25 Aralık 2014 Perşembe

ELİ MAHKUM..

           Siz Fethullah'ın kafasız olduğunu mu sandınız. Evelallah Cinine bile pabucunu ters giydirir bizim İmam Efendi. Tavsiyelere ihtiyacı olmadan da biliyordur elbette ne yapılması gerektiğini. Erdoğan'la kayıkçı kavgasını sürdürmekteki ısrarının da, mutlaka bir nedeni vardır.

            İsim vermek istemiyorum, çünkü onlar da bizim cephenin askerleridir neticede; ama bazı yazarlarımız hocaya akıl vermeye kalkıyor: "AKP gerçeğini hepimizden fazla bildiğin halde, havaya Arapça küfredip duruyorsun; oysa sahne arkadaşının külliyesini, belge ve somut delillerle ortaya döksen, Tayyip Erdoğan hükümetini amuda bile dikersin", mealinde tavsiyelerde bulunuyorlar. Tutarlı da aslında.

            İyi de Pensilvanya tutsağı, şimdilerde acınacak durumdaki emir kulu, eli mahkûm çaresiz garip(!) bu söylediğinizi nasıl yapabilsin. Çünkü adı geçen Hoca namdar, ABD'nin kendisine biçtiği misyonu gereği; işine gelmese de, bağrına taş bassa da, Erdoğan'ı sonuna - ki en azından açılım perdesi ininceye - kadar koruması gerektiğini de, ne yazık ki hepimizden iyi biliyor.

            Kendisinin de aslında bin defa, hem de çoktan uygulamaya koyacağı bu tavsiyeyi şayet şimdi, henüz son perde inmeden - yani Kürdi federasyon ve akabinde de yumuşak İslami yeni Osmanlı Başkanlığı paketi açılmadan - tutmaya kalkarak, ABD'nin planlarını bozarsa; CIA’nin hemen kendisini derdest edip Erdoğan'a çerez yapılmak üzere, memlekete postalayacağını da çok iyi biliyor. Çünkü ABD için Erdoğan değil - ki nasıl olsa misyonu tamamlandığında ipini çekecektir - misyonunu başarıyla bitirmesi önem ve öncelik taşımaktadır.

            Ve ilerde işler plana uygun sonuçlanırsa, yani Rus Matruşka bebeklerini bile utandıran ABD kumpas paket(leri) peş peşe açıldığında, büyük olasılıkla da Mehdi gibi Türkiye'ye gökyüzünden inmeyi - birinin İran'a indiği EMSALDE - planlıyor. O yüzden şimdi bu seriden tavsiyeleri düşünmeye bile kalkamaz. Hem de bunları düşünmesi, eşyanın tabiatına aykırı olur. Her şey bir yana; ama ne ki, aslında ders çıkarılması gereken uluslararası bir ortaoyunu oynanmaktadır ülkemizde.

            Dünkü cemaatçiler ile bugünkü yandaşlar aynı kulvarda koşmaktadırlar aslında. Sonuçta müşterek kaderle son bulacak bu yurdum insanı trajedisi, kendi onurlu geleceğini elinin tersiyle iten ve aynı bağlamda karanlık, kokuşmuş menfaatlere bu kadar çabuk malzeme olan insan kaynağımızın da ilkelliğini, bağnazlığını, aymazlığı ve cehalet çaresizliğini, ne yazık ki tartışılmaz bir doğruyla ortaya koyuyor. Bence bu yaşananlardan çıkarılacak en önemli öğreti de bu gerçek olacaktır, gelecek nesillerimiz için. 

            Şimdi bizim de bu neviden tavsiye sahiplerine ise tavsiyemiz; biraz da bu perspektiften ilgili konuya bakmaları olacaktır. Çünkü kafası daha fazla karıştırılmadan ve en kısa yoldan aydınlanması, özetle de tehlike altındaki kimliğinin kurtulması gereken, önce bizim milletimizdir. Komşunun tavuğu değil. Hem ayrıca, sizlerin de cemaat aidiyetinizin olup, olmadığı düşüncesinin akla gelebileceği tehlikesi de mevcuttur kardeşler. Öyle ya sonuçta biz, hıyanet içindeki bu MİLLİ müktesebat düşmanlarımızın, ikisine de karşı değil miyiz veya ikisi de misakı MİLLİYEMİZİN, dolayısı ile de hepimizin düşmanı değiller mi???
           
             
            Şimdi burada son sözü birlikte söyleyerek; 2014 yılı ile bizar eden 12 yıllık karanlık bir döneme son noktayı, tek yürek ve yumrukla koyuyoruz artık.

            2015 yılının, beklentilerinizin üstünde ve içinde, Türk'ten korktuğu kadar Allahtan korkmayan Batıyı da ısıtacak, yüce Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti güneşinin ebediyen ışıldayacağı, aydınlık bir geleceğin kapısını açan mutluluklar yılı olmasını, en kalbi dileklerimle milletime ve ayrıca tüm okurlarıma temenni ediyorum...  

                                                                         Serendip Altındal



22 Aralık 2014 Pazartesi

KADERİNİ KENDİN YAZ..

           Yarınımızda bize biçilen kaderi oluşturacak olan olaylar çok yavaş ilerliyor. Hâlbuki devinim hızlansa ya da biz hızlandırabilsek; olaylar çok daha çabuk gelişecek. Heriflerin maskeleri itirazsız düşecek ve kelleri, körleri kabak gibi çıkıverecek ortaya. Ve bilin ki Coniler de piyonlarının arkalarına daha fazla saklanamayacaklardır o zaman.

            Bugün bize hala dudak bükenler, "benim hırsızımdan sana ne" diyenler, işte o zaman, yani AÇILIM, AÇILDIĞINDA, topraklarından da olunca, çarnaçar, başlarına ne geldiğini, 12 yıldır nasıl uyutulduklarını, istemeseler de anlamak zorunda kalacaklardır mutlaka. Ne var ki o uyanış, kendileri adına bir hayli acıklı olacaktır. Ama elleri mahkûm ve isteseler bile gıkları dahi çıkamayacaktır o zaman. Neticede hak eden layığını bulmuş olacaktır. Allah adama bu yüzden AKIL vermiş, sopası da yok ki arada bir, önünü bile göremeyen hödüğün kıçına dokunduruversin.

            Yavaş oluşumun tek nedeni; arkalarında sürükleyecekleri suç ortaklarının, önce beyinlerini yıkayarak hazırlayabilmeleri için, ihtiyaçları olduğu zaman sürecidir. Eğitim manipülasyonları ve yandaş medya yaratılması boşuna mı yapılıyor. Çünkü bugünden manipüle ederek yönlendirecekleri çocuklarımızın, yarın 18 yaşın üstüne çıkarak rüşt sorunlarını hallettiklerinde, suç ortakları kervanlarına katılmalarına şiddetle ihtiyaçları vardır da ondan. Çünkü ancak o zaman bugün sağlayamadıkları ekseriyeti elde etmiş olacaklardır.

            Durum bu olunca da neresinden bakılsa tek çıkış yolumuz, ABD ve AB Gladyosunun bize uygun gördüğü bu karanlık geleceğin önünü şimdiden tıkayarak ve biran önce de AKP belasından kurtulup, kendi geleceğimizi kendimizin yazmasıdır. Bunun için de ilk şart; Şeytan'ın oyununu bozarak, yavaş oluşan devinimi hızlandırmaktır.

            Bu nedenle de, önce direnmek ve Kuvayi Milli ruhla tam tekmil sokağa çıkarak, müstevli protestolu sokak provokasyonu uygulamak, tek çözümdür. Sonuçta ne mi olur. İlk önce millet, karşı devrim polisi, daha doğrusu da, başımızda ki haramiler çetesinin ve Okyanus eksenli patronlarının, örtülü ödenek Lejyonerleri - ki bunların bile maaşlarını, emekliye, asgari ücretliye bir kıymık zammı bile çok gören o ansız maliyeci İngiliz ve tayfası onursuzca bize ödetiyorlar - ile karşı karşıya gelir.

