak başlarında usta hipotez adamı ve milli hakem Perinçek ile birkaç milletvekilinden oluşan bir Vatan Partisi mevcudiyetinin oluşması da, mutlaka gerekmektedir. Meclis ciddiyeti, yeni yasa teklifleri, revizyonları, iç/dış ekonomi, adil düzen, özgün ferdi icraatlar yan yana konulduğunda, bu siyasa olgusuyla yaşanacak yeni meclis dönemi, diğer taraftan halkı da eğiteceğinden, gelecek dönemlerin de garantörü olacak ve halkla birlikte kendisi de olgunlaşacaktır.

Tavrını veya seçim programını açık seçik oluşturamayan MHP’nin bu yeni hükümet resminde yeri ne olur diye sorulursa; bu tamamen MHP’nin bundan sonraki tutumuna bağlıdır. O şimdilik milli misakın muhafızı olsun, tarihi onuru ve şerefi itibarıyla kendisi ve ülkemiz için bu da yeterlidir. Beis yok, nasıl olsa meclise bir taraf oluşturacak kadar vekil de sokacaktır. Her şeye rağmen bununla yetinmeyip Y-AKP ile oluşturmayı düşüneceği bir koalisyon ise, iki partinin de geleceğini daha da karartmaktan başka bir işe yaramayacak ve sonuç ülkemiz adına yeni bir hüsran dönemi daha oluşturacaktır. Bu durumunsa milletimizden başka kaybedeni olmayacaktır.

Yukardaki resim beni de tatmin etmiyor aslında. Bu sadece benim analitik öngörümdür. Gönlümde yatan bu değildi yoksa. Ne var ki bugünkü millet henüz bir Vatan Partisi ittifakına hazır olgunlukta değildir. Ve halen olgunlaşma safhasında olduğu için de, artık başka beklentilere, alternatiflere de vakit kalmamıştır. Şimdi bir tarafı tutuşmuş olan Otağımızdan, neyimizi kurtarabiliriz hesabına odaklanmak zorundayız acilen.

Çünkü bu duruma da ne yazık ki, içinde uyumakta olduğumuz kör olası ataletimiz yüzünden, aslında kendi kendimizi düşürmedik mi? Demek oluyor ki, böyle başa böyle tıraşla yetinmek zorundayız şimdilik. Dolayısıyla bu durumdan şimdi şikâyet etme hakkımız da kalmıyor. Yani kendimiz ettik kendimiz bulduk. Allah beterinden korusun diyelim hiç olmazsa.

Önümüzdeki Haziran seçimleri ise doğruyu yakalayıp kendini temize çıkarmak isteyenler için son ve fevkalade bir fırsattır. Şimdi artık bu makûs durumumuzun failleri olan başımızdaki devşirmelerden ve içimizdeki beslemelerinden kurtulma vakti gelmiştir. Zaman şimdi aklımızı başımıza aldığımızı ispat etme vaktidir de artık. Ve hala bir beynimiz olduğunu hatırlamamakta ısrar edersek, bunun son seçimlerimiz olacağını da öğrenmişiz demektir çünkü. O halde top sizde artık hemşirelerim, biraderlerim ve gençlerimiz. Oyun da bitmek üzere, ona göre bu son şansınızı çok iyi kullanmak zorundasınız…


Mahalle aralarında bile buldukları her boşluğa beton mezarlarını dikiyor işkembeci yandaş mütaitler – müteahhit de denemez bu vasıfsız tayfaya -. Ne ot kaldı ne de çimen. Ağaçlarsa şimdiden tarih oldular. Alt yapı yok üst yapı yok. Ama bütün inşaatların reklam panolarında, nerede oldukları belli olmayan yeşil alanların resimleri var. Ve bol manzara garanti ediliyor. Denize iki kilometreden bile uzakta olan yarı bitmiş konutlarsa, sahil evleri yaftasıyla boşuna müşteri bekliyor.

Resimlerde görünen o yeşil alanları ise bitmiş veya bitmek üzere olan beton yığınlarının, gözün alabildiği çevresinde bile bulabilmeniz mümkün değil. Varsa yoksa yarı bitmiş veya öyle de kalmış beton mezarlıklara dönüştü güzel ülkemiz. Hangi rezaleti sayalım ki daha. Hepsi de birbirinden yürek ezici. Yalan, dolan ve sahtekârlık bataklığında boğulan kokuşmuş bir düzende, insanı yaşamından bezdiren küflü, iğrenç bir havayı birlikte teneffüs ediyor olduk dostlar.

Toplum mühendisi değil aslında toplum mimarı demek daha doğru olur. Çünkü mühendis, hesabında doğruyu bulur bulmaz, kazmayı hemen tam on ikiden gözünün üstüne radikal vurur. Oysa mimar çevre, doku, tarih, uyum ve estetik gibi olmazsa olmaz daha farklı doğrulara da ihtiyaç duyar. Ve mühendisle ayni bilimsel değerlere sahip olduğu halde, gerekirse tam on iki yerine, onlara hatta dokuzlara bile vurur kazmayı. Şimdi bir de bu perspektifle bakın, içinde boğulduğunu hissettiğiniz, yeşilinizin ve havanızın gasp edildiği beton çevrenize. Ve mimarınızı arayın lütfen, tabii onu bulabilirseniz!


