Her şeyi var eden tek
bir tanrıya (yaratıcıya) inancın sadeliği, basitliği ve akılcılığı, insanlık
tarihinde ön Türklerin Gök Tanrılarıyla (Tengri) başlayıp Şamanizm’le devam
ederek ve çeşitli ara istasyonlarda (diğer dinler) kalıptan kalıba girdikten
sonra, nihayet Muhammedî din olan İslam’la buluştu. Mekânımızla birlikte sonsuz
sayıda ki evrenlerin var oluş nedenlerinin, acaba bir komplodan ibaret olup
olamadığını, acaba gerçekten var olup olmadığımızı zaman zaman düşünmezmiyiz?
İşte bunları düşünürken, ister
istemez içlerinde çıkış yolu aradığımız tüm bu dinlerin, uzay zaman devinimleri
esnasında, en başında ki ile sonuncusu arasında ki ortak olguya, şimdi
kendisinin hiç bilinmeyen özelliği ile ışık tutan ve ölmeden önce Müslüman olan
Lev Tolstoy'un, kendi kalemiyle bir bakış atalım ve bu görüşümüzün teyidini
kendisinden de alalım o zaman.
Önce Tolstoy'un gizlenen ve Rusya’da
uzun yıllar, İslama övgüleri nedeniyle basımı yasaklanmış, pek tanınmayan, “Hz.
Muhammed” (Kuranda olmayan hadisler) adlı kitabından seçtiğim bazı hadislerle
başlayalım:
§ 'Muhammed her zaman Evangelizm'in
(Hıristiyanların) üstüne çıkıyor. O, insanı Allah saymıyor ve kendini de Allah
ile bir tutmuyor. Müslümanların Allah'tan başka ilâhı yoktur ve Muhammed onun
peygamberidir. Burada hiçbir muamma ve sır yoktur.'
Lev Nikolayeviç TOLSTOY
“O kimse ki, bizi zulmetmeye çağırır, o bizden değildir. Kendi
halkını cehalette, yalan içinde bırakanlar da bizden değildir. Kendi halkını
zorluğa ve sıkıntıya maruz bırakanlar da bizden değildir."
“Kendisi için istediğini, mü'min kardeşi için de istemeyen
gerçek mü'min değildir."
“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar
görmediği kimsedir. Mü'min de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı
emniyette bildikleri kimsedir”.
“Allah'ım, beni miskin (fakir) olarak yaşat, miskin olarak
ruhumu kabzet, kıyamet günü de miskinler zümresiyle birlikte haşret."
Hz. Ayşe ileri atılarak sordu: "Niçin ey Allah'ın
Resulü?" "Çünkü dedi, onlar cennete, zenginlerden kırk bahar önce
girecekler. Ey Ayşe! Fakirleri sev ve onları (rivayet meclisine) yaklaştır, ta
ki kıyamet günü Allah da sana yaklaşsın." "Allah'ım! Beni fakirlerle
yaşat, fakirlerle öldür ve fakirlerle birlikte haşreyle".
“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din
kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz".
“Allah Teâlâ buyurur: "Ben, gizli bir hazine idim. Bilinmek
istedim ve insanı yarattım".
Hz. Muhammed'den sordular ki: "Dinin esası ne üzerine
kurulmuştur?" O da şöyle cevap verdi: "Kendiniz için istediğinizi
başkaları için de isteyin; kendiniz için istemediklerinizi başkaları için de
istemeyin".
Her Müslüman'ın sadaka vermesi gerekir" buyurdu. Kendisine:
"Ya bulamayan olursa?" diye soruldu. "Eliyle çalışır, hem şahsı
için harcar, hem de sadaka verir" cevabını verdi. "Ya çalışacak gücü
yoksa?" diye soruldu. "Bu durumda, sıkışmış bir ihtiyaç sahibine
yardım eder" dedi. "Buna da gücü yetmezse?" dendi. "İyiliği
veya hayrı emreder" dedi. "Bunu da yapmazsa?" diye tekrar sorulunca:
"Kendini başkasına kötülük yapmaktan alıkoyar. Zira bu da bir
sadakadır" buyurdu.
Vâbisa İbni Ma'bed diyor ki, Resul-i Erkem'in huzuruna
varmıştım. Bana: "İyiliğin ne olduğunu sormaya mı geldin?" dedi.
"Evet" dedim. O zaman şunları söyledi: "Kalbine danış."
"İyilik, kalbin uygun gördüğü ve yapılmasını onayladığı şeydir. Günah ise
içini tırmalayan ve başkaları sana yap diye nice nice fetvalar verse bile
içinde şüphe ve tereddüt uyandıran şeydir".
“Mülayimlik ve itaat, imanın alâmetleri; boşboğazlık ve
cerbezeli konuşmalar ikiyüzlülüğün alâmetleridir".