            Ki onlar da milli polisimiz değil, emperyalistin muhafız alayıdır aslında. Sadece bu gerçek bile, bize şahadet yolunu açar nasıl olsa. Kanı ve gen yapısı bozuk kardeşimiz, evladımız olacağına hiç olmasın daha iyidir çünkü. Öyle ya, üç kuruşluk menfaat uğruna, büyük, küçük, kadın, erkek demeden ahde vefa sahibi akranlarını, büyüklerini sokakta hunharca coplayan, kurşunlayan, gazlayan, sulayan adamların olsa olsa genetik ve kansal sorunları olmalıdır. İşte sokaklarda giderek artacak olan bu zorunlu buluşmalar da, haramiler için yolun sonu demek olacaktır. Böyle bir olgudan ise, Azraillerinden bile fazla korkuyor, muktedir ve çetesi.
           

            Cemaate yönelik tutuklamalar ve telef aksiyonları, tam bağımsız bir Atatürk Cumhuriyeti Türkiye’si için, daha işin başlangıcında yapılıp bitirilmiş olması gereken operasyonlardı. Anlayın bu güzelim Cumhuriyet, yurdumda 1947'lerden itibaren biriken emperyalist atığının üstüne, hele son 12 yılın vurgunlarıyla saraylarını da diken satılmışların önde gidenleriyle, ne hale getirilmiş.

            Şimdi o dönemin suç ortağı ve cemaatin mevcudiyet nedeni olan, siyasi mağduriyetini çoktan kaybetmiş AKP için de, aynı operasyonlar çoktan yapılmalıydı. Şimdi bu iktidarın, çok gecikmiş operasyonu yaparken kimseyi kandıramadığını ve kendisini de asla temize havale edemeyeceğini söylemeye çalışmak bile abesle iştigaldir.

            Hele de bu operasyonlara salt HAK VE ADALET yaftasıyla itiraz edenlere ne demelidir. Kimdir ve amaçları nedir bunların, gerçekte kime hizmet etmektedirler, onu da siz düşünün. Hiç unutulmasın ki, her mahkemede HAK sadece bir tarafındır. Ve aynı davayı iki tarafın birden kazandığı görülmemiştir. Ne ki haksızın haklıya dava açma hakkı da vardır her adalet sisteminde. Bir zamanlar çakma ERGENEKON manipülasyonlarını tezgâhlayan aynı kansızlar, YURDUMUN ADAM EVLATLARININ HAKLARINI gasp ettiklerinde ne yapıyor neler söylüyordunuz acaba(!!!)... 

            Televizyon kanallarında ki bunlara yandaş medya da dâhildir. O kadar Atatürk lafı geçiyor ki, inanın rahmetli babamdan bu kadar bahsedilse, "yeter artık" deyip kanal değiştirirdim. Ne ki kimlik nedenim olan "ATATÜRK" bana ilaç gibi geliyor. Hele de bu kara günlerde sanki yaşam iksirim gibi. Ve soruyorum kendime; içi dışı güzel de olsa, enikonu bir insan, nasıl bu kadar sevilir, nasıl bu cesamette özlenir.

            Amerika ile daha 1947'lerde başlayan ikili flört, 1950'lerden itibaren de mecliste sembolik koltuğu olan Amerika ile İmam nikâhına dönüştü. Son 12 yılda tavan yaptırılan ruhsal ve bedensel sömürü bizi o denli bağımlı kıldı ki, ülkemi İmam nikâhına bile gerek duyulmayan ve salya sümük emilen bir metres haline getirdi. Şimdi de daha fazla tatmin olmak isteyen bu eski kodoş, çaresiz metresin mezarını da kazmaya başladı. Sebep olanlar her yanlarına kına yakabilirler artık.

            Bunları da anımsayınca, bilin ki içi ve dışıyla güzel, o mukaddes insanın adını ne kadar çok duysam, yaşama gücüm, ihtirasım ve hırsım o kadar artıyor. Bir ahde vefa insanı ve özgün vatandaş birey olarak özümde hissettiğim müktesep haklarım, o nispetle vicdanımı sızlatıyor. Küllen düşmanın kucağında ki AKP metresinden kurtulacağımız güne özlemim ise, tarifsiz pekişiyor. Sizin de yüreğiniz sızladı mı? O halde, haydi gelin şimdi birlikte söyleyelim:

            Kim olursan ol! Senin de işin sonunda, bir çukurun dibinde, toprağa gübre, böcekgillere de mama olmaktan başka da çıkış yolun yoktur kardeş. İşte hepsi de o kadar...

         Acep, bunu da arada sırada bir düşünsen mi Recep…

                                                                             Serendip Altındal

Video Kanalım

11 Aralık 2014 Perşembe

ZÜBÜK EDEBİYATI..

           Düşünüyorum da saraya yerleştiğinden beri, jenerikte tutmak adına birileri bizimkini, yeni ve farklı bir itici enerjiyle daha da bir dolmuşa bindirmeye başladılar. Anlaşılan adamı, gündem yaratarak zaman kazanmak amacıyla devamlı gaza getirip, hop oturtup hop kaldırtarak, kendisine Aksaray'ında asude bir son yaşam fırsatı bile vermeden, ecelsiz öldürmeye kararlılar.

            Nereden, nasılsa bir de çakma Osmanlıca kurgusunu tutuşturuvermişler eline, o da bilip bilmeden, okuyup anlamadan, atıp tutuyor, gazlayıp duruyor aynı minval - bu da Osmanlıca - üzerine işte. Kimlere danışır, kimlerle yatıp kalkar, kimler kendisini sürekli şişirip durur bilinmez. Hani ne derler,,, kılavuzu karga olanın...

            Önüne atılan bu ara yemlere balıklama dalarken de gaf üstüne gaf üretip, gülünç olurken, diğer taraftan da pot üstüne yeni potlar döşeyip "dünya maskaraları" top listesinde, liste başı oluyor. Ve ne yazık ki ülkesini ve ait olmadığı; ama maalesef temsil ettiği milletini de, mistisizm bataklığında çağların gerisine gömülmemiş ve gelişmiş olanların Mars'a bile üs kurmaya hazırlandığı çağdaş dünyada, geriden gelenler kervanına yanaştırarak, gülünç duruma düşürüyor aslında.

            Kendisine mi ne oluyor? Bir elinde ayna, diğerinde pudra, umurunda mı dünya otlağında dönüp duran, diktatöryasını bile yüzüne gözüne bulaştıran ve hiç bir kıymet i harbiyesi - bu da Osmanlıca - olmayan, bir garip varlık bakiyesi olan muhteremden, işte tüm elinizde kalan. Meraklısı buyursun tepe tepe harcasın...

           
            Aslında Kürtçe gibi sanal bir dil, daha doğrusu da lehçedir Osmanlıca. Bozuk Türkçe ile Arapça ve Farsça alıntılar harmanında, sadece belirli ve zamanın ruhuna uygun olarak, Türkmenlerin de başına geldiği gibi, kendi dönemlerinde, ön-Türkçenin bozularak, Kürtçe betikli lehçeye dönüştüğü - ki dünya üzerinde bugün bilinen 39 Türkçe lehçe mevcuttur - benzer şartlarda, aydın daha doğrusu da "SARAYLI" tabir edilen minimal bir azınlığın konuştuğu bir lehçeydi (dil değil), şu meşhur Osmanlıcanız. Ve sanal Kürtçeden de prensipte hiç bir farkı yoktur aslında, Osmanlıca adlı özeğinden saptırılmış, deha harikası, uzaylı dili olarak da tasvir edilen muhteşem Türkçemizden kurgulanan lehçenin.

            Sonuç olarak Osmanlıca, iliklerine kadar kanı emilerek kurutulmuş bir ümmetin nispeten mutlu bir azınlığının, zübük edebiyatı bağlamında 600 yılın saraylarında yavaş yavaş oluşturulmuş bir lehçe, daha doğrusu da öz Türkçemize bulaştırılmış bir lekeydi. Atatürk'ümüzün arıttığı ve döneminde bile çağının gerisinde kalmış olan aydın dili yaftalı ve özü uygarlık demek olan güzel Türkçemize sürülen bu kiri, şimdi birilerinin paşa gönülleri tatmin olsun diye, hem de uyum sağlamak zorunda olduğumuz bu uzay çağında, bilimselliği elimizin tersiyle iterek, çağın tekrar gerisine sarkıp, geleceğimizin tek umudu ve en değerli milli varlığımız olan, bilimsellik ateşiyle yanıp sönen, tertemiz çocuklarımıza mı tekrar bulaştıralım yani...