Elindeki bütün milli kaynakları yok pahasına satılmış ve samanını bile – ki yuh olsun ervahına artık - dışardan getirmek zorunda bırakılan, yaptığı ithalat bağımlı kısıtlı ve çakma sanayi ihracatıyla bile ancak dış borçlarını katlayan bu millete, iş ve aş imkânı olarak, kendi topraklarını delip deşerek betona boğmaktan başka da bir olanak bırakılmadı ki.

Aynı bağlamda tufaya getirilen ve kendilerine uygun rayiçle sözde ihale edilen pahalı hazine topraklarına daha inşaata bile başlamadan önce, efendilerini şişirmek zorunda bırakılan bu yandaş mütaitler, neredeyse bir öğlen karavanasına ve toplu taşıma servisine çalıştırdıkları taşeron işçilerini, canlarını çıkarırcasına ırgalayarak kısa zamanlarda yükselttikleri bu beton kulelere boşu boşuna alıcı beklerken, nasıl tufaya getirildiklerini de ister istemez anlamak zorunda kalıyorlar. Ama diğer yanda atı kapan çoktan Üsküdar’a atlamış oluyor. Yani İsviçre Bankalarında hesap üstüne hesaplar açılıp duruyor. Yandaş biraderler de ha babam milletin bağrını delip – pardon a..sına koyup – duruyorlar.

Taşeron işçilerin çoluk çocuğu yırtık giysiler, şıpıdık terlikler içinde donarak, kendi bayramlarını bile içlerine gömdükleri hıçkırıklarıyla kutlamak zorunda bırakılırken, haramzade yandaşların çocuklarının ötekiler donarken, kış günlerinde yaşadıkları yaz tatillerini, daha ne zamanlara kadar yapacaklarını sanıyorsunuz. Hadi gel de artık, tünelin sonunda ilk ışıkları görünmüş olan emekçi-halk devrimini, böyle kafalara anımsatma şimdi. Hem de bu durumun sadece ülkemize ait bir rastlantı olmadığını, aslında küresel bir dert olduğunu ve çok uluslu sermaye şiştikçe, yokluğumuzun doğru orantıyla katlanarak arttığını da bildikten sonra…

Sonuç olarak Amerika mamerika değil; ama konuya doğru bakınca ve eşyanın tabiatı gereği de emekçi ihtilalini ileri bir vadeye sarınca, yukarda olasılığından bahsettiğim senaryonun, bilhassa da aklanmaya şiddetle ihtiyaçları olan mütedeyyin AKP’liler ve huzur arayan bizatihi seçmenleri adına; ki bunlara ABD’nin zamana olan acil ihtiyacı da dahildir, Türkiye’nin en büyük muhalefet Partisi – ki hepsi biter CHP hep yaşar -  CHP saflarında yer almanın neden önemli olduğu, nasıl bir kurtuluş yolu ve bulunmaz bir terapi olacağı kendiliğinden anlaşılıyor olmalıdır artık. Şimdi hazırlanıp bekleyelim o zaman. Aynı senaryoyu sahnede de daha detaylı göreceğiz nasılsa…
                                                         
                                                                                     Serendip Altındal

 

            

24 Nisan 2015 Cuma

KANDİL DUASI..

            Şefaatini, hoşgörünü, birilerine yaptığın gibi bize de yüz karası etme Yarabbi!
            Akıl, izan, namus ve adalet yolundan bizleri de saptırma Yarabbi!
            İhsan, irfan, itikat ve ahde vefa yalanlarını bize de huy edindirip, günü, saati gelince; bizleri de köpek maması kılma Yarabbi!
            Mübarek Regaip Kandilinde bu niyazımızı kabul eyle Yarabbi!

            Üç aylara girildi. Sizlerde niyazlarınızı yaptınız mı Müslümanlar? Yol hala yakınken yapıverseydiniz bari. Sonra nerelerde neler bulabilirsiniz, hangi ellere muhtaç hale gelirsiniz, Vallahi artık orası bilinmez…  


            Seçim arifesinde böylece yol kandilimizi de yakıp kendi yolumuza yürüyelim o zaman. Bakın yol yordam ortada. Başta iktidar partisinin hazin durumunun yanında, diğer partilerin durumu da, temel eğitim seviyesi için bile açık seçik ortada. Hesapsa hesap, programsa program da ortada. O halde şimdi soralım. Seçimlerde ne yapmaya karar verdiniz artık ey millet! Bilhassa de siz, hala bir karar veremeyenler. Dikkat edin de, sonra bir karar vermeye kalksanız da, artık abesle iştigal edenler komedisinin figüranlarına dönüşeceğiniz için, nedametten en fazla da sizler ağlamak zorunda kalmayın.

