27 Kasım 2013 Çarşamba

RÜZGAR FISILDADI..

            Dokuz gün evvel (19.11.2013) yitirdiğim kardeşimle, kendi bahçemizin henüz olmaya başlamış meyvelerini, kıvırcık Aytun’un minicik, benim biraz daha büyük ellerimizle, bahçıvandan gizli aşırdığımız günlerden başlayan ortak geçmişimizin anılar sarmalında, her adımda adeta dayak yediğim duygularımla sahilde yürümeye çalışıyor ve hüznümü bağrıma dolan Poyrazla paylaşıyordum sadece.
            Karmaşam içinde yalnızlığımı yudumluyor ve acılarımı dağıtmak için dikkatimi çekmeye çalışan ortak rüzgârımızın fısıltılarını da dinliyorken, sayfalar oluşabilirdi. Rüzgâr diyordu ki; hayatınızı alt üst eden kahrolası günceliniz, şimdi seküler dünyanızın elinizde kalan tek gerçeğidir artık. Ve bıraktığınız yerden birlikte, her şeyi unutup, kafalarınız yukarıda yine hemen ona dönmeli ve çocuklarınızın, torunlarınızın ortak müktesebatını yine birlikte sahiplenmelisiniz. O halde şimdi seküler dünyamıza yine dönelim…

§         Kürede ki mevcudiyetlerini, bundan böyle klasik tek yanlı sert politikalarla (vurdum kaçtım) artık sürdüremeyeceklerini nihayet benimsemek zorunda kalan Obama hazret, meşhur beysbol zokasını(!) canı istediğinde kullanmak üzere, münasip bir yanına yakın bir yere koymakla, yeni hayatına başlayabilir mesela.

            Şu anda çaresizliğinin dayanılmaz sıkıntısını, sömürgeleri gibi kendi bünyesinde de hissetmeye başlayan eski dost maskeli Coni Volkır, şimdilerde bir yanda yeni yaşam iksiri arayışı içindeyken, diğer yanda artık yeni bir imaj yakalamak zorunluluğunun da buz gibi farkındadır. Bu bağlamda da nasıl olursa olsun her şeyden önce Türk’ün analar toprağında (Anadolu), tutunmak zorunda olduğunu da iyi anlamıştır. Bunu da son yıllarda AKP hükümeti ve çuval hikâyesiyle birlikte, ana politikası haline getirmekle de ziyadesiyle ortaya koymuştur aslında.

            Klasik Coni Volkır kimliğiyle, özellikle de Türk'ün bölgesinde bu işi tek başına beceremeyeceğine nihayet küçük aklı bastığı için, Orta Doğuda ki beslemeleri içinde en stratejik önemde olan "bizim oğlan" Erdoğan’a ise, sonuna kadar oynayacağı açıktır. CHP liderli muhalefeti de bu nedenle parat tutmaktadır aslında. Nedenini sorarsanız, bana göre;

1)      Provoke ederek Erdoğan'ı daha da bağımlı kılmak.
2)      CHP, MHP ve kelebeklerini kafaya alarak (ön programlamalı), aynı paralelde milli seçmeni de motive ederek (yavaş yavaş alıştırma), tamamen kontrolü altına alacağı, muhtemel yeni koalisyon hükümeti alternatifi olarak hazırlamaktır.
3)      Ülkesinin CHP, MHP küskünü Kemalistlerinin de ister istemez karargâhı haline gelerek kendisini, Kemalist – tam bağımsız, Kuvayi militer - AKP sonrası Türkiye’sinin de tek alternatifi konumuna taşımış olan İşçi Partisini, dışarıda tutarak da, bu işleri halledebileceğini sanmaktadır ki, işte bu da ayrı bir büyük yanılgı olarak özetlenebilir. Bu üçüncü nokta ise bizim Coni Volkırı, Türkiye macerasında en fazla rahatsız eden bölümdür aslında.
  
            Tam da hepsi takım halinde topun ağzına sürüldüğü günlerde, Arınç sizce neden Coni Volkır’ın yanına apar topar paketlendi acaba. İnce yontulup, ayar çekilmek üzere herhalde. Nitekim gitmeden önce Erdoğan’a apaz girerken, döndükten sonra yine pupadan esmeye başlaması da bu yüzdendir. Öyle ya, cart curt çekerken, aniden yine gözyaşlarını akıtmaya başladığına göre, ağırlık mağırlık nerede kaldı. Haydi, canım geçiniz. Bırakın gramı, kilogramı, bu epikürist adamların topunun bir arada özgül ağırlıkları bile yok ki, biz de nelerden bahsediyoruz.

            Ayrıca Erdoğan, cemaat kavgası Coniyi kaşır mı? Belki çaktırmadan ona da bir ayar çekmeye kalkar; ama fazla da üstüne gidemez. Esasen Arınç’a acele bir ayar çekerken, bu aralar AKP içi bir sürtüşme istemediğini de ortaya koyup, sıradakilere de gözdağı vermiş olmadı mı aslında. Çünkü yeni Wikileaks kutuları açılıyorken, bu aralar titizlikle sakladığı kendininkini de birileri açsın istemez.
            Sürtüşmenin cemaatle olanı, sidik kavgasıdır ve nasıl olsa ikisinin de ipi kendi elinde olduğuna göre de fark etmez. Bu sahte gündemin asıl muzdaripi ise, dolaylı olarak yine millet olacaktır ve istediği de budur aslında. Oysa Coni, Erdoğan ve cemaat cürufundan kurtulmadan bu millet iflah olmaz. Toplu arınma işlemleri için de şayet bilinen temizlik araç ve gereçleri yetersiz kalırsa, gerekirse dişleri, tırnaklarıyla bile olsa bu temizliği yapmak zorunda olduğunu da çok iyi biliyor artık, yüce Atatürk’ün Türk Ulusu.
           
