Gelecek
günlerin sürprizi ne olur sorusuna; kendi adıma AKP’nin çürümemiş köklerinden
oluşacak ve çürümüş gövdesinden ayrışacak Y-AKP (yeni AKP) ile Y-CHP’nin
muhtemel bir izdivacının, büyük olasılık taşıması olur cevabını veririm. Pekiyi
bu izdivaçtan nasıl bir çocuk doğar sorunuzun cevabını da, burada yine sizlerin
yorumlarınıza bırakmayı tercih ederim.
Ne var ki doğacak çocuktan sonrasını
ele almak, daha aydınlatıcı olacaktır bizim için, demek de isterim. Özetlersek;
muhtemelen bizim kuşak göremeyebilir; ama gelecek kuşaklarımız işin sonunda, neresinden
bakılırsa bakılsın, bu ülkede mutlaka özü halk tabanından oluşan ve bir
zamanların dış kaynaklı Bolşevik İhtilaline de hiç benzemeyen ve tamamen milli
kaynaklar endeksli büyük bir emekçi devrimine - yani gerçek halk ihtilaline -
şahit olacaklardır.
Öyle
ki bu büyük devrim dünya genelinde de, bir üçüncü dünya harbinin çevresinden
dolanarak, tüm sömürülen halkların lehine, sermayenin el değiştirmesini
tetikleyecek ve tarihte yepyeni bir sayfa açarken, belki ihtilal başlangıçta
yine kendi evlatlarını yiyecektir; ama bir dünya harbine gerek kalmadan, yeni ve
ortak bir evrensel başlangıç da sağlanmış olacaktır. Ve bu İhtilal, üçüncü dünya
harbini engelleyebilecek tek güç olarak da açıklanabilir. Çünkü bu olmadığı
veya daha da geciktiği takdirde, doymak bilmez liberal ihtiraslar nedeniyle, belki
de neslimizin sonunu getirecek yeni bir dünya harbi, esasen kaçınılmaz
olacaktır.
Y-CHP
ile Y-AKP izdivacı, maalesef liderini bulamadığı nedeniyle geciken halk devrimine,
yeni liderin de süreçle olgunlaşması bağlamında zaman kazandıracak, inanın ki
en olası senaryodur. Ne ki oluşacak koalisyonda, bir üçüncü tepegöz ve emniyet
valfi olarak başlarında usta hipotez adamı ve milli hakem Perinçek ile birkaç
milletvekilinden oluşan bir Vatan Partisi mevcudiyetinin oluşması da, mutlaka
gerekmektedir. Meclis ciddiyeti, yeni yasa teklifleri, revizyonları, iç/dış
ekonomi, adil düzen, özgün ferdi icraatlar yan yana konulduğunda, bu siyasa
olgusuyla yaşanacak yeni meclis dönemi, diğer taraftan halkı da eğiteceğinden,
gelecek dönemlerin de garantörü olacak ve halkla birlikte kendisi de olgunlaşacaktır.
Tavrını
veya seçim programını açık seçik oluşturamayan MHP’nin bu yeni hükümet resminde
yeri ne olur diye sorulursa; bu tamamen MHP’nin bundan sonraki tutumuna
bağlıdır. O şimdilik milli misakın muhafızı olsun, tarihi onuru ve şerefi
itibarıyla kendisi ve ülkemiz için bu da yeterlidir. Beis yok, nasıl olsa
meclise bir taraf oluşturacak kadar vekil de sokacaktır. Her şeye rağmen bununla
yetinmeyip Y-AKP ile oluşturmayı düşüneceği bir koalisyon ise, iki partinin de
geleceğini daha da karartmaktan başka bir işe yaramayacak ve sonuç ülkemiz
adına yeni bir hüsran dönemi daha oluşturacaktır. Bu durumunsa milletimizden başka
kaybedeni olmayacaktır.
Yukardaki
resim beni de tatmin etmiyor aslında. Bu sadece benim analitik öngörümdür.
Gönlümde yatan bu değildi yoksa. Ne var ki bugünkü millet henüz bir Vatan
Partisi ittifakına hazır olgunlukta değildir. Ve halen olgunlaşma safhasında
olduğu için de, artık başka beklentilere, alternatiflere de vakit kalmamıştır.
Şimdi bir tarafı tutuşmuş olan Otağımızdan, neyimizi kurtarabiliriz hesabına
odaklanmak zorundayız acilen.
Çünkü
bu duruma da ne yazık ki, içinde uyumakta olduğumuz kör olası ataletimiz
yüzünden, aslında kendi kendimizi düşürmedik mi? Demek oluyor ki, böyle başa
böyle tıraşla yetinmek zorundayız şimdilik. Dolayısıyla bu durumdan şimdi
şikâyet etme hakkımız da kalmıyor. Yani kendimiz ettik kendimiz bulduk. Allah
beterinden korusun diyelim hiç olmazsa.
Önümüzdeki
Haziran seçimleri ise doğruyu yakalayıp kendini temize çıkarmak isteyenler için
son ve fevkalade bir fırsattır. Şimdi artık bu makûs durumumuzun failleri olan
başımızdaki devşirmelerden ve içimizdeki beslemelerinden kurtulma vakti
gelmiştir. Zaman şimdi aklımızı başımıza aldığımızı ispat etme vaktidir de artık.
