24 Haziran 2013 Pazartesi

YENİ HOLOKOST'LAR..

Tayyip Erdoğan ve şürekâsı gibi adam tiplerini dinlerken, asla neyi söylediklerine değil, aslında neyi söylemediklerine bakılması gerekir. Çünkü bu gibilerin, ağızlarından çıkan söylemlerin yüzde yetmişi sanal gerçek, geri kalanı da yaratıcı ve bilgi sahibi olmadıkları nedeniyle de, intihal (kendine mal etme), alıntı veya en bilimsel argümanı bile, kendi savıyla devşirerek yansıtma olarak algılanmalıdır. Yani bir raket gibi, al topunu geri misali. Bu olasılıkta ise, duvara çarpan top durumuna düşmemeniz tavsiye edilir ancak.
Başka da bir becerisi yoktur bu tiplerin aslında. Bu tarz bir psikoloji, doğal olarak da sıkıştığında, kaba kuvvete müracaat edecektir hiç kuşkusuz. Yalnız bunu da kılıfına uydurması gerektiğini çok iyi bildiğinden, haklı çıkmak adına, vazgeçilmez silahı olan provokasyona müracaat edecektir haliyle. Ki son günlerde, duruş(!) haklarımızı bile kullanırken yaşadıklarımız, bu tespiti de doğruluyor.
Dolayısıyla böyle günlük yaşayan insan tiplemesiyle, hiçbir ortak payda oluşturamaz, nedeniyle de akıllı hiçbir pozitif sosyal işlem veya kamu yararına saygın bir eylem gerçekleştiremezsiniz. Bu gibiler için önemli olan sadece, kendilerinin olduğunu sandıkları ve egosantrik benmerkezlerinin etrafında dönmekte olan dış dünyalarıdır. Ve bu dünyada size yer yoktur bilmiş olun. Zannedersem bunu da 11 sene sonra herhalde artık öğrenmiş bulunuyorsunuz.
Nihayet yurdun her yöresinde ayağa kalkan yüzbinler çığ gibi çoğalırken, Tayyipler takımı da sıkılmış kartopları gibi eriyerek çığla birleşiyorlar. Erdoğan’ın bu resmi iyi okuması ve iyi de empati oluşturması gerekiyor, yakın geleceğinde ki hali pür melaline. Ya işte böyle Erdoğan kardeş! Demek ki taşıma yandaşla olmuyormuş bu işler, bizim ki gibi yürekten gelmeli ve önce de ata yüreği taşımalıymış vatandaş dediğin.
İşte konuya neresinden baksanız, aslında elimine edilmesi gereken böylesi insan tiplerini ciddiye almanın abesle iştigal olduğunu anlarsınız neticede. Ne var ki, bunların konuşmalarından, yazılarından, bültenlerinden yapılacak iyi bir analiz, sakladıkları gerçekleri ve asal niyetlerini de ortaya çıkartır aslında. Sözün özü; bu tiplerin yazılarının daha başlığını bile okurken, neyi söylemeyecek veya saptıracak olduklarını derhal anlamanız mümkündür. İşin püf yanı da budur zaten.

Son günlerde yine pelesenk haline gelen, üstünde sayısız yazılar yazdığımız, çizdiğimiz, piramidin tepesinde ki Bilderberg, Trilateral vs. gibi okültik küresel sermaye çevrelerine endeksli konular, neredeyse Başbakanın bile gündemi haline geldi. Oysaki bu emperyalist sermaye çevrelerinin (faiz babalarının) şu anda ülkemizde ki, hala vazgeçilmez elemanıdır kendileri. O halde, sizce ne yapmaya çalışıyor, kimi kandırmaya kalkıyor dersiniz.
Yoksa farklı gündemlerle tansiyonu indirgeyip zamana yayarak, beraberce soygun düzeninde, uzatmaları mı oynamak istiyorlar acaba? Hele milli uyanışa dışardan sebep ararken, başımızda ki kendi dış kaynaklı mevcudiyetini bile, bizi keriz yerine koyarcasına yok farz eden ansızlığına ne demeli? İşte muhteremin bu en son numarası bile, yukarda ki psişik imaj tasviriyle cuk oturmuyor mu?