            Bu arada birileri de vatandaşlarını ha babam yanlış yönlendirmeye çalışmakla meşguller. Batan geminin mallarını kurtarabilme telaşı içindeler sanki. Neresinden baksan, görünen durum budur. Bu ters ışıkçılar, HDP vs. gibi köşelerde kaybolmuş ajan odaklara boşuna fenerlerini tutmaya çalışarak, sallamaktan artık kendilerine de faydası kalmamış kafalarını, daha akıllı kullanmak yerine, bir de böylesi afak işlere bulaştırıyorlar.

            Onlara ne denir bilmiyorum. Ya da göreli yorumlarınıza bırakıyorum. Ama bana sorarsanız; analarının adreslerini verseler de, böyle akıllı aslan parçaları yetiştirdikleri için, Bayramda gidip mübarek ellerinden öpsek bari.

            Birilerinin de omuzlarının üstünde başları var; ama sağa sola çarpmaktan, önüne gelene eğip kaldırmaktan, balansları bozulup kendilerinin olmaktan bile çıkmış artık bu kafalar. Allah özetle yardımcıları olsun bu vatandaşların bundan sonra. Başka ne diyelim ki…


            Saraylı Erdoğangiller, kümülatif olarak siyasete soyundular herhalde. Artık oğul Bilal bile özel bir atamayla, Öğretmenler Bakanı oldu baksanıza. Hani bir eksiğimiz o kalmıştı. Bakalım artık rayının sonu gözüken bu tramvay yolculuğunun son durağına kadar, daha ne sürprizlerle buluşacağız.

            Yalnız anlayamadığım; muhtemelen sağlık açısından da artık sona yaklaştığını esefle gören bizim saraylı, benden sonra tufan demeye hala devam ediyor. Bir baba evlatlarına karşı, nasıl bu kadar sorumsuz ve vicdansız olabilir, hayrettir. Makyavel bile bunu düşünemezdi herhalde. Çünkü kendisinden sonra, şahsından alınamayan bütün hesaplar, fitil fitil ailesinden ve yakın avenesinden çıkarılacaktır mutlaka biline. İşte muhterem bunu göremiyor ya da görmek istemiyor. Ki bu son seçenek ona daha fazla oturuyor. Anlayacağınız böyle hayırlı(!) babaları, Allah düşmanlarımızın çocuklarına bile vermesin…

                                                                      Serendip Altındal



19 Nisan 2015 Pazar

NEDEN GÜMBÜR GÜMBÜR..

           
            Sayın Kılıçdaroğlu;

            Bir saat yirmi dakika kadar süren seçim konuşmasında, rahmetli Mustafa Kemal den sonra, siyasi Cumhuriyet tarihimizin hiç alışık olmadığı geniş bir perspektifi ve ön sorumluluğu ile Türkiye’mizin, bugün normal vatandaşların yaşaması mümkün olmayan durumundan çıkarak yakın gelecekte, hepimizin yeniden sorunsuz yaşayabileceği bir huzur ülkesine nasıl dönüşebileceğini; çok açık, fiktif ve somut gerçeklerle önümüze koydu. Kendisine ilk olarak bu tafsilatlı ve kabul edilebilir argümanları ihtiva eden mükemmel takdimi ve bağlamındaki yorgunluğundan ötürü de, teşekkürlerimi arz etmek istiyorum.

            Bu konuşmanın ardından Sayın Kılıçdaroğlu’nun çok iyi bir hesap adamı olduğunu bir kere daha anlamış olduk. Çünkü son 13 yılda milli kaynaklarımız sadece iktidar haramileri arasında paylaşılmıştır. Şimdi tüm milli kaynaklarımız sadece milletimizin refahına açılabilirse ve zengin ülkemiz, şayet doğru ve adil yönetilip GSMH adil paylaşılırsa; aslında hepimizi bir değil birkaç defa refaha erdirecek niteliktedir. İşte Sayın Kılıçdaroğlu da bu gerçeği başta dürüstlüğü ve çok iyi de bir hesap adamı olması nedeniyle, göz ardı etmeyecektir şüphesiz.  Yani vaat ettiği bütün hesapları tutacaktır, hiç kuşkunuz olmasın…

Programsa işte program. “ ÇÜNKÜ BİZ MUSTAFA KEMAL’İN ONURLU PARTİSİYİZ” diyerek de son noktayı koymuştur esasen. Bu da kendisinin, Atatürk’ün milli ekonomisi yolunda olduğunun da en büyük göstergesi değil midir aslında?