            Partisinin eski bir milletvekili tarafından eleştirildiği gerekçesiyle, adama hem de polis himayesinde destekli dayak attırırken, saray gaspıyla ve oldubittiyle yerleştiği Cumhurbaşkanlığı makamının nosyonunu, erdemini ve asalet halkasını dahi dıştalayan Makyavelist bir kimlik, ruh kökü bozuk tanımlamasıyla bütün karşıtlarını işaret ederken de, birilerinin atfettiği gibi aslında kendisini kesinlikle kastetmiyordu.

            Çünkü kendisini kastetmesi için, önce bir ruhunun olması gerekirdi ki, böyle bir kimliğin ruh taşıdığı düşünülemez dahi. O halde olmayan bir ruhun, nereden, hem de bozuk bir kökü olabilsindi. Ruhu olmayanın ruh kavramı da olamayacağına göre, bu bağlamda ki ifadesi de ciddiye alınamaz.

            Zira her salladığını ciddiye aldıkça, yeni ve taze bir gündemi karşınızda bularak zaman kaybediyor, oyuna getirilmiş oluyorsunuz. O nedenle kısaca diyebiliriz ki belki; konu savurmak olunca, tutarsızlığı asla tartışılamayacak olan bizim usta, aslında her zamanki gibi kendisini teyit ederken, yine çok haklıydı(!) el attığı hususta...

                                                                              Serendip Altındal

Video Kanalım

2 Aralık 2014 Salı

YENİ HAÇLI RİTÜELİ..

             Papa geldi ve yeni Haçlı cemaatleri buluşması, yeni İstanbul’un uzun kuleleri gölgesinde, geçmişin Konstantinople ruhu ile huşu içinde kutlandı. Katolik patronu Papa'nın himayesinde Ortodoks liderleri, salya sümük birbirlerine yumuldular ve muhabbet tazelediler. Bu muhabbetler devam ederken bizim muhteremler, Aksaraylarında açılım oyununa yeni seçim mizansenleri işlemekteydiler.

             Yani bizimkiler, yerleşik klasik ilkellikleriyle, alışıldık küçük menfaat hesaplarına odaklanırken, Hıristiyan biraderlerin kafalarında sürüyle tilki birdirbir oynuyordular. Onların cephesinde uluslar üstü yeni Haçlı ittifakı pekiştiriliyorken, bizim safta seçmen yaftalı torbacı farkındasızlar, günlük yaşamlarına umursuzca devamdaydılar.

            Vatan toprağımın üstünde baykuşlar uçuşuyor, Vatikan Şeytanı ritüellerini sergiliyorken, İstanbul yeni bir güne uyanıyor, Erdoğan ve yol arkadaşları fütursuzca; ama misyonlarını yerine getirmenin huzuruyla(!) yine kendi âlemlerine dalıyorlardı. Muhtemelen de daha şimdiden, Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhur Başkanına eşitlenen(!) terörist başıyla birlikte, BM kürsüsünde alınacak barış ödülünün(!) havasına girmişlerdi.


            Papa'nın Şeytan ayinlerine ve özündeki Haçlı İluminati ritüeline, Erdoğan'ın zırhlı Mercedes’i yerine, ucuz bir halk arabasıyla gitmesi; aslında o Mercedes’in sahibine verilmiş bir kontra mesajdı. Aynı bağlamda da bizim fakir Müslüman Yurttaşlara bir empati köprüsü oluşturarak, Vatikan Devletinin siyasi duruşunu, profesyonel bir siyasi havasında ustaca politize ediyor ve kişisel ambiyansını uluslararası statüde cilalıyordu. Yani anlayacağınız bizden başka bütün Katolik, Ortodoks ve Protestanlar göz göze, diz dize Haçlı buluşmasını sembolize ediyor ve yeni; ama sinsi umutlarla, geleceğe sırtımızdan göz kırpıyorlardı, İstanbul’umuz da.

            Oysa aynı saatlerde yeni Haçlının emir komuta merkezi ABD de, hükümetin, halklarını ciddiye almayan individüel tarafgirliğine artık yeter diyen protesto güruhları, caddeleri doldurmaktaydı. Ve ABD geleceğinin hiç de umut vermeyen kara bulutları, gökyüzünü giderek kaplamaktaydılar.

            Bense karışık duygularımın rahat vermediği, bir uykusuz gecenin şafağında, penceremden Marmara’ya bakarken bunları düşünüyordum. Kuzeyde ki karşı tepelerin ardında, doğduğum ve gençlik yıllarımın geçtiği dünya incisi o yeşil İstanbul’u hüzünle anımsıyordum. Bugünse yeşili, birbiri peşine oluşan beton mezarların koynunda tozlu griye dönüşmüş, gençliğimin o güzelim İstanbul’undaydı aklım.

            Vicdan hırsızı kanı bozuklar, sadece İstanbul’umuzu değil, bütün memleketi giderek beton mezarlığına dönüştürürken, dikkat ettiyseniz reklam panolarının başköşesinde ki "LÜKS KONUTLAR" yalanının altında, mutlaka binaların yeşil manzaralı maket resimlerini de görüyor olmalısınız. Bu resimleri reklam panolarına koyarken, yeşili olmayan konutları kimseye satamayacaklarının farkında olduklarını itiraf ediyor ve yedikleri herzenin bilincinde olduklarını da ortaya koyuyorlar aslında.

            Pekiyi neden aksini yapıyorlar diye soruyorsanız, bunu insana benzeyen görüntülerinin altında yatan ortak paydalı hayvani dürtülerinde aramanız gerektiğini de bilmelisiniz. Bir yandan son yeşilimiz de giderek yok ediliyorken, acaba dolandırıcı olarak tescil edilmemek adına, beton yığıntılarının arasında bahçe tanzimi adına bıraktıkları bir kaç metrekarelik çimen görüntülü otluk alanları mı kastediyorlar diye, o katları almadan önce sormak gerekiyor aslında. Yoksa yeşilden anladıkları sahiden bu mudur, bu ansızların...
           

            Ne var ki son saatli bombayı Yargıtay kurdu yine. Yüzde 10 barajının kaldırılması meselesinin, bizim yerli Conilerin uykularını kaçıracağı kesindir. 12 senelik rehavet uykusundan korkuyla uyanırken, bakalım nasıl önlemler almaya çalışacaklar, ne gibi katakulliler kurgulayacaklardır. Hele de izahı biz bilişimcileri tatmin etmeyen bir arıza bildirgesiyle, akamete uğrayan şaibeli Mernis projesinin, hem de seçimler öncesi, yeni tasarımlarda olduğu bu günlerde. Çünkü seçim barajının kaldırılması, bütün oyunlarını bozacaktır. Bilgisayar manipülasyonları da bu defa kendilerini kurtaramayacaktır. İşte bu da onları fazlasıyla rahatsız etmektedir aslında ve korkuları bilin ki çoktan tavan yapmıştır...
                                                                                                                                                                                                                           Serendip Altındal




23 Kasım 2014 Pazar

YENİ VATİKAN İMAMI..

            Muhalefetin CHP kanadı ile iktidar arasında süregelen son tartışmalar devam ederken, Atlantik cephesinde, uluslararası büyük sermaye Burjuvasının, kafadan tayin ettiği yeni Vatikan İmamı Obama, bildiğini okuyor. Bizim cephede ise, "Dersimli Kemal" polemiği ile CHP nin altı okunu temellerinden çatırdatan bir YENİ yaklaşım, bize hiç uymaz, bizi bozar. Yani yeni CHP de olmaz, olursa adı CHP olmaz. O zaman kendinize içinde Kemalistleri olmayan yeni bir parti kurun ve hemen de yollarınızı ayırın kardeşler.