Bu aralarda Beyaz Türk Yahudileri ve diğer renkliler daha sık gidip gelmeye başladılar Birleşik Devletlere. Anlaşılan her biri Yahudi lobilerinde, kendi metasını oluşturmak istiyor. Ama biz sadece bizden olana (Türk Yahudileri) bakar, onu himaye ederiz. Herhalde bu kadar tecrübeden sonra, yine yılanı koynumuza alacak halimiz yok.  Klasik emperyalist Global sermayenin sadece Siyonist patronlara fatura edilmesi, işin altında ki diğer ayağı olan Masonların unutturulmasını mı betimliyor.
Yoksa usta bir manevrayla aradan sıyrılıp, her şeyi Siyonistlere (Yahudiler), mal edip dünya genelinde yeni Holokost’ları çağrıştırırken de Masonlar (isimsizler), acaba dünyayı sadece kendilerine mi ayırmak istiyorlar. İstisnaları hariç, genelde inancı gereği doyumlu olmadığı için – ırkçılık değil, sadece tarihsel tespittir - , bütün mekanlarından katliamlarla kovularak vatansızlığa adanmış Yahudi kimliğini, kendi savlarında mı kullanmak istiyorlar acaba? Son günlerde her şey yazılıp çiziliyor; ama bu konu nedense yer almıyor aralarında.
Ayrıca Başbakanın ağzından nasıl ki Türk adını hiç duymadıysak, Siyonist veya Mason lafı ettiğini de hiç duymadık, ne hikmetse. Bunlar tabu konuları anlaşılan. Esasen neden edemeyeceğini de artık saka kuşları bile biliyor bu ülkenin. Yalnız bilinen gerçek ise; bu gidişin iyi gidiş olmadığı, sonunun yakın ve de kanlı biteceğidir. Toplam dünya gelirlerinin yüzde yirmilerini, oturduğu yerden istifleyen bir azınlığın – ki ister Siyonist, ister Mason hiç fark etmez – hala doymadığı bir dünya, bu azınlığın dışında kalan ve çoğu sıkıntı çeken diğer dünya vatandaşlarının – ki Yahudi veya neyse o da fark etmez – HİÇ İŞİNE GELMEZ…
Liberal demokrasi yaftası altında vatandaş sömürüsünün, en yoğun (Siyonist/Mason) merkezi olan Birleşik Devletlerde de, şayet yakında Taksim rüzgârları esmeye başlar ve Amerikan halkları’nın kimi piyano çalmaya, kimi step yapmaya, kimi de amuda kalkmaya vs. başlarsa, artık şaşırmamak gerekecektir. Birisi Taksim olaylarının dış kaynaklı olduğunu söylerken pek de haksız değildi aslında.
Ama bir fakla ve bu farkın, emperyalist sömürünün artık yeter dedirttiği ve milli kaynaklarına kadar hortumladığı Türk Halkının, milli devrim antetli devinim diyalektiği olduğunu anlayamamıştır hazret. İşte vatandaşların, özellikle de bizden birileri olan; ama Siyonist olmayan Yahudi vatandaşlarımızın tufaya gelmemeleri ve konuya bir de bu gözlükle bakmaları akılcılık olacaktır. 

Serendip Altındal



17 Haziran 2013 Pazartesi

PARAZİT MESELESİ..

Bu yazı, içinde olay, mekân, zaman ve isimlerin yer almayacağı, tamamiyle düz, sıradan bir yazıdır. Yani içeriğini, okuyucunun kendi yorumuna ve yapboz yeteneğine bırakmaya çalışacağım.