Aslı emperyalist yalanı olan Kürt sorunun da, buna rağmen yine de ortak meclis kararı alınmadan ve millete sorulmadan, kapalı kapılar ardında, gizli ikili antlaşmalarla çözülmeyeceği, en sağlam milli güvence değil midir? Ayrıca ilave edeyim ki, bağımsız milli ekonomimiz, kendi dış borçlarını da devletine muhtaç olmadan fazlasıyla ödeyebilecek kaynak ve milli iradeye sahiptir aslında. Harp fakiri; ama buna rağmen ilk 15 yılında dünya şampiyonu olmuş Cumhuriyetimizin ve Atatürk’ümüzün borçsuz ilk milli ekonomisini de bir zahmet anımsayın ve bugünlerin şartlarını o günlerin yokluğu ile de mukayese edin lütfen…

            O halde bütün mesele de icraata kalmıştır artık. Bunun içinde ilk şart kendilerine, sadece dört yıllık bir hükümet yetkisi sağlamaktır. Bunu da aşağıda ki bağlantı adresini tıklayarak kendisini nasıl ve

daha iyi anlayacak ve ona göre de seçim kararı alacaksınızdır mutlaka.
           
                                                                      Serendip Altındal

Video Kanalım

15 Nisan 2015 Çarşamba

ÖNCE KENDİNİ AKLA..

            İblisin dünya mekânı olan Vatikan’ın bekçisi Papa’nın yediği herzeye bak. Papa nam hazretin, tahtında uslu uslu otururken birileri muhtemelen öküz çıbanını kaşıdı, çıban da depreşti herhalde. Dolayısıyla da sancılı halüsinasyonlar sardı anlaşılan ruh âlemini. Ki anlamsız hezeyanlar zırvalıyor. Doku hasarına uğramamış olsa da, akıl kaybı olup olmadığı da sorgulanmalıdır Monsenyörün. Ciddi bir Alzheimer başlangıcı da söz konusu olabilir hani.

            Ulan tarihçi misin yoksa tarihi belgeler arşivci simi, yoksa da ruhani görevden sonra siyasi seküler yeni bir kariyer arayışı niyetine mi girdin? Sen kim, Ermeni kıyamından sorumlu tutmaya kalktığın adam gibi adam, senin ahfadının da uygarlık hocası olmuş Türk evladı kim. Siz barbarlar bırakın günahsız Türk’e bulaşmayı da, önce kendi kapılarınızın önünü temizleyin. Veya da kapalı kapıların ardında yine birbirinizi düzmeye devam edin. Bu daha da yakışır sizlere hani.


            Düşünki Papa, bizi pek ırgalamasa da, sizin kampta bütün gözlerin üstünde olduğu bir mevkiin adamısın. Bazıları adamlıklarıyla, bazıları da mevkileriyle tarihe girerler. Seninse ruhani konumun itibarıyla tarihe girmen çok daha kolaydır. Bu nedenle de sen önce kendi tarihinle yüzleş. Unutma ki uygarlık tarihiniz bile Türklerden aşırmadır. Ermeni yalanından önce de kendi geçmişinin analizini doğru yap, tarihi tarihçilere bırak, en azından da doğrucu Davut ol ki; sana da adamdı desinler hiç olmazsa.

Bil ki aranızda arada sırada çıkan doğrucu Davutlar da olmasa, adamlıkla bütün bağlarınız da kopmuş olurdu. Bunu da unutma lütfen, belki bir gün işine de yarayabilir. Öğren ki tüm uygarlığınızı önce Doğuya, özellikle de Türklere borçlusunuz. Oturun oturduğunuz yerde. Şayet elbirliği ile Türk güneşini karatmaya soyunduysanız; bilin ki Türkler yine kendi güneşleri olabilirler; bu bağlamda da başkalarına hiç ihtiyaç duymamışlardır derin tarihleri boyunca; ama sizler, bir zamanlar Türk mumuyla aydınlattığınız mağaralarınızı bile tekrar bulamayabilirsiniz…


            Sabık dönemin Anadolu Türkleri, şayet Müslüman değil de, sizin Yunanlı dediğiniz İyon’yalı Türk akrabaları gibi Ortodoks, Katolik veya Protestan olsalardı, nasılsa Ermeni hikâyesine de münasip bir kılıf uydururdunuz herhalde değil mi Monşer? Sen sadede gel de yeme bizi çevrendeki kerizlerin gibi. Esasen bu ve benzeri artık vazgeçilmeziniz haline gelmiş takiye konularında, maaşlarını ödediğiniz bizim fırka İmamları ve onların kılavuzu oldukları çakma Müslümanlarına da pabuçlarını ters giydirirsiniz evelallah. Başta da dedik ya, İblisin Şatosuna bayağı da yakışıyorsun hani Papa Efendi.

            Aferin sana veya yeni trendle de alkışlar. Ermeni katliamıymış! Haydi, canım geçiniz.  Sallamadan önce bir sorgulasaydın bari muhterem. Kimin parmağı varmış; yokluk içinde yaşam mücadelesi veren ve ekmeğini yediği harp yorgunu Osmanlıyı, onursuzca sırtından kalleşçe bıçaklayan; aslında kıyama uğramaları gerekirken de sadece tehcire uğrayan, eli kanlı Ermeni çetelerinin kıçında acaba? Buraya sayısız belgeyi sıralamak, bu yazının amacını aşan bir abesle iştigal olurdu. Çünkü nasılsa da boşuna olurdu. Şayet üzüm yerine, bağcı hedef gösteriliyorsa…

Her şeyden önce de, çoluk çocuk on binlerce Türk’ün kanına giren bu Ermeni Barbarlarından, tüm insanlık adına hesap sorulmalıdır aslında. Bir de şunu düşünüver bir zahmet. Ya o dönemde Atatürk gibi bir erdem adamının ve arkadaşlarının yerinde Hitler, Stalin veya emsali liderler bulunuyor olsa idi, acep nasıl olurdu o Ermeniciklerinizin(!) hali o zaman?