"Zalimlerle birlikte olmaktansa, kendi başına, yalnız
kalmak daha iyidir. Kendi kendine olmaktansa hayırlı insanlarla birlikte olmak
daha iyidir. İlim öğrenmek isteyene ilim öğretmek susmaktan iyidir. Boş
konuşmaktansa susmak iyidir".
“Tevazu ve anlayış olmadan iman olmaz”.
“Allah'ın en büyük düşmanları, mü'min oldukları halde haksız
yere zulmedip cana kıyanlardır".
“Fakirliğim, benim övünç kaynağımdır".
“Allah Teâlâ, kendi kazancıyla geçinenlere merhamet eder,
dilenerek geçinenlere değil".
“Kadın erkeğin ikinci parçasıdır".
“Allah'ın en büyük düşmanları, mü'min oldukları halde haksız
yere zulmedip cana kıyanlardır".
“İlim öğrenmek her Müslüman'a farzdır. İlmi, ehil olmayana
öğretmek, domuzların boyunlarına cevher, inci ve altın takmaya benzer".
“Herkes için yaratılan bir şeyi yalnız kendi hesabına kullanan
kimse, suçlu ve kanun karşısında sorumludur" .
“İşçinin hakkını alnının teri kurumadan (yorgunluğu geçmeden)
veriniz".
“Kardeşine karşı göstereceğin tebessümün bir sadakadır. İyiliği
emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yolu
gösterivermen sadakadır; gözü sakat kimse için görüvermen sadakadır; yoldan
taş, diken, kemik (gibi şeyleri) kaldırıp atman sadakadır; kovandan kardeşinin
kovasına su boşaltman sadakadır".
“Bir insanı güzel bir sözle teselli etmek, başkasına hak ve
adaleti sevdirmek, yazılı talimatlara, istemeyerek ve isteksizce riayet
etmekten iyidir".
Şimdi de Tolstoy’un, bir Türk ve Müslüman
Rus Generali’nin, babaları gibi Müslüman olmak isteyen oğulları karşısında,
nasıl davranması gerektiğini kendisine soran, çaresiz bir Hıristiyan anneye
yazdığı cevabi mektubu okuyalım:
§ Yelena Yefimovna (Vekilova)'ya
Sizin oğullarınızın Tatar(Azeri Türk) halkının bilgilenmesine yardım etme arzusunu
takdir etmemek olmaz. Böyle olduğu halde Muhammed'in dinini kabul etmenin de ne
derece lâzım olduğunu da anlatamam. Genellikle size demeliyim ki, hükümete
itiraf etmeden, insanın hangi dine mensup olması hakkında kime olursa olsun
artık kendinin bilgi vermesini gerekli sayıyorum. Buna göre de sizin
oğullarınızın Muhammed'in dinini Hıristiyanlıktan üstün tutarak kabul etmeleri
yani bir dinden başka bir dine geçmeleri hakkında kimseye bilgi vermeleri
gerekmez. Belki bu zaruridir. Fakat ben bu konuda bir şey diyemem. Ona göre de
sizin evlâtlarınız bu konuda hükümet organlarına haber verip vermemeleri
hakkında kendileri karar vermelidirler.
Müslümanlığın Hıristiyanlık karşısındaki üstünlüğüne ve
özellikle sizin evlatlarınızın hizmet ettikleri maksadın âlicenaplığına
gelince, bu konuya bütün kalbimle katılıyorum. Hıristiyan ideali ve öğretisini,
onun hakiki manasında, her şeyden üstün tutan bir insan için bunu söylemek ne
kadar garip olsa da demeliyim ki, Müslümanlığın kendine has dış görünüşüne göre
Kilise Hıristiyanlığından kıyas kabul etmez derecede üstün durması, bende
hiçbir şüphe doğurmuyor. Eğer ki, bir kimsenin karşısına kilise Hıristiyanlığı
veya İslâm dinine girme hakkında bir tercih koyulsa, o zaman her bir akıllı
adam, mürekkep ve anlaşılmaz ilâhiyatın üç sıfatlı Allah'ın, günah çıkarma
merasiminin, dinî ayinlerin, İsa'nın anasına yalvarışın, mukaddeslerin ve
onların resimlerine sayısız hesapsız ibadetlerin yerine, hükümleri bir Allah'ı
ve peygamberi olan İslâm dinini, şüphesiz ki üstün tutar. Bu başka türlü de
olamaz.