            Yoksa birilerinin verdiği misyon gereği, CHP çatısının altında onun mukaddes temelini oymaya kalkmayın. Yoksa o yüce binanın altında hep birlikte kalırsınız. Ne var ki CHP binası, güçlendirilmiş öz fundamenti üzerinde yine ve bu defa içinde sizler olmayan; ama bütün Kemalistleri kucaklayan gövdesiyle eskisinden de heybetli dimdik ayağa dikiliverir. Bilmem bunun da hesabını yapmış mıydınız acaba biraderler...

            Son günlerde atasının naşını kabrinde titreten icraat ve söylemleriyle, partisinin ağır hasar gören ambiyansını nasıl onaracağının telaşı ve çaresizliği ile yoğun uğraş vermekte olan Kılıçdaroğlu; CHP yi mercek altına aldığı söylenen MİT'i, milli olmaya davet ederken, haksız değildi aslında.

            Çünkü MİT'in son yapısal değişikliklerden sonra, iktidar partisinin adeta muhafız alayı konumunda görüntü vermeye başladığı, ne yazık ki artık tartışılmaz noktadadır. Diğer tarafta, Washington DC de oturan yeni Vatikan İmamı Obama'nın, eskimiş BOP serüveni bağlamında yeni aranjmanı; 1940 larda Almanya da çevrilen 'Hitler ve Nazileri' isimli filmin senaryosunun, şimdi 'Tayyip ve MİT'i' varyasyonu şeklinde, giderek Türkiye sahnesinde uygulamakta olduklarıdır.


            O zaman da başlarda, Hitler olgusunun, Avrupa’da temizlik yapmasını ve Amerikan kapitaline yol açmasını, umutla ve sessizce bekleyen ABD; ama Hitler palazlanıp Bolşevik Rusya’ya da yürümeye kalkınca, özellikle Ford Vakfının başını çektiği ve ABD Burjuvasının geniş bir yardım kampanyasıyla, Hitler ve Nazilerine tam destek vermişti. Bilindiği gibi de ABD, aslında Hitler hareketini destekleyen en büyük finans gücü olmuştu.

            Daha sonra Hitler gemi azıya alınca işler sarpa sarmış, bu defa sıranın kendisine geleceğini de anlayan ABD, Alman denizaltılarının neredeyse sıfırladığı müttefik kuvvetlerin, geriye kalan yetersiz deniz gücü yüzünden, 4000 den fazla nakliye ve balıkçı gemileriyle 1944 yılında Normandiya sahillerine, müttefik kuvvetleriyle birlikte 2 milyon civarında asker çıkararak, harbin seyrini kendi yönlerine çevrilmesini sağlamıştır. Çıkartmanın bozuk hava şartlarında yapılacağını tahmin etmeyen Mareşal Rommel, cepheden uzakta ve karısının yanındayken çıkartma yapılmaktaydı oysa. Rommel'in de, o bağlamda şahsa özel bir ayakkabı kutusu(!) veya kol saati vs. alıp almadığı, bugün dahi bilinmemektedir.

            Ne var ki, özellikle zırhlı birliklerin konuşlandırılmasına, şayet Hitler acemi parmağını sokmasa ve Rommel de görevinin başında olsaydı, müttefik kuvvetlerini çok acı sürprizlerin bekleyecek olduğu, bugün de kabul edilmektedir. Belki de o zaman bugünkü ABD nin yerine emperyalist Almanya ile uğraşıyor olacaktık. Ne ki sonuç, bu kafada kaldıkça, bizler adına fazla da bir şeyler değiştirmeyecekti aslında. Neticede harbin sonunda Almanların, nasıl ödünler ödemek zorunda kaldıkları ve bugün de halen o döneme ait harp tazminatları ödemek zorunda olmaları, malumunuzdur.

            II. Cihan Harbi mağlubu ve ülkeleri yerle bir olmuş Almanlar, büyük bir özveriyle bugün yine Dünya statüsünde, en üst sıralardaki konumlarını almışlarsa; bunu kendi çalışkanlıkları ve başarılarının yanında, Batı kapital dünyası ile sarmal dinsel kardeşliklerine ve büyük sermayenin tüketim toplumu olmalarına da borçludurlar. Nitekim sulh döneminin Marshall adlı tuzak kredilerini, büyük bir akılcılık ve plancılıkla olumlu kullanmışlar, irtikâp, rüşvet ve yandaş kayırma da bilmediklerinden, borçlarını son cent'lerine kadar da geri ödemişler, daha borç öderken bile milli sermaye birikimine başlamışlardır.


            Şayet Almanya'nın başına gelen Türkiye’mizin başına gelirse; Haçlı dünyası ile aramızda böyle bir dinsel kardeşlik de söz konusu olamayacağından, son 1044 yılın acısını biz Türklerden nasıl çıkarırlar, bir tasavvur edin. Ondan önce ki binlerce yılın acısını, aslında uygarlıklarını borçlu oldukları ön-Türk atalarımızdan aşırma tarihleri yüzünden, kabul etmiyorlar Allahtan. Ya bir de o eski hesapları da eklemiş olsalardı.

            İşin kötüsü, şayet bu kafayla bir de milli müktesebatımızdan olursak, Anadolu’muzu terk ederken, bu defa Türkiye Cumhuriyeti Türkleri olarak, Asya da ve 20 yıl içinde 10 milyar nüfusu aşacak, giderek de ufalmakta olan dünyada kendimize, değil bir yaşam mekânı bulmak, mezar toprağı bile bulamayız artık. Çünkü Asya’da bütün köşeler çoktan tutulmuş ve bize açacak bir satır başları bile kalmamıştır artık. Yani "Vah Koca Atatürk Cumhuriyeti'nin Şerefli Tarihine" demeyi, bir bardak soğuk suyla yutmak, herhalde bizlere farz olur işin sonunda. Bilmem anlaşılabildi mi? 

                                                                            Serendip Altındal

Video Kanalım

19 Kasım 2014 Çarşamba

AYAKTA KESTİRENLER..

           Ne biçim iştir, nasıl kafadır, anlaşılır gibi değil. Sonradan olma Saraylı bir laf sokuyor, hemen üstüne atlıyorsunuz. Veya deli kuyuya yapıyor, acep ne attı diye hepiniz balıklama peşinden dalıyorsunuz. Yahu işiniz mi yok be biraderler, hemşireler. Yoksa yatmaya bile vaktiniz yokta, ayakta mı kestiriyorsunuz. Vallahi yaptığınızı sandığınız veya şayet bu işe angaje de değilseniz, aslında nasıl yüksek atlatıldığınız, akıllara zarar veriyor ve gülünsün mü ağlanılsın mı da bilinemiyor.

            Zaten adamın işi bu, daha doğrusu da misyonu; sanal gündem yaratmak ya da gerçek gündemi sürekli çarpıtmak. Küreselci patronun kendisine biçtiği görev bu. Ki artık silahla gelmeye yürekleri yetmeyen; ama bu defa sahte Müslüman kimlikli yeni Haçlılar, bizi birbirimize sinsice düşürerek, sessiz ve derinden; ne var ki uygun adım, Anadolu pastasının bölüşülmesi hedefine, açık ifadeyle de yeni Sevr oldubittisine odaklanabilsinler. Ve işin trajikomik yanı ise, adamın bir ayağı çukurdayken bile hepinize yetiyor olması, el insaf. Buna da gülünür işte.

            Çünkü bakıyorum da, size bırakılmış figüran rolleri bağlamında, arada sıradaki olası doğru haberciliğinize de el konulduğu için, muhtemelen de önünüze atılan yemlere gönüllü atlayarak, aslında hep birlikte bu tuzağa düşerken, sizden medet uman naif vatandaşlarınızı da sukutu hayale uğratıyorsunuz.


            Yahu bırakın artık bu yeni saraylının her uçurduğunu ciddiye almayı da, boşuna şişinmesin. Artık ignore edin onu da, biraz da kendisi kaşınmaya başlasın, sıkıntıdan sarayında parmak çevirip ya da burnunu karıştırıp otursun. Neticede düşsün milletin yakasından artık.

            Adamın her zırvasını ciddiye aldıkça, havaya sokuyor şişirip duruyor, ülkenin başına da bela ediyorsunuz. Ulan ülkesinin dışında, adı çocuk mizahlarına bile malzeme olan bir adam, hepinizle dalgasını geçiyor, kafa buluyor. Sahneden sahneye geçiyor. Bunu yaparken de rolünü bile ezberlemesi gerekmiyor.