Kimseyi arkadan hançerlemedikleri halde, acımasızca kıyama uğrayan Musevileri ve onların yanında kanı dökülen, halen de dökülmekte olan, çevrendeki diğer günahsızları da bir anımsayıver muhterem. Ve çok iyi bil, hiç de unutma ki, onurlu ve uygar Türk tarihinde, Türkler nefsi müdafaa dışında hiçbir zaman, hatta düşmanlarının bile kanını isteyerek, sizler gibi de sadist ve sapkın bir zevkle dökmemişlerdir. Türkler hep güçsüzün yanında durmuşlar ve asla karşısında olmamışlardır. Can düşmanlarına bile bir şans daha tanımışlardır. Unutma ki adalet sadece aynı zamanda adil olan cesurlarla sağlanabilir bu dünyada.


Haydi, varmısın bahse. Araştır istersen, aksine rastlarsan senden özür de dilerim Monsenyör. Şimdi kendini ve başkalarını da aldatmayı bırak. Sen önce bu çağrıya kulak ver Sayın Papa Hazretleri. Yani ilk önce çakma Ermeni tarihinin doğru asalını öğreniver bir zahmet. Belki kaybettiğin yüzünü tekrar bulma şansı da yakalamış olursun. Başta kendin olmak üzere, tüm temsil ettiğin dernekler, vakıflar ve hempaların adına. Nereden nereye, Papa’nın siyaseti bile sonunda bizim Erdoğanların muhteşem(!) dış siyasetiyle örtüştü. Anlayacağınız Papa da, bizimkilerden esinlenerek, boyundan büyük sallamaya başladı herhalde…

Uganda, Ruanda, Kongo, Etiyopya vs. gibi liderlerini bekleyen arayış ülkelerinde belki iyi bir başkan/diktatör olabilirdi bizim Erdoğan. Ne var ki kendini bulmuş ve 100 yılın laik Cumhuriyet kültürüne sahip bir ülke için bu durum hayal bile edilemez, geçmiş olsun artık. Akıl var yakın var. Başkan bükümlü diktatör kazığını yiyecek adamlar kampusuna mı benziyor, koskoca Atatürk’ün, bu Türkiye Cumhuriyeti Devleti acaba?


Bırakalım ham hayalleri artık. Türk Milleti kime ne zaman hesap soracağını da çok iyi bilir ve bunu kimseden de öğrenmeye ihtiyacı yoktur. Öyle değil mi Erdoğan birader. Sen de Türk Milletinin bir ferdi olarak, bunu iyi biliyor olmalısın…

                                                                      Serendip Altındal

           
                                                                                                           




  

12 Nisan 2015 Pazar

BEBEK TERS GELİYOR..

            Bir yanda bühtan yaylalarında kaşık havası çalıp söyleyenlerle, diğer yanda hayat mücadelesi verenlerin kavgasıdır bu. Birileri kendileri çalıp, kendileri dinlerken, ötekilerin çalıp söylemeye imkânları dahi olmuyor. Sadece olup biten yaygarada güme gitmemeye ve frensiz yokuş aşağıya gazlayanların önünde kazaya uğramamaya çalışıyorlar. Birileri dört çekerleriyle yaya yollarında slalom çekerken, ötekiler mayınlı araziye uyma hesabına ha babam çile çekiyorlar.
             Birilerinin çocukları bakımsız sokaklarda, kardeşlerinin pabuçları, analarının hırkalarıyla okullarına gitmeye çalışırken, diğerlerininkiler özel şoförlü otolarla misyoner kolejlerine taşınıyorlar. Sonda aynı çocuklar Soros Vakıflarında salamuralaşırken; ama diğerleri vatan kucağında, tertemiz ana sütüyle çelikleşiyorlar. Ve gün geliyor, saat çalıyor. Ötekiler bankalardaki haram akçelerini yurtdışına kaçırırken, bizimkilerse vatan cephelerinde pür dikkat, hazır ola geçiyor…