Ayrı ayrı fertlerin, bütün insanlığın ve bütün insanların
hayatının esasını teşkil eden dinî şuurun mükemmelleştiği (olgunlaştığı) gibi,
hayatta her şey gelişir ve mükemmelleşir. Dinin gelişip mükemmelleşmesi ise,
onun sadeleşmesinden, anlaşılmasından ve onu anlaşılmaz yapan her şeyden
kurtulmasından ibarettir. Dini hakikatlerin, onu anlaşılmaz yapan her şeyden
kurtarılması en eski zamanlardan beri dinlerin esasını koyan düşünürler tarafından
hayata geçirilmiştir. Böylelikle bize malum olan bütün dinlerin hepsinden önce
böyle yüce ve yüksek din anlayışı, Veda'nın (Veda-Hinduizm) kitaplarında, daha
sonra Musa'nın, Buda'nın, Konfüçyüs'ün, Lao Tzu'nun, Hıristiyanlık ve
Muhammed'in Öğretilerinde verilmiştir. Dini, onun eski kaba manasından
kurtarıp, daha derin, sade ve akla uygun hakikatlerle değiştiren bütün yeni din
hadimleri (hizmetçileri/tebliğcileri) büyük adamlar olmuşlardır. Fakat sırf
büyük adam olduklarındandır ki, hakikati olduğu gibi, bütün aydınlığı,
derinliği ve sadeliği, saflığı ile eski yanlış fikirlerinden kurtarılmış
şekilde ifade edememişler. Bu kimselerin hata yapmayacakları, onların bütün
söylediklerinin tekzip edilmez asıl gerçekler olduğu farz edilse bile, onların
kendisinden çok çok aşağıda bulunan şakirtleri(öğrencileri), hakikati bütün
derinliği ile anlamadan, onu daha gösterişli ve herkes için uygun hale getirme
arzusu ile ona pek çok gereksiz eklemeler, özellikle acayip şeyler
karıştırdıklarından, herkesin gerçeği görmesi oldukça zor olur.
Gerçeğin din tarafından böyle tahrifi ne kadar çok itiraf
edilmişse, bu tahrifler o kadar çok artmış, neticede dine hizmet edenler
tarafından keşfedilmiş asıl hakikat karanlıkta kalmıştır. Buna göre de en eski
dinlerde gerçeği gizleyen mucize ve uydurmalar her şeyden çoktur. Bu, en çok en
eski dinde, Brahman dininde, ondan az Yahudi dininde, ondan az Buda, Konfüçyüs,
Taoizm dinlerinde, onlardan daha az Hıristiyan dininde ve nihayet en az, en son
din olan İslâm dininde vardır. Bu bakımdan Müslümanlık en elverişli durumdadır.
İslâm dini, onda harici, tabii olmayan ne varsa, hepsini
atsa ve öz temeline Muhammed'in dinî -manevi öğretilerinin esaslarını koysa-
tabiidir ki, bütün büyük dinlerin esasları ve özellikle, gerçeği itiraf eden
Hıristiyan öğretilerinin esasları ile birleşir.
Size böyle uzun
uzadıya yazıyorum ki, siz benim fikirlerimi oğullarınıza ulaştıracaksınız ve bu
fikirler de onların güzel düşüncelerini hayata geçirmeye yarayabilirler. Dinin
mahiyetini teşkil eden büyük hakikatlerin, onu karanlıklaştıran her şeyden
temizlenmesine yardım etmek, insanın yapabileceği en güzel işlerden biridir.
Eğer sizin evlâtlarınız bu işleri ailevi bir görev hesap etseler, o zaman
hayatları dolu ve tam olacak.
Bilmiyorum,
Müslümanlıkta benim bildiğim, yüksek esaslı hakikatleri gizleyen yanlış
fikirlerden ve mevhumlardan kurtarılmasına hizmet ettiklerini iddia eden iki
öğreti sizce ve sizin evlatlarınızca biliniyor mu bilinmiyor mu?
Buna göre söz
konusu her iki grup, araştırılmış ve hâlâ da araştırılmaktadır. Bunlardan biri
İran'da çıkmış sonra Türkiye'ye geçmiş olan ve orada yerleşmeye çalışan
Bahaîlik'tir. Bahâilik, Akka'da yaşayan Bahaullah'ın oğlunun adından yola
çıkılarak kurulmuştur. Ancak bütün insanlık için bir olan sevgi dinini kabul
eden bu dinî mezhep, ibadetin hiçbir şeklini kabul etmiyor!
İkincisi, Kazan'da ortaya çıkmış, taraftarları,
kendilerini kurucularının adıyla adlandırıp kendilerine "Allah'ın
ordusu" veya "Vaisovçular" diyorlar. Bunlar da inancın aslını
sevgide görürler ve sevgiye zıt olan her şeyden uzak dururlar. Bu mezhep veya
tarikat da takip edilmekte, rehberleri yakalanıp hapse atılmaktadır.