            Ayrıca İblis çocukları, Şeytanla daha fazla dans etmemeleri gereğinin de farkındadırlar. Çünkü tanrıyı kızdırmaya da gelmez, zira Şeytanı yok edip gerekirse yerine yenisini yaratabileceğini de bilirler. Ve bakarsınız, arada sırada bu neviden cezalandırmalar için kendi suretinden askeri olarak yarattığı TÜRK’e, bu doğrultuda yine ve yeni bir havale çıkarıverir.

            Tüm bu nedenlerden dolayı da Erdoğan'ın ipi henüz çekilmemektedir. Yani Coni'nin zaman kazanmaya ihtiyacı vardır. Yoksa Erdoğan’ın ipini hemen çekmesi daha akılcı olurdu aslında. Çünkü Erdoğanlı her geçen günü, kendi sonunu da hazırlamaktadır. Demek ki işler yukarıda gösterildiği gibi açık değildir ve Coni Volkır'ın da arzu ettiği sıralamaya uygun gelişmemektedir. Biliyor musunuz ki; henüz kendi çarkımızı, lidersizlik nedeniyle Atatürk döneminde ki gibi tek başımıza döndüremediğimizden ve otokontrolümüzü kendi elimize alamadığımızdan ötürü, bizim için aslında işte en önemli ve sevindirici tek husus da budur. Çoğu gitti azı kaldı. O halde biraz daha bekleyelim ve sona doğru enteresanlaşan bu filmin, birileri için trajik, diğerleri için komik ve bizim için de beklenen “The End” sahnesini de görelim.

                                                                                              Serendip Altındal





18 Kasım 2013 Pazartesi

HIRSIZLIĞIN MUHASEBESİ..

            Şeriatın Kemalizm karşısında hiç bir şansı yoktur. Ancak Kemalist maskeyi takar ve Kemalist cephede bir şekilde saf tutarsa, vaktiyle de bulduğu gibi yine yaşam şansı bulabilir. Yani Kemalizm’e karşı değil ancak yandaşı olursa yaşama tutunabilecektir. Çünkü Kemalizm Ehli Beyt İslami’dir yani laik ve sosyaldir. Oyunu kurallarıyla oynayan herkes, kendinden olmayanların kurallarına saygılı kaldığı sürece ancak, içinde barınabilir Kemalizm'in. Tıpkı Atatürk'ün Osmanlı ümmetinden, Cumhuriyet Türkiye'sinin çağdaş Türk Milleti yaptığı; ama o zamanlardan sarkan şeriatçıları da bugüne kadar birlikte taşıdığımız gibi. Ve anlaşıldığı üzere, içimizde ki ortaçağ hastalıklı aymazlar, bu sarsılmaz gerçeği ister istemez, şimdi yine anlamış görünüyorlar.

            Ne var ki gözü uyku tutmayan, yurdumuzdan kovduğumuz eski emperyalist düşman, yine içimizdeki bildik nifak asosyallerini kaşıyarak, içlerindeki şeriat ve bölücülük tohumlarını yeşertti. İşte bugün Cumhuriyetin kuruluşunda yaşadığımız ve dönüp dolaşıp yine vardığımız nokta budur. Neymiş, demek ki Kemalizm de içinde ki bu yaban tohumlarını, aslında daha yolun başında yok etmeliymiş. Siz bakmayın Barzani, Erdoğan flörtüne, son Fetullah tuluatına bakıldığında, varlık nedeninin(!) geç de olsa farkına varan cemaatin, bir de okullarının kapatılması sürtüşmesinin itilaf doruğuna oturttuğu Erdoğan’ı, artık terk ettiği de görülüyor. Bu durumda ise kendiliğinden anlaşılacağı gibi, yeni Kemalizm’in içinde Erdoğan, yaşama şansı bulamayacak demektir. Zira kendisi, en uçuk taahhütle dahi iflahı olmayan hıyanet hastalığının şifa bulmazıdır.

            Bırakın kripto Kürtlerle buluşsunlar, isterlerse birlikte hamama da girsinler. Eskiden İngiliz, Fransız oynuyordu bölücülere, şimdi ise ABD ve Lejyoneri İsrail oynuyor, bir şey değişir mi? Karşı safta yine biz Türkler varsak. Yine paketleyip derdest ederiz alayını nasıl olsa. Yeter ki, kendimiz gibi olalım ve öyle de davranalım. Nasıl olsa hepimiz Atatürk değilmiyiz. Veya Atatürk bizden biri değilmiydi? O halde demek oluyor ki bütün varlığımızı, bizatihi tek favori olan kendi üstümüze oynayalım, evvel Allah yine alayına yeteriz.