            Çevreye baktığımızda, ilk gözümüze çarpan, nefes aldığımız, yaşamaya çalıştığımız ve bize en yakın çevrenin, önce yeşil olup olmadığıdır. Daha doğrusu, bakan çevredir bize aslında. Çünkü dünyanın en gelişmiş metropolünde bile geziniyor olsak, beton yığınları, asfalt, tekerleği bulana bile lanet okutturan bir tekerlekli teneke karmaşası, çöp, mazot kokuları, insan kalabalığı, gürültü kirliliği vs. arasında, kendimizi yoğun bir baskı altında ezilmiş ve kısa bir süre sonra da fiziksel ve ruhsal yorgunluktan, adeta dayak yemiş gibi hissederiz. Bir de kuş cıvıltıları, rengârenk çiçekler ve yeşilin her tonunu sergileyen özenle yapılmış bir parkta veya bahçede dolaştığımızı düşünürsek; her halde burada, en iyi tasviri okur bizatihen yaparsa, daha doğru olacaktır.
            Çevremiz şayet yeşil değil ise, biliriz ki oraya insan adlı şeytan-tanrı eli çoktan değmiştir. Çünkü insanoğlu dışında hiçbir canlı veya güç, doğayı yeşil olmaktan alıkoyamaz. Bu doğanın olmazsa olmaz kuralıdır. Yani sadece şaşkın beşer doğayı eşer. Bu durumu bildiğimizden de, Allah bu yeşilimizi korusun demez miyiz zaten.
            Yeşil (bitki) derken; yeşilin de kendi türleriyle yaptığı bir hayat mücadelesi vardır esasen. İşin bu tarafını bilmeyiz ya da üstünde hiç kafa yormayız. Netice de yeşil vardır ya! Ama nasıl vardır. Mesela zararsız görünen, kendi halinde yaşadığı sanılan bir ayrık otu bile, bitkisel çevresi için acımasız bir asalaktır aslında. Şayet çevresine yayılmasını kontrol altına almazsanız, çevresinde ki bütün bitkilerin köklerine sarılarak, kendisi dışında hepsini kurutabilir. Dikkat edilsin ki, ayrık otu bile kendi türüne zarar vermez. Hani diğer parazitlere de ibret olsun. Ne var ki kendisi de yeşildir, arsızdır, müşkülpesent değildir ve bakım da istemez. Bahçenizi de çok kısa zamanda bedavaya yemyeşil yapabilir de ayrıca.
            Benim de yaptığım gibi, emekli olduktan sonra zorunlu olarak, pahalı ve bakımı zor olan çimin yerine, doğanın beleşi ayrık otunu tercih ediyorum artık. Diğer bitkilerin de köklerini arada sırada ayrıktan temizleyip havalandırdıktan ve ayrığı da uzadıkça tıraşladıktan sonra, komşular bile benim bedava bahçeye gıpta etmeye başladılar. Oysa emekli olmadan önce, çok paralar vermiştim bahçe bakımına, hem de o zaman henüz oturmadığım evin aylık bahçıvan ücreti de hariç. Şimdiyse insanoğlunun elinden, gerektiğinde ayrığın bile kurtulamayacağını, bizatihi tecrübemle öğrendim.

            Şimdi gelelim konunun, yeşili ve kadim yaşamı deşen şeytan-tanrı kısmına; bitkilerin ve hayvanların her ne kadar azınlık ta olsalar, diğer türlerine zarar veren, onların yaşamasına hayat hakkı tanımayan cinsleri nasıl ki varsa, insanoğlunun da kendinden olmayanların yaşam hakkını yok farz eden, başkalarının haklarını her türüyle elimine eden, benmerkezci, megaloman, sapkın ve cinsi bozuk olanları da vardır. İşte bu gibilerin var olduğu ortamlarda, sıra dışı olmayan ve çoğunluğu teşkil eden normallerin, yaşayabilmelerinin tek çıkış yolu, her türlü böylesi asosyal human türünü, kendi selametleri adına kontrol altına almak, olmuyorsa da elimine etmekten geçer.
Mesela Dünya sağlığını tehlikeye sokan yeni bir mikrop türü, nasıl evrensel afet kabul edilerek, evrensel mücadele alanına taşınıyorsa, asosyal insan türleri de aynı tehlikeyi yarattığından, aynı şekilde mütalaa edilmeli ve küllen telef edilecekler listesine alınmalıdırlar. Başka da kurtuluşu yoktur sağlıklı ve normal insan huzurunun – ki normal olanlar dünya nüfusunun tamamına yakınıdır - inanın. Ve şayet normal çoğunluk olan insan türü hışımla ve “yettin artık” sloganıyla ayağa kalkarsa, karşısında hangi azınlık asosyal güç, vaktaki orduları bile olsa ayakta kalabilir ki.