             Kılıçdaroğlu bu defa erken başlattığı ilk seçim konuşmasında, çok olumlu mesajlar verdi. Özellikle de, başta emekliler, asgari ücretli işçiler ve işsizler ordusu olmak üzere en mağdur kesimlere ve iş bekleyen gençlere umut saçtı. Ne ki bu vaatlerin tutulabilmesi için önce Amerikan mihmandarlığını terk etmek şarttır. Bugüne kadar ki bildik Amerikancı siyaset yolunda yüründükçe de bu vaatlerin tutulabilmesi, hayal ürünü olarak kalır.
             Yani bir ülkede enflasyon zili, emperyalist sermayenin keyfine göre çalıp susuyorsa, o ülkede tam bağımsız Kemalist bir milli ekonomi kurulmadan, istihdam istikrarından bahsetmek dahi söz konusu olamaz. Çünkü Kemalist demek, Tam bağımsız milli ekonomist, laik Cumhuriyetçi, milliyetçi, Sosyal Demokrat, gerçek iman sahibi ve hepsinin üstünde de adam gibi cesur adam/kadın demektir. Korkmayın ben Kemalist’im deyin, bilin ki ufalmaz aksine, adam sanılan güruhların içinde, adam olarak tavan yaparsınız.  
             Birbirlerini karşılıklı denetleyebilmeleri bağlamında, Vatan Partisi ile ideal bir birleşme de yakın ufukta gözükmediğinden, CHP’nin tek başına iktidar olamayacağını da var sayarsak, daha başından itibaren olumsuz ve umutsuz bir koalisyona gireceği düşünülür ki, bu zorunlu birleşmeden nasıl bir hükümet profili ortaya çıkar, şu anda tarif edebilmek zor.
             Siyaseti tanıdığımız kadarıyla ve maalesef şimdilik onsuz olamayacağına göre de, ortaya çıkacak bu resmin içinde, AKP’nin başta Erdoğan ve şürekâsından arınmış – çünkü Erdoğan ve haramilerinin yeni hükümetle bütün bağlarının koparılması, eşyanın tabiatı gereğidir - süzmelerinden geriye kalan aklı başında, laik milliyetçi, namuslu ve itidalli kesimi ile de, olası bir ortaklık düşünmüyor değilim doğrusu. Şayet bir aksilik(!) olmaz da seçimler tarihinde yapılacak olursa, bekleyip görmekten başka da bir seçenek kalmıyor bizlere şimdilik.
Bu bağlamda da şimdi gelin de AKP kanadından, asal AKP'li tanıdığımız bir Turan Güneş, Abdüllatif Şener vs. gibi laik Cumhuriyetçi, mütedeyyin, milliyetçi, ulusalcı adam gibi temiz insanlarınızı da safınıza almayın bakalım. İşte AKP takımının temiz kanadı bu gerçeği görüp, biran önce de safını, kangren veya kanser olmuş çürük yanından temizleyip, CHP koalisyonuna el uzatmak zorundadır. Hiç birisi devlet adamı değildirler aslında; ama şayet siyasi akılları varsa tabii bu dediğimizin, kendilerinin aklanması adına da son çıkış yolları olduğunu anlayacaklardır nasıl olsa.

Anlayacağınız ANAVATAN yeni bir doğuma hazırlanıyor. Ne ki, bebek ters geliyor. Şimdi usta bir elin içerde bebeği yüzüne çevirip anayı ve bebeği kurtarması gerekiyor. Haydin bakalım, artık ananın rahmindeki bebeği düzeltecek usta bir EBE aranıyor, tüm ebelere duyurulur…

                                                                      Serendip Altındal

Video Kanalım

6 Nisan 2015 Pazartesi

VUSLAT..

            
            KEMAL’IN ELMASI

            Kemalizm toprağın derinliklerinde, yüksek ısı ve basınç altında binlerce yılda oluşan elmas bir kayadır.  Elmas kaya ise ancak özel vasıflara sahip kişiler tarafından, çok özel kesimlerle ve büyük bir ustalıkla yontulup, işlenerek çok daha yüksek değerlere taşınabilir.
           
Elmas her türlü harici etkiye kapalı, çok sağlam, asla bozulmayan ve erişilmesi çok zor ve yüksek değerde nadide bir meta olduğu için; yontulup, tıraşlanırken yapılan minimal gramaj hatalarında bile gerçek değerinden milyonlar kaybedebilir. Dolayısıyla elmas yontmacılığı, azami dikkat ve beceri isteyen bir meslek olduğu ve ham elmas sahiplerine de çok yüksek kazançlar sağladığından, ustasını olmazsa olmaz seçkinler listesinde, hayli yüksek ücretli, itibari bir mertebeye de yükseltir ve uluslararası sosyetelere de sokar. 


            İşte ustası Mustafa Kemal tarafından, ustaca yontulmuş Kemalizm elması da böyledir. Aslında fiktif özünden hiçbir şey kaybetmeyeceği halde, vasfında yapılan minimal hatalara dahi Kemalistlerin tahammülü yoktur. Bunu niye yazdık. Çünkü son günlerde, Şeytan azapta gerek mealinde, seçim fobili iktidar takımında, panik ataklar oluşmaya başladığından beri, çakma Kemalistler türedi bir anda ortalıkta.