            Bu tespitlerimin, bazılarına ters oturduğunu iyi biliyorum. Bunlar bırakın din iman öğelerini, ilkelerini, vatan müktesebatlarını bile siyasi rantları adına, pazara çıkarmış zavallılardır. Bu adamların ortama göre açıp, kapayan ikinci sınıf vatandaşları olarak kabul ettikleri cariye kumaşlı kadınlarını ise, tenzih etmeye gerek bile yok aslında. Bu seriden sapkınlıkları onaylayanlardan olmadığım için, bunları söylemeye hakkım olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bilhassa da böyleleri iyi bilmeliler ki bugün 6 milyar insanoğlunu barındıran bu planette, 6 milyar tanrı, bir o kadar da Şeytan tasviri var demektir. Bu durumda mütevazi tespitlerimi de bana çok görmesinler. Öyleyse kendilerinin, mevcut 6 milyar seçenekli böylesine zengin bir tezgâhta, neyi pazarlayabileceklerini de daha iyi planlamaları gerekmektedir en azından.

            Hele, çok varlıklı bir ömür sürüp sonsuza göçen Tolstoy gibi olgunlaşıp da aklımız başımıza geldiğinde bizde düşünürsek, yaşamın ve mülkiyetin sadece sonlu aptallar için bir anlam ifade ettiğini anlamış oluruz. Aslında tam da bu noktada bir elimizi vicdanımıza, diğerini alnımıza koyup, mal varlığımızın muhasebesini yaparak aslında ne kadar hırsız olmuşluğumuzu düşünmemiz gerekir. Öyle ya bir Fransız düşünür de “mülkiyet hırsızlıktır” demişti bir zamanlar. Ama ne yapsak, aşık atamayız AKP ağalarıyla. 

             Bu optikten seyrederken de, ülkeyi bölmeye kalkanlar ve daha bölünmeden alıcısı olanlarla halay çeken ve aslında benim yerime bu tespitleri yapması beklenen, yurdum Başbakan'ının(!) hıyanet özlü ansızlığını takip ederken, bir başka kanalda yıllarca liberal demokrat bir kimlikle tanıdığımız Sayın Ufuk Söylemez'in, kendi kulvarında en yürekli duruşu sergileyip, sahip olduğu Kuvayi Milleyici ruhunun yüceliğini, takdir ve yüreğimi dolduran bir sevgiyle izliyordum. Aynı vatanın aslında kader birliği etmesi gereken iki evladı arasında, böylesi acımasız bir fark nasıl olabilirdi tanrım.
           
            Yüce yüreğinle sağ ol Sayın Söylemez, temsil ettiğin kampta en delikanlı sen çıktın. Ve aynı bağlamda, bir zamanlar yüce Atatürk'ün, gururlu başları yukarıda vatandaşlarıyla birlikte, sayısız şehitlerimizin kanlarıyla yıkanmış şerefli toprağını onurlandırdığı, bugün ise tüm satılmış onursuzların aynı toprağı birlikte kirlettiği Diyarbakır’ımızın yürek yakan hazin görüntüleri, o aynı yüreği acıyla dağlıyordu. Ama çok iyi biliyordum ki, her batışın yepyeni ve apaydınlık bir doğuşu olacaktı. Hele de konunun başlığı, her zaman küllerinden yeniden doğmuş TÜRK ise…


                                                                                              Serendip Altındal



9 Kasım 2013 Cumartesi

TOLSTOY'UN SAKLI CENNETİ..

           Her şeyi var eden tek bir tanrıya (yaratıcıya) inancın sadeliği, basitliği ve akılcılığı, insanlık tarihinde ön Türklerin Gök Tanrılarıyla (Tengri) başlayıp Şamanizm’le devam ederek ve çeşitli ara istasyonlarda (diğer dinler) kalıptan kalıba girdikten sonra, nihayet Muhammedî din olan İslam’la buluştu. Mekânımızla birlikte sonsuz sayıda ki evrenlerin var oluş nedenlerinin, acaba bir komplodan ibaret olup olamadığını, acaba gerçekten var olup olmadığımızı zaman zaman düşünmezmiyiz?
            İşte bunları düşünürken, ister istemez içlerinde çıkış yolu aradığımız tüm bu dinlerin, uzay zaman devinimleri esnasında, en başında ki ile sonuncusu arasında ki ortak olguya, şimdi kendisinin hiç bilinmeyen özelliği ile ışık tutan ve ölmeden önce Müslüman olan Lev Tolstoy'un, kendi kalemiyle bir bakış atalım ve bu görüşümüzün teyidini kendisinden de alalım o zaman.

            Önce Tolstoy'un gizlenen ve Rusya’da uzun yıllar, İslama övgüleri nedeniyle basımı yasaklanmış, pek tanınmayan, “Hz. Muhammed” (Kuranda olmayan hadisler) adlı kitabından seçtiğim bazı hadislerle başlayalım:


§  'Muhammed her zaman Evangelizm'in (Hıristiyanların) üstüne çıkıyor. O, insanı Allah saymıyor ve kendini de Allah ile bir tutmuyor. Müslümanların Allah'tan başka ilâhı yoktur ve Muhammed onun peygamberidir. Burada hiçbir muamma ve sır yoktur.'
Lev Nikolayeviç TOLSTOY


“O kimse ki, bizi zulmetmeye çağırır, o bizden değildir. Kendi halkını cehalette, yalan içinde bırakanlar da bizden değildir. Kendi halkını zorluğa ve sıkıntıya maruz bırakanlar da bizden değildir."

“Kendisi için istediğini, mü'min kardeşi için de istemeyen gerçek mü'min değildir."

“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mü'min de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir”.