Ve hala bir beynimiz olduğunu hatırlamamakta ısrar edersek, bunun son seçimlerimiz
olacağını da öğrenmişiz demektir çünkü. O halde top sizde artık hemşirelerim,
biraderlerim ve gençlerimiz. Oyun da bitmek üzere, ona göre bu son şansınızı
çok iyi kullanmak zorundasınız…
Mahalle
aralarında bile buldukları her boşluğa beton mezarlarını dikiyor işkembeci yandaş
mütaitler – müteahhit de denemez bu vasıfsız
tayfaya -. Ne ot kaldı ne de çimen. Ağaçlarsa şimdiden tarih oldular. Alt yapı
yok üst yapı yok. Ama bütün inşaatların reklam panolarında, nerede oldukları
belli olmayan yeşil alanların resimleri var. Ve bol manzara garanti ediliyor. Denize
iki kilometreden bile uzakta olan yarı bitmiş konutlarsa, sahil evleri yaftasıyla
boşuna müşteri bekliyor.
Resimlerde
görünen o yeşil alanları ise bitmiş veya bitmek üzere olan beton yığınlarının,
gözün alabildiği çevresinde bile bulabilmeniz mümkün değil. Varsa yoksa yarı
bitmiş veya öyle de kalmış beton mezarlıklara dönüştü güzel ülkemiz. Hangi
rezaleti sayalım ki daha. Hepsi de birbirinden yürek ezici. Yalan, dolan ve
sahtekârlık bataklığında boğulan kokuşmuş bir düzende, insanı yaşamından
bezdiren küflü, iğrenç bir havayı birlikte teneffüs ediyor olduk dostlar.
Toplum
mühendisi değil aslında toplum mimarı demek daha doğru olur. Çünkü mühendis,
hesabında doğruyu bulur bulmaz, kazmayı hemen tam on ikiden gözünün üstüne
radikal vurur. Oysa mimar çevre, doku, tarih, uyum ve estetik gibi olmazsa
olmaz daha farklı doğrulara da ihtiyaç duyar. Ve mühendisle ayni bilimsel
değerlere sahip olduğu halde, gerekirse tam on iki yerine, onlara hatta
dokuzlara bile vurur kazmayı. Şimdi bir de bu perspektifle bakın, içinde
boğulduğunu hissettiğiniz, yeşilinizin ve havanızın gasp edildiği beton
çevrenize. Ve mimarınızı arayın lütfen, tabii onu bulabilirseniz!
Elindeki
bütün milli kaynakları yok pahasına satılmış ve samanını bile – ki yuh olsun ervahına
artık - dışardan getirmek zorunda bırakılan, yaptığı ithalat bağımlı kısıtlı ve
çakma sanayi ihracatıyla bile ancak dış borçlarını katlayan bu millete, iş ve
aş imkânı olarak, kendi topraklarını delip deşerek betona boğmaktan başka da
bir olanak bırakılmadı ki.
Aynı
bağlamda tufaya getirilen ve kendilerine uygun rayiçle sözde ihale edilen pahalı
hazine topraklarına daha inşaata bile başlamadan önce, efendilerini şişirmek zorunda
bırakılan bu yandaş mütaitler, neredeyse bir öğlen karavanasına ve toplu taşıma
servisine çalıştırdıkları taşeron işçilerini, canlarını çıkarırcasına ırgalayarak
kısa zamanlarda yükselttikleri bu beton kulelere boşu boşuna alıcı beklerken,
nasıl tufaya getirildiklerini de ister istemez anlamak zorunda kalıyorlar. Ama
diğer yanda atı kapan çoktan Üsküdar’a atlamış oluyor. Yani İsviçre
Bankalarında hesap üstüne hesaplar açılıp duruyor. Yandaş biraderler de ha
babam milletin bağrını delip – pardon a..sına koyup – duruyorlar.
Taşeron
işçilerin çoluk çocuğu yırtık giysiler, şıpıdık terlikler içinde donarak, kendi
bayramlarını bile içlerine gömdükleri hıçkırıklarıyla kutlamak zorunda
bırakılırken, haramzade yandaşların çocuklarının ötekiler donarken, kış günlerinde
yaşadıkları yaz tatillerini, daha ne zamanlara kadar yapacaklarını
sanıyorsunuz. Hadi gel de artık, tünelin sonunda ilk ışıkları görünmüş olan
emekçi-halk devrimini, böyle kafalara anımsatma şimdi. Hem de bu durumun sadece
ülkemize ait bir rastlantı olmadığını, aslında küresel bir dert olduğunu ve çok
uluslu sermaye şiştikçe, yokluğumuzun doğru orantıyla katlanarak arttığını da bildikten
sonra…
Sonuç
olarak Amerika mamerika değil; ama konuya doğru bakınca ve eşyanın tabiatı
gereği de emekçi ihtilalini ileri bir vadeye sarınca, yukarda olasılığından
bahsettiğim senaryonun, bilhassa da aklanmaya şiddetle ihtiyaçları olan
mütedeyyin AKP’liler ve huzur arayan bizatihi seçmenleri adına; ki bunlara
ABD’nin zamana olan acil ihtiyacı da dahildir, Türkiye’nin en büyük muhalefet
Partisi – ki hepsi biter CHP hep yaşar -
CHP saflarında yer almanın neden önemli olduğu, nasıl bir kurtuluş yolu
ve bulunmaz bir terapi olacağı kendiliğinden anlaşılıyor olmalıdır artık. Şimdi
hazırlanıp bekleyelim o zaman. Aynı senaryoyu sahnede de daha detaylı göreceğiz
nasılsa…
Serendip
Altındal