Eğer benim düşüncelerim hiç olmasa bir şeye yarasalar,
siz veya oğullarınız kendi faaliyetleri hakkındaki kararlarını bana bildirseler
çok memnun olurum."
Lev TOLSTOY
Hiç şüphesiz ki Tolstoy’u da
Müslüman olmaya ikna eden en mühim özellik Hz. Muhammed'in su gibi duru, berrak
ve adil kişiliği yanında, Allahtan başka bir tanrısı olmayışı, ona biat
ederken, teslis (baba, oğul, kutsal ruh) saçmalıklarından ve hurafelerden uzak
olması, İsa gibi tanrı statüsünde değil; ama onun hizmetkârı bir fani olması ve
her imana saygı duyan Ehli Beyt kişiliğiydi.
Şayet tanrı ve peygamber kabul
edilen havas dışında ki üçüncüler, egosantrik tefsir ve yorumlarıyla dinleri
temel esaslarından saptırıp, yeni mezhepler (fırkalar) ve cemaatlere
dönüştürmemiş olsalardı; müritler de bu fırkaları bir şey sanıp, karanlıkta mum
ışığına uçuşan kelebekler gibi etraflarında toplanarak, esastan sapmamış olsalardı,
dünya mükemmel olacak ve bütün dinlerin aslında İslam’da buluşmuş olacaklarını
da söylemiştir Kendisi. Ayrıca dini duyguları istismar ederek üstünden kazanç
sağlayanların da aslında imansız olduğunu da ifade etmiştir.
Temanın ruhu olan mektupla uzayan ve
özür dileyerek uzattığım yazıyı yazmamın asıl amacı; dahi yazar Tolstoy’un
yanında Prens Bismark, Goethe, Puşkin ve dünya genelinde birçok entelektüelin
tercihte Muhammedî olmalarının ana nedeninin, İslam’ın sadeliğinin yanında,
Ehli Beyt özelliği olduğunu vurgulamak ve onlardan eksiği değil fazlası olan
dahi Atatürk'ün de, adil kişiliğinden ötürü, neden bir Hz. Muhammed hayranı ve
hepimizden daha özde bir Müslüman olduğuna atıfta bulunmak içindir.
Bu bağlamda, yukarda tasvir edilen
cennet bahçesinin dışında ki bizim olmayan bir dünyadan özenle seçilmiş ve
bugün bizi yöneten, başa bakanından, ayağa bakanına kadar tüm zevatın gerçek
kimliklerinin artık farkına varın. Aynı zamanda bütün varlığımızın üstüne
oturmayı hedefleyen ortak; ama aslında kendilerinin de düşmanı olan
emperyalistin, bilhassa(!) bu seriden, yani gerçek Muhammedî olmayan yapay Müslümanları,
neden seçmiş olabileceğine de odaklanabilmeniz ve onların maskelerini
düşürebilmeniz içindir.
Tolstoy’un bilemediğini de biz söylemeye
çalışalım. Çünkü insan her şeyi bilmeye muktedir değildir, ancak birbirini
tamamlar. Her şeyi bilip düşünmüş olmaksa, sadece ön yaratıcıya (Tengri) mahsus
bir husustur. Eğitim nedir dersek. Aslında canlı ve maddeyi (ki maddenin de
ruhu vardır) belirli çağdaş yasalar ve kurallar kalıbına sokmak işidir. Bırakın
her şeyi, içinde oturduğunuz eviniz bile maddenin eğitilmiş bir hali
değilmidir? Esasen insanın din ve imana ihtiyacını bile kazanç unsuru haline
getiren imansızlar, aynı sebeple onun mekân ihtiyacını bile, çevresinden solunumu olan yeşil alanlarını
kazıyarak yaşanamayacak beton yığınlarına dönüştürmediler mi? Ne ki, insan ve
hayvana şekil verirken onu kırmamalısınız. Yoksa bir daha iflah etmez.
Bizim Atatürk’ümüz de dahi bir önder
olarak insanlarını eğitirken kimseyi kırmamıştır. Sadece biçimlendirmeye, onlara
sosyal birey kalıbına uygun bir kimlik vermeye çalışmıştır. Şayet kendisine
bütün yüce fedakârlığına rağmen, zamanında yapılmaya çalışılan suikastların
etkisinde kalıp, çileden çıkan bir tiran olsaydı, fırsatı yakalamışken, bütün
asosyallerin belini kırar, neslini bile kuruturdu bu ülkede.
Her insan, bastırılmış hisler ve
bükülmüş duygularla dolu bir Pandora kutusudur. Onu iyi tanımak için kapağını
kaldırmak gerekir. İşte esas tiran Erdoğan’ın da artık kapağı açılmış ve içinde
ki eski hurda yığını ortaya saçılmıştır.
Serendip
Altındal