“Allah'ım, beni miskin (fakir) olarak yaşat, miskin olarak ruhumu kabzet, kıyamet günü de miskinler zümresiyle birlikte haşret."
Hz. Ayşe ileri atılarak sordu: "Niçin ey Allah'ın Resulü?" "Çünkü dedi, onlar cennete, zenginlerden kırk bahar önce girecekler. Ey Ayşe! Fakirleri sev ve onları (rivayet meclisine) yaklaştır, ta ki kıyamet günü Allah da sana yaklaşsın." "Allah'ım! Beni fakirlerle yaşat, fakirlerle öldür ve fakirlerle birlikte haşreyle".

“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz".

“Allah Teâlâ buyurur: "Ben, gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim ve insanı yarattım".

Hz. Muhammed'den sordular ki: "Dinin esası ne üzerine kurulmuştur?" O da şöyle cevap verdi: "Kendiniz için istediğinizi başkaları için de isteyin; kendiniz için istemediklerinizi başkaları için de istemeyin".

Her Müslüman'ın sadaka vermesi gerekir" buyurdu. Kendisine: "Ya bulamayan olursa?" diye soruldu. "Eliyle çalışır, hem şahsı için harcar, hem de sadaka verir" cevabını verdi. "Ya çalışacak gücü yoksa?" diye soruldu. "Bu durumda, sıkışmış bir ihtiyaç sahibine yardım eder" dedi. "Buna da gücü yetmezse?" dendi. "İyiliği veya hayrı emreder" dedi. "Bunu da yapmazsa?" diye tekrar sorulunca: "Kendini başkasına kötülük yapmaktan alıkoyar. Zira bu da bir sadakadır" buyurdu.

Vâbisa İbni Ma'bed diyor ki, Resul-i Erkem'in huzuruna varmıştım. Bana: "İyiliğin ne olduğunu sormaya mı geldin?" dedi. "Evet" dedim. O zaman şunları söyledi: "Kalbine danış." "İyilik, kalbin uygun gördüğü ve yapılmasını onayladığı şeydir. Günah ise içini tırmalayan ve başkaları sana yap diye nice nice fetvalar verse bile içinde şüphe ve tereddüt uyandıran şeydir".

“Mülayimlik ve itaat, imanın alâmetleri; boşboğazlık ve cerbezeli konuşmalar ikiyüzlülüğün alâmetleridir".

"Zalimlerle birlikte olmaktansa, kendi başına, yalnız kalmak daha iyidir. Kendi kendine olmaktansa hayırlı insanlarla birlikte olmak daha iyidir. İlim öğrenmek isteyene ilim öğretmek susmaktan iyidir. Boş konuşmaktansa susmak iyidir".

“Tevazu ve anlayış olmadan iman olmaz”.

“Allah'ın en büyük düşmanları, mü'min oldukları halde haksız yere zulmedip cana kıyanlardır".

“Fakirliğim, benim övünç kaynağımdır".

“Allah Teâlâ, kendi kazancıyla geçinenlere merhamet eder, dilenerek geçinenlere değil".

“Kadın erkeğin ikinci parçasıdır".

“Allah'ın en büyük düşmanları, mü'min oldukları halde haksız yere zulmedip cana kıyanlardır".

“İlim öğrenmek her Müslüman'a farzdır. İlmi, ehil olmayana öğretmek, domuzların boyunlarına cevher, inci ve altın takmaya benzer".

“Herkes için yaratılan bir şeyi yalnız kendi hesabına kullanan kimse, suçlu ve kanun karşısında sorumludur" .

“İşçinin hakkını alnının teri kurumadan (yorgunluğu geçmeden) veriniz".

“Kardeşine karşı göstereceğin tebessümün bir sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yolu gösterivermen sadakadır; gözü sakat kimse için görüvermen sadakadır; yoldan taş, diken, kemik (gibi şeyleri) kaldırıp atman sadakadır; kovandan kardeşinin kovasına su boşaltman sadakadır".

“Bir insanı güzel bir sözle teselli etmek, başkasına hak ve adaleti sevdirmek, yazılı talimatlara, istemeyerek ve isteksizce riayet etmekten iyidir".


            Şimdi de Tolstoy’un, bir Türk ve Müslüman Rus Generali’nin, babaları gibi Müslüman olmak isteyen oğulları karşısında, nasıl davranması gerektiğini kendisine soran, çaresiz bir Hıristiyan anneye yazdığı cevabi mektubu okuyalım:


§         Yelena Yefimovna (Vekilova)'ya

            Sizin oğullarınızın Tatar(Azeri Türk)  halkının bilgilenmesine yardım etme arzusunu takdir etmemek olmaz. Böyle olduğu halde Muhammed'in dinini kabul etmenin de ne derece lâzım olduğunu da anlatamam. Genellikle size demeliyim ki, hükümete itiraf etmeden, insanın hangi dine mensup olması hakkında kime olursa olsun artık kendinin bilgi vermesini gerekli sayıyorum. Buna göre de sizin oğullarınızın Muhammed'in dinini Hıristiyanlıktan üstün tutarak kabul etmeleri yani bir dinden başka bir dine geçmeleri hakkında kimseye bilgi vermeleri gerekmez. Belki bu zaruridir. Fakat ben bu konuda bir şey diyemem. Ona göre de sizin evlâtlarınız bu konuda hükümet organlarına haber verip vermemeleri hakkında kendileri karar vermelidirler.