Bunlar daha önce de vardılar, ne var ki bu kadar aktif ve de bol miktarda değildiler. Anlaşılan bir halta yaramayan, baltaya sap bile olamaz işsiz, güçsüz takımından bazı sapı siliklere ve kenara atılmış hayalperest medya atıklarına, yüce Atatürk’ün Kemalizm’i hedef gösterilerek, yeni iş olanakları yaratıldı herhalde.
           
            Şimdi bu vatansız, yıkıcı yamakları, kendilerinde aslında katresi bile olmayan aklı, bilgisiz; ama heyula ürünü hezeyanlarıyla boyayıp pullayarak, çerez niyetine Milli Türkiye’nin gerçek muhafızları olan Kemalistlere yedirmeyi hesaplıyorlar. Çeşitli manevralar ve ters kurgularla formüle ettikleri bilgi fukarası saçmalarını, hiç sahibi olmadıkları akıllarınca dekore edip cilalayarak ve Kemalistleri de kendileri gibi kokuşmuş eski çamaşırlardan sanarak, yer bezi yapmaya kalkıyorlar. Oysa aralarında ki fark, geceyle gündüz gibidir, ne ki bu siyah/beyaz farkın dahi farkında olamıyor bu devşirilmiş ansızlar.

            Sahiplerine yaranmak için her şeyi yapıyor, her maskaralığa yüzleri bile kızarmadan katlanıyor, un ufak olmuş kimliklerini pisipisine ölesiye heder edip, giderek de yok oluyorlar. Anlayacağınız acınacak durumdalar aslında; ama ne yazık ki bu durumlarının dahi farkında olamıyorlar.

Bu satılık avangartların sahipleri de gerçek dünyalarının farkında değiller herhalde. Artık çınarlaşmış eski Kemalistlere bile bu beslemelerini sırnaştırarak, tırnak cilasıyla gökdelen boyamaya kalkıyor, paralarını da havaya savurup duruyorlar. Ama onlar için beis yok, nasılsa haydan gelen huya gidiyor ve tencere de kapağını buluyor.



7 Haziranda tarih yine deviniyor. Çünkü Türk Milleti son sözünü söylüyor. Eskilerse, tarihin hurdalığında ilk hurdacılara teşhir olmaya hazırlanıyor. Yeni günün şafağı vuslatı ısıtırken, uzaklarda tanıdık bir sesin “eskileler alınır” diyen avazı, sokak köpeklerinin homurtuları arasında kayboluyor.

Ve hiçbir şeyler olmamış gibi güneş yavaşça parıldamaya başlarken, yorgun ve bizar eden insan zırvalığında, artık erken menopoza girmiş bezgin dünya da, karadeliğine kadar döneceği bildik turlarına, yine de devam etmeye çalışıyor. Ya “yeter artık, sizi bana sayıyla mı verdiler” diyerek, havlu atıp köşesine oturuverirse, diye de düşünüyor insan ister istemez.
                                                                      
                                                                                 Serendip Altındal

Video Kanalım

3 Nisan 2015 Cuma

İLK SALVOYU ALDIK..

           Basına göre Berkin davasında en fazla yol alan bir savcıyı harcadıklarına bakılırsa; verdikleri mesaj hemen anlaşılabiliyor. Herhalde bağımsız, asal hukukçu kimlikleriyle ve hiçbir tesir altında kalmadan görev yapmaya kararlı, muhtemelen de kendi özüne de yeminli diğer savcı ve hâkimlere; dikkatli olun yoksa sizler de harcanırsınız demek mi istenmişti acaba?

            Daha önce emsalini yaşamadığımız, sanki seferi bir durumu çağrıştıran ve tüm ülke geneline yayılan haşmetli bir elektrik kesintisiyle, bir iş gününün neredeyse tamamı havaya uçtu. Zarar çok büyük oldu. Sanki iç ve dış borçlar gırtlağımızdan taşmıyormuş gibi bir de bu girdi delik cebimize. Hemen arkasından, “milli enerji kaynağımız” yaftasıyla sahneye sürülen Akkoyunlu Nükleer santral reklamları da, hadisenin başka ilginç bir cephesi oldu. Bilmem sizin de dikkatinizi çekti mi?

Olayın paralelinde de ne hikmetse izahı olmayan bir tesadüfle, sonu acıklı biten ve aksiyon filmlerini aratmayan enteresan bir rehine kurgusu yaşadık. Arkasından gelen yeni patlamalarla da Çağlayan da sergilenen aksiyon jeneriği, sarayın polis kovboylarının başrollerini paylaştığı bir polisiye diziye dönüştü.

Sanki birileri beklediğimiz; ama bu kadar ani olacağını yine de ummadığımız seçim öncesi kaos kurgusunun ilk perdesini, başlama gongunu bile çalmadan birden açıverdiler. Öyle ki aktörlerin bile bu aceleye şaşkınlıklarından elleri ayaklarına dolaştı. Ve artık ortaya da açıkça çıktı ki, bugün iki tip polis var ülkemizde. Birisi CIA sarayının kovboy kadrolusu, diğeri ise Türkiye Cumhuriyetinin resmi kolluk kuvveti görevlisidir.