            Çünkü oynaması gereken her sahnenin tiradı, önüne prompterinden yazılı olarak geliyor nasıl olsa. Ve sizi inadına sürekli kaşıyor, siz kaşındıkça da, o kıs kıs gülüyordur halinize inanın. Uyanın artık! Millet uyuyor diyerek kendinizi aldatmayın. Milletten önce sizlerin uyanması lazım, zira bu kafayla yol alamazsınız ve kendi başınıza yumurtanızdan bile çıkamazsınız. Ve bilin ki bu millet sizlerden çok daha uyanık.


            Ülke her geçen gün daha bir batarken, işçi, emekli, esnaf inim inim inlerken, işsiz gün be gün ümidini yitirirken, sınırları inşaat eleğine dönmüş ülkemde teröristler ve çapulcular tavana vururken, yaparken, ederken, olurken vs. vb. sizlerin uğraştığı gündemlere bakın.

            Amerika'nın da, İspanyol Kristof'un da, Küba’da ki olmayan camiin de canı cehenneme, sen önce ülkene, yaşadığın sorunlarına bak. Artık topun ağzındasın, durumunun farkında mısın? Hala kör Niyazi gibi, küt iğneye iplik geçirmeye çalışıyor, kendine güldürüyorsun. Uyan artık arkadaşım, kardeşim, evladım. Hem de Kürt maskeli ve şayet onun döneminde yaşamış olsalardı, asil bedeninin mutena bölgelerinde kılı dahi olamayacak ve adam olabilsinler diye demokratik insan hakları verdiği, kanı kokuşmuş, şerefsiz, pespaye Ermeni diaspora piçleri, yüksek onuruyla kurduğu meclisinde bile yüce Atatürk'üne dil uzatıyorken.

            Ayrıca böylesi şerefsiz hergeleler, Osmanlı ümmetinde vatandaş kimliksiz ve değersiz varlıklarıyla, bu aşağılık duygulu, depresif hezeyanları, saraya karşı zırvalayacak olsalar, tedaviye alınmak yerine; acaba en yakın köşe başlarında içi boş kellerini, cellâtlara terk etmek zorunda kalmazlar mıydı? Aslında, sürekli Atatürk’le alıp veremediği olan bu içi boş teneke kutuların, değil Atatürk'e medyunu şükran olmak, mezarında onun mübarek kıçını bile yalasalar, hakkını ödeyemeyeceklerini de asla unutmamaları gerekir...
             
                                                                                                                                                                                                                                 Serendip Altındal

Özün Kişiliğinin Aynasıdır...
serendipaltindal.blogspot.com
serendipaltindal@gmail.com
Video Kanalım

14 Kasım 2014 Cuma

NAMUS MESELESİ..

            Soma faciasının asıl mağduru ve akıl sağlıkları kavağa çıkmış acınası sorumluları, kafa kafaya verip, güvenlik teraneleriyle yumurtlayıverdiler. Ama müşterek yumurtalarından güvenlik yerine ÇİP çıktı. Yani anlaşılan, bundan sonra maden işçilerinin kıçlarına çip takıp madenlere salacaksın. Adamcıklar toprağın altında sıkışıp kalınca da, o çipler devreye girecek ve göçüğün diğer ucuna tünel kazıp adamları salimen çıkaracaklar mı demek oluyor şimdi bu?

            Hadi ulan güldürmeyin adamı. Sen toprağın altındaki adamın ölüsünü bile ailesine teslim edemeyeceksin veya da çürüyüp tanınamaz hale gelince, lütfen, onu da şov yaparak vereceksin, sonra da üstüne bir de buna güvenlik tedbiri diyeceksin. Çipin sinyalinden, adamın kaç metrede gömülü olduğunu bilmen neye yarayacak ki, onu kurtaramadıktan sonra ve sizde de bu kafalar varken. İnsanla dalga geçmeyi aştık da, yoksa vatandaşın a..sını becermek yetmedi de, bir de beynini mi mikelemeye kalkıyorsunuz acaba?
           
            Şimdi biz de bunu sorunca, zülfikar'a mı dokunmuş oluyoruz arkadaşlar. İyi be! O halde bütün sıkıntılarınızı da söyleyin de, hepsini birden halledelim. Toptan dokunalım o zülfikar'a o zaman, bakalım nasıl zülfikarsa o! En doğru ve adınıza şüphesiz en akıllıca olanı; artık bırakın bu işleri de, daha fazla da saçmalamayın ve de rezil etmeyin kendinizi ansızlar.

            Sanki son iki Cumhurbaşı arasında ki muhteşem fark, ikisini mukayese ettikçe, selefin hesabına her geçen gün artı yazarak büyüyorken, sizin olanın borç bakiyesi de sürekli kabarmıyormuş gibi. Selef, tasarrufu ve adamlığı ile ülke hazinesine, hizmet süresince daima kazandırmışken, sizin halefse, bırak hazineye kazandırmayı, 1000 odalı ve savuşma tüneli bile ihmal edilmemiş sarayı ile birlikte, daha ilk gününden itibaren, her geçen gün onu daha da bir batırmıyormuş gibi...


            Kafama takılan diğer bir sorun ise; gençlerimizin, kendileri gibi sivil Amerikan gençlerine - ki asker bile olsalar, olay esnasında sivildiler - çuval geçirerek, maalesef bizim TSK nın yere düşen yüzünü, yerden kaldırabileceklerini düşünmeleri, yanlış ve safçaydı. Hiç bir şeyin farkında olmayan ve neye uğradıklarını bile anlayamayan o gençlerin durumuna da, kendi adlarına empati oluşturmaları, kendilerini daha çabuk olgunlaştıracaktır. Çünkü unutmasınlar ki, onların ülkelerinde de kendi arkadaşları okuyor veya staj yapıyorlar.

            Çuval geçirilenler şayet üniformalı olsalardı, olay uluslararası siyasada daha ciddi bir hüviyet kazanacak ve sivil halklar tenzih edilmiş olacaktı. Bu bağlamda da mesaj direkt olarak Amerikan emperyalist Burjuvasına, ordusuna ve diğer resmi kurumlarına verilmiş olacaktı ve doğru olan da buydu. Ayrıca adım gibi de biliyorum ki, yüce Atatürk yaşıyor olsaydı, neticede resmi hüviyetleri olmayan ve sadece turist olarak orada bulunan yabancı gençlere yapılan bu olayı, asla onaylamaz; "çuvalı askerimiz, askerlerine geçirir, sizler sadece anlamlı ve vakur bir protesto duruşu sergileseydiniz, daha da büyürdünüz çocuklar" derdi sanırım. Bunu da bir baba nasihati olarak, bir kenarlarına yazsınlar.

            Ne var ki, şayet bu tiyatral bir aksiyon, yani AKP + ABD anlaşmalı yeni ve Türkiye'mizde çuval nedeniyle halkta biriken kinin, giderek kan davasına dönüşmemesi için, tansiyonu düşürmek amacıyla yapılan bir kandırma şovu değilse ancak, bu yazdıklarımın arkasında olduğumu da belirtmek isterim. Yani birileri bizi yine keriz yerine koymaya kalktılarsa ve sonra tükürdüklerini yine yalamak zorunda kalacaklarsa, günahı kendilerine aittir, biz vasıta olmayız.
            Buna rağmen hepimiz çok iyi biliyoruz ki; biz Türkler, şayet o Amerikalı askerler adam gibi üniformaları içinde, yeni bir nefsi müdafaa cephemizde, karşımızda durabilecek güç ve cesarette olsalardı, onları daha fazla adamdan sayar fakat yaşlı veya genç gözlerinin yaşına da bakmazdık.