            Müslümanlığın Hıristiyanlık karşısındaki üstünlüğüne ve özellikle sizin evlatlarınızın hizmet ettikleri maksadın âlicenaplığına gelince, bu konuya bütün kalbimle katılıyorum. Hıristiyan ideali ve öğretisini, onun hakiki manasında, her şeyden üstün tutan bir insan için bunu söylemek ne kadar garip olsa da demeliyim ki, Müslümanlığın kendine has dış görünüşüne göre Kilise Hıristiyanlığından kıyas kabul etmez derecede üstün durması, bende hiçbir şüphe doğurmuyor. Eğer ki, bir kimsenin karşısına kilise Hıristiyanlığı veya İslâm dinine girme hakkında bir tercih koyulsa, o zaman her bir akıllı adam, mürekkep ve anlaşılmaz ilâhiyatın üç sıfatlı Allah'ın, günah çıkarma merasiminin, dinî ayinlerin, İsa'nın anasına yalvarışın, mukaddeslerin ve onların resimlerine sayısız hesapsız ibadetlerin yerine, hükümleri bir Allah'ı ve peygamberi olan İslâm dinini, şüphesiz ki üstün tutar. Bu başka türlü de olamaz.

            Ayrı ayrı fertlerin, bütün insanlığın ve bütün insanların hayatının esasını teşkil eden dinî şuurun mükemmelleştiği (olgunlaştığı) gibi, hayatta her şey gelişir ve mükemmelleşir. Dinin gelişip mükemmelleşmesi ise, onun sadeleşmesinden, anlaşılmasından ve onu anlaşılmaz yapan her şeyden kurtulmasından ibarettir. Dini hakikatlerin, onu anlaşılmaz yapan her şeyden kurtarılması en eski zamanlardan beri dinlerin esasını koyan düşünürler tarafından hayata geçirilmiştir. Böylelikle bize malum olan bütün dinlerin hepsinden önce böyle yüce ve yüksek din anlayışı, Veda'nın (Veda-Hinduizm) kitaplarında, daha sonra Musa'nın, Buda'nın, Konfüçyüs'ün, Lao Tzu'nun, Hıristiyanlık ve Muhammed'in Öğretilerinde verilmiştir. Dini, onun eski kaba manasından kurtarıp, daha derin, sade ve akla uygun hakikatlerle değiştiren bütün yeni din hadimleri (hizmetçileri/tebliğcileri) büyük adamlar olmuşlardır. Fakat sırf büyük adam olduklarındandır ki, hakikati olduğu gibi, bütün aydınlığı, derinliği ve sadeliği, saflığı ile eski yanlış fikirlerinden kurtarılmış şekilde ifade edememişler. Bu kimselerin hata yapmayacakları, onların bütün söylediklerinin tekzip edilmez asıl gerçekler olduğu farz edilse bile, onların kendisinden çok çok aşağıda bulunan şakirtleri(öğrencileri), hakikati bütün derinliği ile anlamadan, onu daha gösterişli ve herkes için uygun hale getirme arzusu ile ona pek çok gereksiz eklemeler, özellikle acayip şeyler karıştırdıklarından, herkesin gerçeği görmesi oldukça zor olur.

            Gerçeğin din tarafından böyle tahrifi ne kadar çok itiraf edilmişse, bu tahrifler o kadar çok artmış, neticede dine hizmet edenler tarafından keşfedilmiş asıl hakikat karanlıkta kalmıştır. Buna göre de en eski dinlerde gerçeği gizleyen mucize ve uydurmalar her şeyden çoktur. Bu, en çok en eski dinde, Brahman dininde, ondan az Yahudi dininde, ondan az Buda, Konfüçyüs, Taoizm dinlerinde, onlardan daha az Hıristiyan dininde ve nihayet en az, en son din olan İslâm dininde vardır. Bu bakımdan Müslümanlık en elverişli durumdadır.

            İslâm dini, onda harici, tabii olmayan ne varsa, hepsini atsa ve öz temeline Muhammed'in dinî -manevi öğretilerinin esaslarını koysa- tabiidir ki, bütün büyük dinlerin esasları ve özellikle, gerçeği itiraf eden Hıristiyan öğretilerinin esasları ile birleşir.

             Size böyle uzun uzadıya yazıyorum ki, siz benim fikirlerimi oğullarınıza ulaştıracaksınız ve bu fikirler de onların güzel düşüncelerini hayata geçirmeye yarayabilirler. Dinin mahiyetini teşkil eden büyük hakikatlerin, onu karanlıklaştıran her şeyden temizlenmesine yardım etmek, insanın yapabileceği en güzel işlerden biridir. Eğer sizin evlâtlarınız bu işleri ailevi bir görev hesap etseler, o zaman hayatları dolu ve tam olacak.

             Bilmiyorum, Müslümanlıkta benim bildiğim, yüksek esaslı hakikatleri gizleyen yanlış fikirlerden ve mevhumlardan kurtarılmasına hizmet ettiklerini iddia eden iki öğreti sizce ve sizin evlatlarınızca biliniyor mu bilinmiyor mu?

             Buna göre söz konusu her iki grup, araştırılmış ve hâlâ da araştırılmaktadır. Bunlardan biri İran'da çıkmış sonra Türkiye'ye geçmiş olan ve orada yerleşmeye çalışan Bahaîlik'tir. Bahâilik, Akka'da yaşayan Bahaullah'ın oğlunun adından yola çıkılarak kurulmuştur. Ancak bütün insanlık için bir olan sevgi dinini kabul eden bu dinî mezhep, ibadetin hiçbir şeklini kabul etmiyor!