Şimdi burada, yazı bitmeden gelen kıramayacağım bir istek üzerine, yakın çevreden bir misal vermeden geçemeyeceğim, hoş görün. Ne istediğini bilen 100 hatta 50 kadar, çakı gibi genç insan, diğer arkadaşları üniformalı safcanları oyalarken, sudan başka, zararlı atıklarda püskürten, bir Toma’nın yan tarafından asılıp kaldırsalar ve onu yerle bir etseler, acaba ne olurdu. O zaman ordudan yardım istemek zorunda kalırdın, iyi de olurdu. İşte o vakit sen de biterdin. Çünkü gerçek ordunun olduğu yerde, ne gaz bomban ne de Toman işleyebilirdi. İçişlerine bağlı, polisin araç ve gereçleriyle donanımlı jandarma birliği ise, sivilleştirilmesi nedeniyle artık ordu malı değildir ve ordudan tenzih edilmelidir.
Daha da ötesi on binler gözünü karartıp sayıları belli on buçuk safcanın üstüne yürüse, onları ayakları altına alsa, acaba nice olurdu kendileri de vatan evladı olan, o üniformalı diğer oğlanların hali. Ki o hızla meclisi bile basmaları an meselesi olurdu. Tarihte bunun çok emsali vardır. İşte asıl mesele de budur, aslında birilerinin göz ardı ettiği. Bu gidişle, yakında bu da yaşanacaktır, biz uyaralım da. Zira bu güzel yurdu karabasan gibi sarmış asosyallere karşın, çoktan gelmesi gereken ihtilal, artık yola çıkmıştır ve doğası gereği de önce kendi evlatlarını yemeye başlayacaktır.

Çünkü Yurtta sulh, cihanda sulh – Mustafa Kemal ve telef edilmesi elzem hale gelmiş parazit meselesidir artık bu işin de göbek adı…

       Serendip Altındal


14 Haziran 2013 Cuma

EKŞİ AYRAN..

Erdoğan müphemiyle başlayan ve bugünleri tetikleyen olayların gelişmesinin, perde arkası aktörü emperyalist Batılı, olaylar ülkemizde beklediği gibi gelişmeyip, Türkler yine sağ gösterip solu çakınca, ne olur ne olmaz diyerek, tekrar çark etmek zorunda kaldı. Birdenbire de anti Tayyipçi kesiliverdi. Anlayacağınız, 'hani yersen endeksli' tipik Batılı emperyalist geleneği bunun adı. Yani tavşana kaç, tazıya tut hesabı. Ruhunu ezberledik bu heriflerin artık. Mesela, bugün bazı naif ulusalcılarımızın bile sitayişle bahsettiği CNN adlı yayın kurumunun Batı yakası profili ile Doğu yakası arasında bile gece, gündüz farkı vardır. Batı yakasında ki nasıl demokrat, insan hakçısı oluyorsa, doğudaki kardeşi o nispette, emperyalist doğası gereği, Tayyipçi veya her hangi kimseci, bir oligark kesilebilir bir anda.
Bir başka misal olarak da, Kılıçdaroğlu’nu, ‘sırf bizim Tayyip Sultana, Esad’a benziyor, dediği için’ küçük aklınca refüze ettiğini sanan Swoboda (bir de adı özgürlükmüş hazretin) gösterilebilir. Şimdi de asal geleneğine uyarak kalktı, belki yersiniz diye ateşli bir anti Tayyipçi(!) kesiliverdi. Nereden baksanız güvenilemez adamlardır bunlar, tıpkı yarattıkları megaloman ve demokratın D si bile olmayan, besleme Başbakanları gibi. Adamlar sütten çıkma ak kaşık. Sanki de midemizi kabartan bu sulu, ekşimiş ayranı kendileri yaratmamışlar gibi, kıvırıp duruyorlar işte. Onların azınlıkta kalan objektif ve tarafsız gerçek aydınları dışındakileri, ciddiye almaya değmez.
Sözün özü ise; Batı, Batıya söz geçiremiyor görüntüsünde bir ikili oyun. Kılıfı da hemen hazırda bekliyor. Yaftası da insan hakları, fikir özgürlüğü ve demokrasi aldatmacası. Şayet bizim durumumuza düştükleri veya düşeceklerini hissettikleri anda, bakın bakalım bu meşhur demokratik(!) hakların hangisi kalıyor ortada. Arayın ki bulasınız(!) Tarih ne için var.