            Her ne kadar namusunu, kendisinin temizlemesi zorunlu olan TSK nın onurunun, bu aksiyonla kurtulmadığını ve bu kafayla da asla kurtulmayacağını ve olayda bir öntasarım olabileceğini düşünüyor olsam da; her halükarda o gençlerimizin, - vaktaki saflıkları nedeniyle kullanılmış bile olsalar - ahde vefa ışıltılı, henüz şerefsizlik ve sorumsuzlukla tanışmamış, bakir alınlarından öpmek isterdim. Bu gençlerimiz, her şeye rağmen sapına kadar Kemalist ve antiemperyalist dik duruşlarıyla, en azından üniformalı ağabeylerine de adamlık dersi vermiş oldular. Hepsine ve kendilerini doğuran analarının ak sütlerine, helal olsun...

           
            Tam son noktayı koyup yazımı kapamaya hazırlanıyordum ki, birden TV de karşıma Dersim çıkıverdi. Benim de tersim yine dönüverdi. Şimdi gel de elin mahkûm, bir iki satır daha yazma dedim kendi kendime. Düşüncesizce ve çok acemice kullanılan, aslında aklımdan kovmaya da çalıştığım 'Dersimli Kemal' polemiği ile bütün CHP algım tersyüz olmuşken, üstüne de özür dilemeler, falan, filan derken. Efkârım da kabarıverdi yeniden. Neler oluyor arkadaşlar, ne anlatmaya çalışıyorsunuz?

            Belki sizler o zaman da, yaşamla ölüm arasında bağımsızlık savaşı verilmekte olan bu ülkede, sanki sıkıntılarımız yeterli değilmiş gibi vatanı sırtından bıçaklamaya kalkan bölücü eşkıyadan, o en kahırlı şartlarda bile özür diler ve vatan hainleri olarak da tarihe gömülürdünüz kuşkusuz.

            Ama çok kanlı bir bağımsızlık savaşını, dik duruşu ve adam oluşuyla yedi düvele karşı kazanmış ve tam bağımsızlaştırdığı vatanını, ümmetken, millet yaptığı Türk Milletine armağan eden bir Mustafa Kemal'e, emperyalistin bugün olduğu gibi o zamanda kucağında oturan bölücü eşkıyaya, asla o özrü diletemezdiniz işte. Ve şayet bugün varsanız, ülkenizde böyle rüzgâra karşı tükürebiliyor, böyle de yükseklerden sallayabiliyorsanız, o yüce önder, vatan haini, bölücü eşkıyadan ve sahiplerinden özür dilemediği için varsınız. Bunu da sakın ola unutmayın. 

            Tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti, bugün de aynı şartları yaşasa, aynı yollardan tekrar geçerdi, kuşkunuz olmasın. Nitekim "Kürdüm" diyen vatandaşlarımızın bile çoğunluğu, bu vatanda Türklerden bile nerdeyse daha fazla ulusalcıyken, emperyalistin parmakladığı birileri, hala Anadolu Türkmenlerini, çakma ve olmayan Kürt isyanları çıkarttırmaya kışkırtıyorlarsa ve bunlar akıllanmamakta da ısrarcı olacaklarsa, bu ülkede Dersimler tekrar tekrar yaşanacaktır da.

            O halde bir yandan açılım saçılım diyorken, diğer yanda küstahlığı ve silahı elden bırakmayan, emperyalist emzirmesi PKK eşkıyasına, neden hesap sormaya kalkıyorsunuz? Bırakın herifler yapsınlar o zaman ne yapacaklarsa. Nedense ve kimin kayığına bindiyseniz, artık günahı sizin olsun; ama sizden istenen veya misyonunuz zaten bu değil miydi? Bu arada aranızdan Hamzaçebi adlı arkadaşınızın bizim çuvalcı gençlerimize, "kahramanlık yapacaksanız Irak'a gidin" ya da benzer bir ifade kullandığını duydum.

            Asil gençlerimizin yerine bu arkadaşa yüksek sesle ben cevap vermek mecburiyetinde kaldım. Hatta bu ani çıkışımı beklemeyen eşim bile korktu: "O dediğini sizler yapacaktınız. Yoksa yerinize onu da bizler mi yapsaydık. Pekiyi siz ne yapacaksınız. Sadece mecliste lütfen, arada bir usulen tıkırdayıp, geri kalanda da parmak çevirip veya uyuklayarak, ballı aybaşlarınızı mı bekleyeceksiniz bizim vatanımızda", diyerek onların adına cevap vermek zorunda hissettim kendimi. İşte böyle arkadaşlarınız da var ne yazık ki yüce Atatürk'ün ve bu Cumhuriyetin ASAL partisinde. Ve maalesef direksiyon da şimdilik onların elinde gözüküyor.

            Yoksa sayelerinizde milletinizin yarı tok yaşadığı ülkenizde, ballı vekil maaşlarınızı ve emekliliklerinizi ömür boyu size ödeyebilecek, bir devletiniz kalmaz mı diye korkuyorsunuz acaba? Söyleyin şunun bir esbabı mucibe sini de bilelim biraderler. Ya da daha doğrusu sizler, ne yaptığınızın, ne söylediğinizin, neyi ve kimi temsil ettiğinizin sahiden bilincin demisiniz? Yoksa CIA gerçekten, uzaktan kişilik kontrolü programını devreye soktu da, ilk kobaylar sizler mi oldunuz...

                                                                            Serendip Altındal
Video Kanalım

8 Kasım 2014 Cumartesi

TUT TUTABİLİRSEN..

            'Başkanlık' - aslında Padişahlık - dürtüsü depreşik, sonradan olma Kasımpaşalı ve şimdilerde de kaçak Sarayın ilk kiracısı olan vatandaş, almış başını bir yerlere doğru hızla koşturuyor. Dur diyeni de yok, tut ki tutabilirsen. Nedir, neler oluyor, daha neler olacak, nereye varacak arkadaşım bu için sonu. Görülüyor ki bu Atlantik güdümlü manipülatif CIA kokotratlarıyla anlaşılan bu işten çıkış yok.
            Daha hangi kavşağa kadar bu Mister'lerle ve kokuşmuş sistemleriyle yol almayı düşünüyorsunuz. Sizi temsil etmeyen hükümet tarafından milletçe ignore edilmek, hala tahammül sınırlarınızı aşmadı mı? Yoksa yetersizlik kompleksi tavan yaptı da, değersizgiller familyasından olduğunuzu mu düşünmeye başladınız? Hani malum karga ve kılavuz meselesi!..
           
            İnsaftır artık. Tüm sorumluluk taşıması gerekenler; vekiller, askerler, bürokratlar, bütün aydın olduğunu düşünenler, hacılar, hocalar ve diğerleri, anlaşılan kendi orijininize de saygıyı kaybetmişsiniz, salt ampirik takılıp duruyor ve ezcümle gününüzü kurtarıyorsunuz. Buna korku da diyemiyorum. Çünkü aranızda artık korku duvarını aşmış olanlar da fazlaca mevcut dur. Ne var ki, bilhassa da onların duyarsızlığı ve suskunluğu; ancak dış kaynaklı gizli bordro listeleriyle mi ilişkilidir acaba, denli düşünceler getiriyor aklımıza. Çünkü aksiyonerlikleri, ne ileri ne geri bir görüntü veriyor. İşte bizi düşündüren de budur aslında! Ama bilhassa da onlar, biraz da ülkelerinin mazlum, gariban; ama sapına kadar ahde vefa yüklü vatandaşıyla - ki yandı, kavruldu artık - empati oluşturmaya çalışsınlar.
            Diğer yanda ise; hiç bir maddi beklentisi olmayan, ahde vefa sahibi, aklı başında, milli duyguları yüksek gençlerimizden, vatan sevdalısı annelerimiz, genç kızlarımızdan, bütün çaresizliklerine rağmen dimdik duran emeklilerimiz, mağdur; ama mağrur emekçilerimizden ve tüm diğer Ulusal gönüllülerimizden başka da kimseden tık çıkmıyor. Onlar iyi ki varlar. Ve Allah onların eksikliğini göstermesin bu vatana. Yoksa vatan biter...
            Hiç utanmıyor, sıkılmıyorsunuz? Onların da gücü bellidir. Ülkedeki CIA polisi ve kısmen de Jandarmasıyla, yandaş gugukçularıyla, baş edecek halleri elbette yok. Ve bizler hiç olmazsa yazılarımızla içimizi hasbelkader boşaltabiliyoruz. Bu kafaların gidişatıyla yakında bunu da yapamayacak hale hep birlikte gelebiliriz. İşte o zaman çıkmayan seslerinizi kendi adınıza kimlerin çıkaracağını düşünüyorsunuz? Bunu da yapamayanlar dertlerini nasıl duyurabilecekler, el insaf. Biran evvel Cumhuriyetimizin özüne dönerken, ırzına geçilen Adalet teyzemizi de acilen ruhsal tedavi altına almak ve bizatihen de rehabilite etmek zorundayız.