            İkincisi, Kazan'da ortaya çıkmış, taraftarları, kendilerini kurucularının adıyla adlandırıp kendilerine "Allah'ın ordusu" veya "Vaisovçular" diyorlar. Bunlar da inancın aslını sevgide görürler ve sevgiye zıt olan her şeyden uzak dururlar. Bu mezhep veya tarikat da takip edilmekte, rehberleri yakalanıp hapse atılmaktadır.

            Eğer benim düşüncelerim hiç olmasa bir şeye yarasalar, siz veya oğullarınız kendi faaliyetleri hakkındaki kararlarını bana bildirseler çok memnun olurum."

Lev TOLSTOY 


            Hiç şüphesiz ki Tolstoy’u da Müslüman olmaya ikna eden en mühim özellik Hz. Muhammed'in su gibi duru, berrak ve adil kişiliği yanında, Allahtan başka bir tanrısı olmayışı, ona biat ederken, teslis (baba, oğul, kutsal ruh) saçmalıklarından ve hurafelerden uzak olması, İsa gibi tanrı statüsünde değil; ama onun hizmetkârı bir fani olması ve her imana saygı duyan Ehli Beyt kişiliğiydi.
            Şayet tanrı ve peygamber kabul edilen havas dışında ki üçüncüler, egosantrik tefsir ve yorumlarıyla dinleri temel esaslarından saptırıp, yeni mezhepler (fırkalar) ve cemaatlere dönüştürmemiş olsalardı; müritler de bu fırkaları bir şey sanıp, karanlıkta mum ışığına uçuşan kelebekler gibi etraflarında toplanarak, esastan sapmamış olsalardı, dünya mükemmel olacak ve bütün dinlerin aslında İslam’da buluşmuş olacaklarını da söylemiştir Kendisi. Ayrıca dini duyguları istismar ederek üstünden kazanç sağlayanların da aslında imansız olduğunu da ifade etmiştir.

            Temanın ruhu olan mektupla uzayan ve özür dileyerek uzattığım yazıyı yazmamın asıl amacı; dahi yazar Tolstoy’un yanında Prens Bismark, Goethe, Puşkin ve dünya genelinde birçok entelektüelin tercihte Muhammedî olmalarının ana nedeninin, İslam’ın sadeliğinin yanında, Ehli Beyt özelliği olduğunu vurgulamak ve onlardan eksiği değil fazlası olan dahi Atatürk'ün de, adil kişiliğinden ötürü, neden bir Hz. Muhammed hayranı ve hepimizden daha özde bir Müslüman olduğuna atıfta bulunmak içindir.
            Bu bağlamda, yukarda tasvir edilen cennet bahçesinin dışında ki bizim olmayan bir dünyadan özenle seçilmiş ve bugün bizi yöneten, başa bakanından, ayağa bakanına kadar tüm zevatın gerçek kimliklerinin artık farkına varın. Aynı zamanda bütün varlığımızın üstüne oturmayı hedefleyen ortak; ama aslında kendilerinin de düşmanı olan emperyalistin, bilhassa(!) bu seriden, yani gerçek Muhammedî olmayan yapay Müslümanları, neden seçmiş olabileceğine de odaklanabilmeniz ve onların maskelerini düşürebilmeniz içindir.

            Tolstoy’un bilemediğini de biz söylemeye çalışalım. Çünkü insan her şeyi bilmeye muktedir değildir, ancak birbirini tamamlar. Her şeyi bilip düşünmüş olmaksa, sadece ön yaratıcıya (Tengri) mahsus bir husustur. Eğitim nedir dersek. Aslında canlı ve maddeyi (ki maddenin de ruhu vardır) belirli çağdaş yasalar ve kurallar kalıbına sokmak işidir. Bırakın her şeyi, içinde oturduğunuz eviniz bile maddenin eğitilmiş bir hali değilmidir? Esasen insanın din ve imana ihtiyacını bile kazanç unsuru haline getiren imansızlar, aynı sebeple onun mekân ihtiyacını bile,  çevresinden solunumu olan yeşil alanlarını kazıyarak yaşanamayacak beton yığınlarına dönüştürmediler mi? Ne ki, insan ve hayvana şekil verirken onu kırmamalısınız. Yoksa bir daha iflah etmez.

            Bizim Atatürk’ümüz de dahi bir önder olarak insanlarını eğitirken kimseyi kırmamıştır. Sadece biçimlendirmeye, onlara sosyal birey kalıbına uygun bir kimlik vermeye çalışmıştır. Şayet kendisine bütün yüce fedakârlığına rağmen, zamanında yapılmaya çalışılan suikastların etkisinde kalıp, çileden çıkan bir tiran olsaydı, fırsatı yakalamışken, bütün asosyallerin belini kırar, neslini bile kuruturdu bu ülkede.
           
            Her insan, bastırılmış hisler ve bükülmüş duygularla dolu bir Pandora kutusudur. Onu iyi tanımak için kapağını kaldırmak gerekir. İşte esas tiran Erdoğan’ın da artık kapağı açılmış ve içinde ki eski hurda yığını ortaya saçılmıştır.
           
                                                                                             
                                                                                              Serendip Altındal



5 Kasım 2013 Salı

SEÇİM ŞAİBELERİ..