Koruma ordusunun arkasına saklanarak, dayılık yapmak kolaydır Erdoğan. Kendi yerine o taburun arkasına, yeni bitme küçük bir zamaneyi bile koysan, bil ki sana bile yabancı bir dayılığın feriştahını ortaya koyar ve inan sana bile ders verirdi. Hiç kuşkun olmasın. Senin yerinde olsam, korumasız ve tek başıma, o has vatan evlatlarının arasına karışır, kürsülerden bindirilmiş kıtalarıma sallamak yerine, o gerçek Türk evlatlarının yüzüne karşı sallardım sallayacaklarımı. Ama bu sana hiç uymazdı herhalde, sahibi olduğun Potamya malı eşyanın tabiatı nedeniyle. Verilen çok açık mesajları bile anlayamadığına göre, çocukluğunda ciddi bir rahatsızlık geçirmiş olmalısın herhalde.
Hatta yerinde olsam, kankam Gül’ü de zorla yanıma katar, onun da, bu toprakların gerçek evlatlarından, kendin gibi hızlandırılmış, dinamik bir eğitim almasını sağlardım. Ki bizatihen silkelenmeye çok ihtiyacı var onun. Hatta Arınç bile ‘birileri bizi silkelemeli’ derken, belki de öncelikle Gül’ü kastediyordu muhtemelen. Çünkü acz ve çaresizliğinden, özgüven eksikliğinden, suyun başında oturduğu halde, kendi adına bile karar veremiyor zavallı. Bana sorarsan, aslında gerginliğin ana nedeni de odur. Çünkü kendisi değil cumhurun başı, üstünde oturduğu membaın musluğu bile olamaz.
Hani sunduğun bir matah olsa neyse. Mesela hiç olmazsa rakı olsa iki fırt alıp neşesini bulurdu insan. Akşamcı bile olmasa bedava rakı var diye herkes toplanırdı çevrene, seni dinlemese de. Sen ekşimiş ayranını et kime ikram edersen, hepsi senin olsun. Biz, arkamdaki Hacı dayım, babam sağ olsun diyebilenlerden değiliz. Bu milletin geri kalan ¾' üyüz. Akşamcı bile değiliz üstelik. Bayramdan bayrama iki fırt alıyorduk, hepsi bu. Sayende şimdi ona da dürbün kurduk. Tüm varımızı yok’a çevirdin. Sende tez elden yok olursun İnşallah. Arada sırada bir gıdım keyfi vardı garibin, onu bile çok gördün ulan tayıncı.

            Kaldıysan ırak aslan sütünden ahbap
            Oluyorsan ekşi ayranla mayhoş
            Etme kendini daha fazla harap
            Bil ki sırada bayramın da var
            Uyan artık be bayramlık sarhoş

            Sense otur oturduğun yerde
            Adamın kafasını daha fazla attırma
            Attırıp da özüne gamota
            Hayyama da ağıt yaktırma…
           
Ya da daha doğrusu bırak milleti germeyi, git Güney Doğuya, al arkana bölücü Kürt cemaatini, sen en iyisi onların Başbakanı ol. Düş bu milletin yakasından artık. İstenmiyorsun işte, bu kadar da ansız olunmaz ki. Ayrıca arkadaşlarının da başına sonunda büyük dertler açacaksın. Çünkü sen toz olunca, fatura onlara yazılacak. Gittiğin yerde, hiç olmazsa istediğin gibi bir cephe oluşturur, kinini de açıkça ortaya kusar, içini dökersin ve belki de seni bu kadar tahammül edilmez yapan, huzursuz eden çocukluk komplekslerinden de kurtulursun kimbilir. Nasıl olsa tramvayın da son istasyona geldi artık. Şimdi inme zamanıdır. Öyle ya kaybedecek neyin kaldı ki. Bir dene istersen bunu, bakarsın belki faydası da olur sana, ne dersin.