            Uluslararası itibarımızı yerle bir eden bu kanı bozuk AKP'nin, topuyla tüfeğiyle, akarı kokarıyla küllen ipini çekip, hesabını kesmeyi, aynı bağlamda da Atlantik rüzgârının başımıza savurduğu, 12 yıldır migren nedenimiz olan Erdoğan kültünden kurtulmayı ve birlikte binlerce yıldır mis gibi Karadeniz, Akdeniz rüzgârlarıyla sarmal olmuş, dört mevsimi dolu dolu yaşayan ve bu kafayla değerini, ancak kaybedince anlayacağınız dünya cenneti - veya Almanların tasvirlediği gibi de 'Goldene Platz An der Sonne' - ülkenizi de daha hangi baharda lütfen, kurtarmayı düşünüyorsunuz? Ve daha doğrusu da, acaba bu cenneti üstüne kapanmış akbabaların pençelerinden kurtarmayı sahiden düşünüyor musunuz? Yoksa migren, epilepsiye dönüşecek bu gidişle...

            İyi biliyoruz ki bu ülkede, bunların %22-25 kök seçmeni vardır topu topu. Diğerleri ise yandaş ihaleciler takımı, ithalat sanayicileri, zorunlu göbek bağlı ailevi efrad ve avenelerdir. Tek tehlike ise hala seçim güvenliğinin sağlanamamasıdır. Muhalefet önce bu sorunu halletmeye bakmalıdır. Yoksa yine hüsran kaçınılmazdır. Daha ne kadar söyleyelim. Ki ben bunu 2002 den itibaren her seçim öncesi söylemekten bıktım artık. Yoksa hüsranı kader olarak mı benimsediler. Oysa her şeyin kafada ve bakış açısında yani mental olduğunu nasıl bilmez, bu okumuş adamlar. Olayın 'Müslümansın' veya 'değilsin' ile en ufak bir ilgisi de yoktur aslında.
            Esasen bunların gerçek Müslüman olmadığını, El Arabiyalı Sultanın sağır nedimesi bile anladı artık. Topu kimse muhalefete atmaya kalkmasın. Olayın yetersiz ve sorumsuz muhalefete bırakılma lüksü de kalmamıştır zaten. Mesele tamamen millidir ve bu millet nasıl olursa olsun, gerekirse lidersiz de; ama yeni bir Kuvayi milli formatla, bunlardan biran önce kurtulmak mecburiyetindedir artık. Ve bilinsin ki, bu sorununu tek başına da kalsa halledecektir.

            İkna olmadınız mı? Bakın Mısır'a, Tunus'a bir zamanların Osmanlı vilayetleri olan ülkelere, sonra da onlardan çok daha önce ve fazla Cumhuriyet ile harman olmuş, laik, Atatürk gibi bir evrensel liderin Türkiye sine; ne demek istediğimi anlayın lütfen. O ülkelerde bile tutmayan şeriatın şayet bizim ülkede tutabileceğini düşünüyorlarsa, bu ülkenin insanlarının herhalde bir gecede paralel evrendeki opozisyonlarıyla yer değiştirdiklerini farz ediyor olmalıdırlar.

            Oysa Rusya'nın bağımsız Kürdistan'a geçit vermeyen geleneksel, sadık komşu tutumu, tam da bu dönemde, Türkiye’nin başında Kemalist bir Milli lidere yine tam destek vermek adına, açık bir davetiye demek oluyor. Tabii ki sadece, bunu değerlendirebilecek olanlar için anlam ifade ediyor bu yorum. Diğer yanda ABD'nin, Asya kapısında son kalesi olarak kabul ettiği Türkiye'yi ne pahasına olursa olsun kaybetmek istemediği tuzağına, kesinlikle düşmemek veya da bu mecburiyeti, avantaja devindirerek azami yararla kullanmak gerekiyor.
            Hiç unutulmasın ki, jeostratejik bölgelerde mantar gibi biten kanton devletler, tamamıyla emperyalist talepler ve destekler nedeniyle oluşmuş, ulussuz topluluklar daha doğrusu da, ilerde gerektiğinde birbirlerine karşı da kullanılmak üzere farklı etnisitelerden oluşturulmuş kampuslardır. Ve yine emperyalist amaçlar doğrultusunda, zamanı geldiğinde bozuk paralar gibi de harcanırlar. Ne var ki bu oyuncuların başını çeken ABD, kendisinin de budunsuz federatif kampus devletler bileşkesi ve de aynı topun ağzında olduğunu ne hikmetse hep unutur.
            Yani daha açık ifadeyle de, zaman şimdi bu bağlamda ABD'nin, akıllıca ümüğünü sıkma zamanıdır. Yani ABD ile 1950 lerden itibaren yapılan tek yönlü olanlarının yerine, en azından, bütün misak ı milli haklarımızın - ki buna Lozan da dâhildir - kabul edileceği, ikili bir tam bağımsızlık antlaşmasının imzalanmasının şimdi tam vaktidir. Zira ABD eli mahkûm ayağımıza düşmüştür artık.
            İyi tanıdığımız Amerikan fıtratının ise, en son noktaya kadar bize poker yüzünü kullanacağı bellidir. Ve de bu bağlamda atacağı blöflere de asla prim verilmemelidir. Bir an önce komşumuz Rusya ile saf tutarak, bu milli ve müşterek kozumuzu, yüce Atatürk'ümüzün yaptığı gibi 'YURTTA SULH CİHANDA SULH' gerekçeli olarak, sonuna kadar kullanmak zorundayız bundan sonra. Bunun içinde ilk şart, neresinden bakılsa, içimizdeki ajan Amerikancıların, bilhassa da öncelikli olarak CHP den başlamak üzere, tüm muhalefet partilerimizin içindeki sızıntılarının ilk önce tasfiye edilmesidir. Bu aynı zamanda, seçim sathında yüzde yüz milli tabanlı muhalefetle mücadele vermek mecburiyetimizin de nedenidir...


            Birinin keyfi, 1000 odalı, muhtemelen de içinde Haremi bile olan - ki Emine Sultan buna ne der veya daha doğrusu ne diyebilir ki - bir sarayı ve 1001 gece masallarını kıskandıran diğer harcamaları, emsallerinin lüks harcama duvarlarından yükseğe zıplarken, yaşam odacıkları bile ihmal edilmiş madenlerde, yaşama tutunamayan garibanlarımız, birbiri peşine telef oluyorlar. Geriye kalan aile fertleriyse, yaşamla ölüm arasında gitgelleri yaşamaya mahkûm ediliyorlar. Üstüne de Türkmenistan tarafından at hediye edilen sarayında, artık Erdoğan ve atını, fantezilerinize emanet ediyoruz. Bu bağlamda Türkmen kardeşlerimizi, zekâ dolu ince mizahlarından ötürü de kutluyoruz.
            Bizim birader ise, saati çaldığında öbür tarafta zorunlu tek kanalı izlerken, artık zaplayamayacak da olduğuna göre, bakalım kendisini nasıl hissedecek. Tüm bu günahların hesabını, bir de öbür mekânda acaba nasıl verecek. Artık bunu da yol yakınken ve sarayında da vakti bolken düşünmeye, biran önce başlaması gerekir. Ha bu arada, sarayı ve lüks uçağını öbür mekânda acaba nerelere koyacaktır, orada ki takıma transfer olmadan önce bunun da hesabını yapmalıdır.