            2002 seçimlerinde AKP’nin aldığı oy sayısına, Başbakanın bile inanamadığını söyleyerek, eski bir bilişim profesyoneli olarak seçim sonuçlarında ki, şüphe duyduğum bilgisayar manipülasyonuna dikkat çekip, kuşkularımı dile getirdiğim makalemin üstüne 11 yıl geçmiş. İlişikte mutlaka okumanız umuduyla yolladığım, bir evladımızın konuyu nihayet bir doktora tezi haline getirmiş olduğu araştırma yazısı, bana kıvançtan öte, ülkem adına umut da verdi. Buradan kendisine teşekkürlerimi yolluyorum. Ne var ki aslında ödüllendirilmesi gereken bu ciddi çalışmayı, bizlerden ziyade, şayet ilgisiz kalırlarsa yine taşın altında kalacak olan, belki de ülkenin bölünmesine de neden olacak muhalefet okuyup yorumlamalıdır bence.

            Muhalefet, yüce Atatürk'ün ve Türk Ulusunun, laik 90 yılın mabedine, türbanı sokmaktan, kendisini aslında iktidar yapmayacak bir kaç oy fazlası ummak yerine, ilişikteki seçim şaibelerinden korunma kriterlerini okuyup önlemini alırsa, kendi geleceğini de belki kurtarmış olur. Yoksa sonuç yine hüsran olacaktır ve bu defa gelecek seçimleri görebilecekleri veya bir daha seçim olup olmayacağı bile tartışılır hale gelecektir bu ülkede. Biz bir kere daha altını çizerek hatırlatalım da.

            11 yılda hükümetin yaptığı bütün seçim uyarlamalarına, ilişikte ki yazıda dikkat edilirse, AKP seçimlerde belden aşağı çalışacağının sanki önceden sinyalini vermişken, muhalefetin de derin bir uyku içinde olduğu kendiliğinden anlaşılır. Bu nedenle de hezimetin durumu ve nedeni açıkça ortadadır. Hadi bu defa da almasınlar bakalım seçim önlemlerini. Daha ilk Tandoğan’da ki gelincik mitinginde, avazımız çıktığı kadar “birleşin başka şansınız yok” diye haykırdığımızın üstüne de bir 10 sene geçti. Ne var ki bizim beyler daha yeni uyandılar. Artık bundan sonrasını da paşa gönülleri bilir muhteremlerin, başka da ne diyelim ki, sözün bittiği noktaya gelmişken.

            İlişikte ki tez çalışmasını okuyup üzerinde biraz beyin fırtınası yapacak olursanız, YSK'nın acınacak durumunun yanında, Amerikan güdümlü Mernis projesinin, 11 yıldır çakma seçim galibi AKP ile bize nasıl kan kusturduğu hakkında; belki benim 11 yıldır adım gibi emin olduğum sinsi olgunun, siz de farkına varırsınız. Daha o gün bunların, gerçek oylarının aslında %20 – 23 den yukarıda asla olamayacağını söylemiştim. Sakın ola diğer %50 maskaralığına inanmayın. Öyle ya akıl var, yakın var. Hesap yapmanın yanında, bilgisayarla da neler yapılabileceğini, mesleğimden ötürü hem de çok iyi bilen bir insanım. Hem de bilgi hırsızı Amerikan gerçeği karşımda apaçık sırıtıyorken. Nitekim ilişikte ki kapsamlı araştırmada da göreceğiniz gibi, 11 yıl sonra bile o zaman tespit ettiğim aynı rakamlar telaffuz ediliyor.

            Siz de okuduktan sonra anlayacaksınız. 40 sayfa da olsa lütfen hepsini okuyun.  11 yıl kaybınız olduysa da ne yapalım, zararın neresinden dönseniz o da kârdır. Nihayet öğrenip, anlamış olmak da bir şeydir. Zira bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunamaz. Doğru eğitimin özü de, doğru bilgidir. Yani emperyalistin, işbirlikçi AKP’nin, satın alınmış medyanın, yargının ve cemaatlerin dezenformasyonu değil. Seçim sonrası kuşkularımı NSA, CIA vs. gibi Amerikan milli güvenlik birimlerinin, konu hele bilgi manipülasyonu, olunca neler yapabileceklerini ve mutlaka bağımsız, ülke genelinde milli bir sistem - ki Atatürk bugün yaşasaydı, ilk isteyeceği de bu olurdu -  kullanılmasını kısaca açıklamaya çalıştığım makalemi, seçim sonuçlarını aldığımız gün Sayın Çölaşan’a da yollamıştım.

            Ve aynı bağlamda Microsoft gibi yazılım firmalarının, Amerika’da milli güvenlik ajanlarına lüzum gördükleri her noktaya, şayet PP (noktadan noktaya gizli erişim) bağlantı olanakları sağlamazlarsa, ruhsat bile alamayacaklarını yazmıştım. Kendisi o zaman Hürriyette yazıyordu. Aslında yazımı da cevap beklediğim için değil, sadece toplumu uyarmak için yollamıştım. Herhangi bir cevap alamamış olsam da, kendisinin ve diğerlerinin bugün gecikmeli de olsa, benimle aynı noktada buluşmuş olmaları, yine de memnuniyet vericidir. Demek ki öğrenmenin yaşı yoktur ki ne kadar doğru.