Bu arada hatırlatmak gerekirse; beğenmediğin Kılıçdaroğlu, sana ‘halkın içine korumasız gir de söyle söyleyeceklerini’ betimli tavsiyemi yapardı işte. Yiğidi öldür ama hakkını yeme. Gidemez dediğin, Güney Doğuda yaptığı gibi. Herhalde, Halkı’nın içinde nasıl tek tabanca dolaştığını, hepimiz gibi, sende mutlaka görmüş olmalısın. Ne var ki, bunu da bütün işine gelmeyenlerle birlikte, çabuk unuttuğun anlaşılıyor.


Serendip Altındal



8 Haziran 2013 Cumartesi

BEKLEYEN TEHLİKE..

            Bizimki, seyahatinden döndü. Misyonerliği nedeniyle, ahlakiyesinde herhangi bir sapma olmaması gerekiyordu. Beklediğim gibi de buldum. Yani Padişah efendimiz, bıraktığı noktadan aynen yola devam mesajını verdi. Hala aranızda, şahsında bir değişiklik olacağına inanan safdil kaldı mı bilemem. Ama onun kişiliğinde yeni bir Erdoğan aramak, eşyanın doğasına aykırı olurdu. Ne var ki, toplumu bir arada tutmak bağlamında, tansiyon düşürücü, gerginliği azaltıcı bir uslup takınmak zorundaydı – malum emir komuta zinciri – ki, bu görevini de başarılı bir aktör edasıyla yerine getirerek, profesyonel bir artist olabileceğine beni bile ikna etti. Bu konuda gerçekten yetenek var adamda.
Değişen devrandan yakasını kurtarırsa, Holivuta gidip meslek değiştirebilir aslında, Obamaya bir çıtlatsa yeter, bunu ciddi olarak bir düşünsün. Çünkü Başbakanlık ona göre değil; ama artistliği iyi yapar doğrusu. Yani Erdoğan, bildiğiniz gibi basit, anti milli, şeriatçı, şirazesinden çıkmış ve patronu olan global faiz tefecilerinin kendisine biçtiği göreve aynen devam ediyor. İtibar edilir, güven veren, her partide bulunması gereken profesyonel bir siyasetçi tipi ise asla değil. Balonu delindi artık, siz salladığına bakmayın. Dedikya, adam sadece iyi bir artist fakat içi kof. Ve birilerinin Başbakanlık dediği; ama aslında yaptığı işin adını siz koyun. Bana göre, böyle bir siyasetçi müsvettesi hakkında, söylenmesi gereken bundan fazla da bir şey olmamalı.

            Hacı Fetullah hazretleri - pardon hacı da olamıyordu sahi o -; ama nasıl olsa Vatikandan alacağı icazetle doktor-hacı(!) bile olabilir, hiç sorun değil. Yüksek(!) makamlarından lütuf buyurup dünyayı bile, yaratıcılığı, espri anlayışı, erdemliliği ve yüksek gururuyla etkileyip, harekete geçiren gençliğimizi, çok şükür ki sadece çürümekle itham etmiş efendilerimiz. Ee doğrudur. Atatürk gençliği kendisinin göbeğini üflediği gençliğe benzemeyecektir hiç şüphesiz.