            'Yavaş yavaş alışırlar' ya da 'zırlar zırlar susarlar', nasıl olsa güç bizde zihniyeti de artık iflas etmiştir. Bu söylemin sahibi olan üstadı ı azama tebliğ edelim ki; kötüye alışılmaz, sadece zorunlu ve belli süreliğine yutulur, saati geldiğinde de zorunlu yutulanlar toptan geri kusulur. Ve 76 milyonluk baraj, biriktirdiğini taşıyamaz olup da gümbürtüyle aniden çöktüğünde, altında kalacakları heyelana bakalım kendileri nasıl alışacaklar. Bense çocukluğumdan beri, bütün haram varlığını tek darbede kaybederek sıfırlayanların, neler hissettiğini hep merak etmişimdir...

            Öz kaynakları, iğdiş edilmiş babalar gibi kurutulan yurdumda, şimdilik elde kalan kömür stoklarını arttırarak, seçim haraçlarını ödeyebilmek ve dış borçları dengelemek (o da kısmen) için, teşvikli kömür üretimlerini hep yukarı doğru pompalamalarının, alt yapısız ve çağ dışı bir zeminde sonunda varacağı ve beklenen nokta buydu aslında. Bu kafaların daha beterini de kapının önünde, sırada beklettiği kendiliğinden anlaşılıyor.
            Kurusıkı bir 'Allah korusun' da hiç kimseyi korumuyor. Ve birileri de şimdiden 'güzel ve şerefleriyle öldüler' tiradlarının daha şiirsel olanlarını hazırlıyor olsalar gerekir. Zira 12 yılın AKP klasiğinde, önce yandaş takımına milletin a(!!)ına koydurmak, sonra da alayımızın nafakasını; ama hudutsuz hortumlamaktan başka da yapacak işlerinin olmadığını, nasıl olsa hep ezberledik artık.

           
            Açılım, saçılım, peşmerge, işkembe vs. vb. detaylarına inersek bu yazıdan çıkamayız. Ne var ki, bu yolun sonunda Anadolu aslanlarının, yakın gelecekte Anadolu Burjuvalarına dönüşeceği yönünden burnuma keskin kokular geliyor. Bilmem sizde alıyor musunuz?

            Merkantilist evrede Avrupa da, bilhassa da önce dönemin sömürgeciler kralı İngiltere’de oluşmaya başlayan ve sömürgelerden çalınan servet dağları üzerine inşa edilen Batı Burjuvazisi, bugün başta İngiliz çocuğu ABD olmak üzere bütün dünya emperyalistlerine mikroplarını bulaştırarak onların insan kaynaklarında, tamiri olmayan yaralar açmıştır. Bizde ise o dönem, ancak başlamaya hazırlanıyor.
            Bu bağlamda Burjuvazi; ama dünya genelinde kendi devrimciliğinin yanı sıra karşı devrimi de önlenemez bir devinimle hızla hazırlamaktadır. İlaveten, direnen sömürge Burjuvası ise son bir çıkış yolu olarak gördüğü küreselci (Neoliberalist) kendi devrimini, ömrünü tamamlamış kıta Burjuvazisinin; ama eski enkazı üzerinde, daha şimdiden çatırdayan yeni temelleriyle nafile inşa etmeye çalışıyor ve her geçen gün de kendi mutlak sonuna, biraz daha yaklaşıyor.

            Ana fikrin yanlış yorumlanması neticesinde oluşan başarısız Bolşevizm denemesinden sonra, gecikmeli olarak gerçeğin su yüzüne yeniden çıktığı günlerdeyiz artık. Bizde de yeni oluşmaya başlayan çocuk ve kadın işçiler istismarı, çakma yasalarla pekiştirilen taşeron işçiler köleliği, doğmakta olan Anadolu Burjuvazisinin en belirgin göstergeleridir.
            Batı'nın yaklaşık 200 yıl evvel yaşadığı ve 100 yıl kadar önce de arkasında bıraktığı klasik Burjuvazi, şimdilerde neoliberal yeni bir arayış içindeyken, unutulmuşu ise bizde yeni yeni yaşam bulmaya başlıyor. Bu durumsa, Atasından sonra Kemalist devrimin arkasını getirememesi nedeniyle evrimini tamamlayamayan ve ortaçağ embesilliğini dıştalayamayan insan kaynağımız ve ülkemiz adına ne yazık ki, hazin ötesi acıklı; ama daha da ötesi büyük bir utanç kaynağı oluşturuyor.
            Hele, dağdan gelip bağdakini kovarken de, 'beğenmiyorsan başka memlekete git' diyebilen aynı zihniyete, verebileceğiniz cevaplar, sizin dilinizi esasen konuşamadıkları ve ne dediğinizi anlayamadıkları için de, yetersiz kalıyor.

            Aşağıda, Engels ve Marx'ın birlikte, 1840 larda yazdıkları Komünist Manifesto dan yaptığım tam da bu konuya cuk oturan kısa alıntı da bile, bu gerçeklerin nasıl ışıldadığını fark edeceksiniz. Şimdi bu noktada artık, sözü ustalarına bırakıp biz aradan çekilelim. Gerisini daha dikkatli ve önyargısız okuyup yorumlayın lütfen. Bakalım yaklaşık 160 sene önce yapılmış yorumları, bugünümüzle anlamdaş bulacak mısınız?..

       §  Burjuvazi, üretim araçlarını ve böylelikle üretim ilişkilerini ve onlarla birlikte toplumsal ilişkilerin tümünü, sürekli devrimcileştirmeksizin var olamaz. Daha önceki bütün sanayici sınıfların ilk varlık koşulu, bunun tersine eski üretim biçimlerinin değişmeksizin korunmasıydı. Üretimin sürekli altüst oluşu, bütün toplumsal koşullardaki düzenin kesintisiz bozuluşu, sonu gelmez belirsizlik ve hareketlilik, burjuva çağını bütün daha öncekilerden ayırt eder.
            Bütün sabit, donmuş ilişkiler, beraberinde getirdikleri eski ve saygıdeğer önyargılar ve görüşler ile birlikte tasfiye oluyorlar. Bütün yeni oluşmuş olanlar kemikleşmeden eskiyorlar. Yerleşmiş olan ne varsa eskiyip gidiyor. Kutsal olan ne varsa lanetleniyor ve insan kendi gerçek yaşam koşullarına ve hemcinsiyle olan ilişkilerine nihayet ayık kafa ile bakmak zorunda kalıyor. (Friedrich Engels und Karl Marx, Manifest der Kommunistischen Partei, London, 1848) 

                                                                                          Serendip Altındal



2 Kasım 2014 Pazar

VATANSA..

Orada uzaklarda
Küskünlük bahçeleri var
Sararmış yaprakların altında
Hepsi bir arada
Ama sırt sırtalar
Ne hikmetse
Küskünler
Elimi uzattığımda
Tutamadığım yerdeler

O bühtan bahçelerinde emzik emiyor
Yeni doğmuş bebeler
Ana memesi yerine
Biz siz onlar
Bil ki olmuyor vatan çilesiz
Yaşanmıyor bedensiz
Üşüyorlar
Girince toprağa kefensiz
Uzaktan izleyenler
Biz siz onlar
Ve kimliklerini yitirenler

Ulu çınarların arasından
Kıvrılarak akıyor billur sular
İçinde yürüyorlar
Çıplak bacaklarıyla fındık gibi kızlar
Uzaktan izleyenler
Biz siz onlar
Ve bizi istemeden terk edenler
Vah ki karşı tepelerin ardında
Kardeş kerdeşi bitirirken
Oysa yudum suya hasretle ölenler

Kızları bağları bahçeleri ve dereleriyle
Her ağacın gölgesinde yakılan türküleriyle
Ve toprağın bağrına ektiği şehitleriyle
Bu toprağın ırz düşmanı bile yerde bırakılmaz
O dahi adamdan sayılır
Ona bile mezar kazılır
Ne ki bizde ölene yan bakılmaz

Burası diyar ı gurbet değil
VATANDIR
VATANSA
Biz şehit olmadan alınmaz…



Özümüzün sözü:

         Her kim ki, yanıp yakılsa, kızıp köpürse bilecek ve istemese de kafasına sokacak ki; misak ı milli ve milli müktesebat haklarımız ebediyen bakidir ve öyle de kalacaktır...      
                                                                                 
                                                                                   Serendip Altındal

Video Kanalım