                                                                                                          Serendip Altındal





3 Kasım 2013 Pazar

SARIGÜLE SORULAR..

            Sosyali de, asosyali gibi çocuk masalıdır demokrasinin. Çünkü özellikle de bizim gibi Müslüman ve gelişmekte olan ülkelerde, emperyalistin bir iktidar tramvayından inip, diğerininkine binersin. 1950 den itibaren yaşadığımız demokrasilere dön de bir bak istersen. 1950 de henüz dünyada bile değildin herhalde. Sen çakma demokrasileri bırak. Gel Cumhuriyet ve değişmez tek anayasa deyiver de anlaşalım. Bizim dokumuz ve şartlarımızda 90 yıl önce kurulurken, en yücemizin şaşmaz bir doğruda tespitini yapıp, şu bu partinin – aslı menfaat gurupları - değil, bizatihi halkın yönetimini kafamıza soktuğu gibi. Ki Cumhuriyetimizin ilk 15 yılında ki ekonomi dünya şampiyonluğu, 300 yıllık Osmanlı Kapitülasyon borçlarının son kuruşuna kadar ödenmesi de, bu yüzden ve de apayrı mucizelerdir.
            Ayrıca kendi uçağımıza, Devrim otomuza da binmiştik o dönemde. Ki bunları hala yapamıyoruz kendi adımıza. Şayet bugün emperyalistin sana giydirdiği elbiseye, ellerinden işlerini almaya hazırlandığın seleflerin gibi sen de demokrasi diyorsan, unutma ki o elbisenin içindeyken kendi gölgeniz bile kaybolur. Gölgeniz sandığınız, tepenizde ki emperyalistin kendi gölgesidir. Bırak bunları da, sen ne kadar Kemalist, yani ne kadar bağımsız ve antiemperyalistsin, ondan haber ver Bay Sarıgül.

            İstanbul pastasının AKP’nin masasından çekilip alınmasına hiçbir itirazımız yok; aksine bizden de tam destek. Çünkü bu değişim, AKP den kurtulmanın da ilk şartıdır. Bunun yazılı garantisini dahi verebiliriz. Ne var ki acaba bu yeter mi? Zira belediye seçim sandığına rey atarken bile, sorumluluk taşıyan her seçmen vatandaşın sorması gereken sorular vardır. Hele de bir CHP adayına soru soran, Kemalist CHP’li kimliği taşıyan - yenici sahtelerinden değil - bir vatandaş ise.

            Soru 1) Her şeyden önce Kemalist'misin?

                     2) Gerçekten antiemperyalist bir kimlikle görevi taşıyabilecek misin?
                                  
            Önümüzde ki  - yerel, genel fark etmez - seçimlerde, yeni Türkiye masalıyla yüce Atatürk'ün 90 yıl dimdik ayakta kalmış mucizevî laik Cumhuriyetini, çağların gerisine taşımaya kararlı emperyalist ajanlarıyla aramızda, muhtemel bir devri teslim yaşanacaktır. Şimdi geriye kalan son iki sorumuzu da soralım o zaman Sarıgül kardeş.

            Soru 3) Muhtemel sabıklardan bizim için müktesebat olan teslimatı almaya ne                          kadar hazırsın. Veya sahiden hazırmısın?

                     4) Yakamızdan düşmeyecek olan küreselci rant mafyasıyla ilişkin ne
                         düzeyde olacaktır. Yani bağımlı mı, bağımsız mı?

            Tam da askerimiz pasifize edilirken, emperyalistin Ticani lejyoner temelli yeni Haçlı ordusunun, son darbeyi vurmak üzere yurdumuzu sinsice işgal ettiği bu günlerde, konular derinleşti ve zannedersem senin için de cevaplar ağırlaştı. Bu hayati konuların, aslında bir politikacıdan ziyade, ancak bir devlet adamının, herhangi yanlış anlamaya gerek bırakmayacak bir şeffaflıkta cevaplayabileceği sorular olduğunu biliyorum.
            Aslında toplum önünde verilecek açık ve ikna edici cevaplar, Sarıgül kimliğinin, klasik sinik politikacı veya bağımsız devlet adamlığı özelliğini de ortaya koyacaktır sanıyorum. Ve şayet bu sorulardan sınıf atlayabilirsen, bil ki sadece CHP bünyesinde değil; ama bütün vatan sathında da baş üstünde olursun kardeş. Çünkü Türk ulusu muhteşem tarihinde olduğu gibi her zaman kendinden olan helal süt emmiş adam evladı liderlerin kıymetini bilmiş ve bilecektir.

            Ne yaparsın, ben kendi adıma umut arayan ve teselli bulmaya çalışan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Hele de bu günlerde, Cumhuriyet düşmanlarına, bölücü ve kardeş kasabı, vatan haini emperyalist ajanlarına, kafayı fena halde takmış bulunuyorum. Ve tüm kendim gibiler gibi sorumluluk sahibi bir SEÇMENİM de neticede, SIÇMAN  değil. Mademki CHP’nin altı okuyla önümüzdeki seçimlere soyunuyorsun; belediyeci olduğun halde bir parti lideri gibi de yurt gezileri tertipliyorsun(!) tutkun bir Kemalist ve ilk günden beri CHP seçmeni olarak, yukarıdaki açık sorularıma da, açık cevap beklerim. Ona göre hoş gör, Sayın Sarıgül kardeşim...

                                                                                 
                                                                                  Serendip Altındal