            Pekiyi kimdi diğer oyuncular, hangi solu temsil ediyorlardı, in miydiler, cin miydiler, yoksa CIA rozetli emperyalist uşaklarının, sol markalı taşeronları mıydılar? Neden Yunanistan, Bulgaristan vs. vb. Nedir seçim öncesi bu ön kurgulu kargaşanın asıl gerekçesi? Sorulacak bu kadar çok soru arasından boşuna soru aramayalım.

Nasıl olsa yine cevapları olmayacak ya da havada anlamsız sırıtacak, yorumlarsa kişisel beceriye kalacak. Eee CIA'nin gizli Sultanı olduğu Ankara Hükümetinde her ne kadar göstermelik saray muhafızının işi kontrolünde tuttuğu ima ediliyor olsa da, siz sakın ola bu masalı ciddiye almayın. Ama bu badireden sokak çomarı gibi hevleyerek kurtulunamayacağını da bilelim. Ya da Kangal gibi bir kere havlayalım; ama işi de bitirelim.

Hani bir zamanların tarihimizde olduğu gibi, Arapların Allah’ın askerleri diyerek gaza getirip ordu malı yaparak Haçlının üstüne sürdüğü ve servetlerini talancı Haçlıdan kurtaran atalarımızı, şimdi Amerikalı da aynı metotla yine gaza getirip, kararmış geleceğini, aslında tanımadığı Allah adına; ama kendisi de aynı araçla kurtarmaya çalışıyor.

Bu da yetmiyor, Çinistandaki(!) gariban Uygurları da kaşıyarak Çin de problem haline getirip, kendi zamanını kurtarırken, muhtemelen de onların büyük bir ihtimalle telef edilmelerini, böylelikle, bu defa da Çinlileri dünya önünde, hep yaptığı gibi de soykırımcı yapıştırmasıyla yargılayarak, BM devletlerini yine muhteşem insan hakları savunucusu(!) ambiyansıyla arkasına almayı hesaplıyor olsa gerek, kim bilir.

Nitekim Amerikan menşeli ve doğal güzelliklerini binlerce yıl sonra bile hala koruyan(!) yeni mumya bulgularla, şimdi de Uygurlarımızı Çin’in gerçek sahipleri yaftasıyla gaza getirmeye başladılar. Bu bana ayda yürüyen astronot resimlerini anımsattı ne hikmetse. Vaka öyle de olsa ki öyledir de aslında; ama yüzyıllardır uyuyan enişte, neden birdenbire Türklerin ön Asya varlığını hatırlayıverdi acaba diye sormayalım mı şimdi yani? İnşallah onlar bu dolmuşa binmezler bari…


            Şimdi dönelim o halde bir önceki yazımıza biz yine. Alelacele geçirilen son dikta yasasından sonra, bizim saray kovboylarına vur emri çıktı nasıl olsa. Şimdi vur vurabildiğini artık. Canlı nişangâhlardan, indir indirebildiğini gazozuna, hatta ‘dur, teslim ol’ bile demeden. Bunları bekliyordum, seçimler tehlikede demiştim; ama hemen yazımın arkasından da değildi doğrusu. Ve ne yazık ki arkası da gelecek hazırlıklı olun.

Bu arada bir not daha düşmek gerekirse; son gelişmelere bakılırsa AKP grubunun hatırı sayılır, daha doğrusu da lekelenmemiş yandaşlar ekseriyeti; artık ön plandaki Arınç ve her zaman ki gibi de, İngiliz talebesi olduğu için, arka cephede gölgede kalmayı tercihleyen Gül’ün arkasında toplanıyorlar anlaşılan. Dolayısıyla yeni gelişmelere de gebedir önümüzdeki sıcak günler. Ülkemiz adına, haydi hayırlı olsun diyelim en azından. Hiç yoktan iyidir…


            Ne var ki bütün kargaşa arasında ne olduysa, yine bahtsız evlat Berkine ve acılı ailesine oldu. Ne yazıktır ki savcı kardeşim de pisipisine harcanmış oldu. Muhtemelen de saraylının kovboyları tarafından emsallerine gözdağı vermek üzere, daha önceden viziyerin ucuna alınmıştı rahmetli anlaşılan.

            Çünkü bilindiği üzere düzgün bir milli hukukçu, dürüst ve adam gibi bir Anadolu çocuğuydu kendisi. Ve Berkin’in davasını da çözmeye kararlı, belki de ailesinin acısını biran önce dindirmek adına da yeminliydi olası, kim bilir.

Esasen adam gibi hukukçuyu Diyojen gibi mumla aradığımız bu günlerde, hem de sol ve devrim gerçeğiyle alakası bile olmayan ögeleri, gözümüze sokar gibi bir araya paketleyen çakma devrimciler, o kadar yamuğun, mayası bozuğun arasından, neden bu güzel adamı seçtiler acaba? İşte ana soru da budur aslında. Allah taksiratını affetsin.

                                                                      Serendip Altındal