            Sattığın din iman
            Yat uzan
            Yattığın yerde kazan

            Dönemi bitti artık hoca efendi. Atatürkün bu en çağdaş, Ehli Beyt aynı zamanda da en seküler yeni torunlarını iğfal edebilmek mümkün değildir artık. Çünkü onlar kendilerinden çok emin ve ne istediklerini de herkesden iyi biliyorlar. Ayrıca sizlerin eksik yanlarınız da onların artıları, haberiniz olsun. Dün akşam içlerindeydim. Birbirinden yaratıcı sloganlarını, şarkı ve söylemlerini dinledikçe gözlerim yaşardı. Onlarla gurur duydum. Hatta bugünlere kadar rötar yapan duyarsızlıklarını sorguladığım için de kendime sitem ettim.
        Ne var ki onlara hep güveniyordum ve asla da ümitsiz kalmamıştım. Bu da tarafıma bir artı yazardı belki. Bu çocuklar kimsenin diniyle, imanıyla uğraşmıyorlar sizler gibi. Bütün istedikleri kendilerininkiyle de uğraşılmaması, özgürlüklerinin, vatan müktesebatlarının emperyaliste peşkeş çekilmemesi ve Türk milletine yakışan bağımsız, özgür, kalkınmış bir ülkeyi yaşatabilmenin tek reçetesi olan yüce Atatürk'ün ilkeler mirasına da sonuna kadar sahip çıkılması. Çünkü kendileri de ilkeli, erdemli, ahde vefa sahibi. Tıpkı sevgili anne ve babaları, büyük anneleri ve dedeleri gibi de kuvayi milliyeci.
        Hoca efendi tut Erdoğanın elinden ve onlardan birileri gibi korumasız olarak girin aralarına, korkmayın size zarar vermezler. O çocukların hiç kimseye zararları dokunmaz ki. Ne var ki, artık maneviyatlarını, tanrılarını bile gasp etmeye kalkanlara hiç tahammülleri yok ve siz onları dinlemek zorunda kalırdınız sadece, işte hepsi de bu. Hatta içinizden, kayıpları oynayan kendi özünüzü bile, yedi düvele karşı böylesine bir Atatürk öz güveni ve gururuyla savunan bu güzelim gençlerin, birer birer gözlerinden, o temiz alınlarından, sizde benim gibi öpmek isteyecektiniz belki. Neden olmasın. Mualifte olsanız neticede sizlerde insansınız ve sizinde duygularınız var.

            Erdoğan’ın çapulcuları, Fetullahın çürükleri; ama Türk Milletinin medarı iftiharı olan bu aziz gençliğin göbeğini iyi ki kendisi kesmemiş. O zaman bırakın çürümeyi kokuşurlardı da üstelik. Hele de ilkokul terk Prof. Dr. titri ve yarım aklıyla, bizim çağdaş dünya vatandaşı üniversite gençliğimizi, kendi ruhban okullarında eğitmeye de kalkınca, insanın alnından öpesi(!) geliyor mübareğin.
Bu çocukların, hiç olmazsa tatları var ve günlerdir içinde bulundukları koşturmacadan, terleri de belki biraz ekşi kokuyor, hepsi bu; ama hiç unutulmasın ki, bizim sevgili çürük çapulcularımız, kolkola gelip kafamıza eden Erdoğanla, Fetullah ikilisini, belki de düşman kardeşler olarak; ama yine birlikte yolcu edeceklerdir. Hoca hiç merak etmesin. Demek ki kendileri gibi helal süt emmiş, elleri öpülesi anne ve babaları da varmış bu çocukların ve onları kimse hesaba katmıyor. Erdoğan efendi ve cemaati, oldu olacak evde sakladığı şu yüzde elliyi de sokağa salıverse de, dünya ile birlikte bizler de bir görebilsek Recebin martinisini. Heyulasında ürettiği rakamın gerçek cesametini.
           
            Dünya finansmanını yönettiği söylenen, Bilderberg adlı seçkin tefeciler Mafyasının (para satıcıları klübü), çok saygın(!) elit üyeleri, bugünlerde biraraya geldiler veya gelecekler. Bunların yapacağı müthiş(!) ve bizi de çok yakından ilgilendiren toplantıdan, bir numaralı gündem olan Türkiyemiz konusunda, yeni paradigmal kararlar ve emrivakilerin çıkacağını, her aklı başında gözlemci tahmin edebilir. Erdoğan’a devam vaya tamam kararı da, aralarında oluşturdukları gizli genelgenin tutanağı içinde, hiç kuşkusuz yerini alacaktır.
Ondan sonra da, göstermelik bir ikisinin dışında, başka da siyasiyi bulaştırmadan, yeni kararları uygulamak üzere, artık top kendilerine atılan, CIA, NSA vs. gibi sivil uluslararası tetikçilerinin yanısıra, Pentagon da yine devreye girecektir. Ne yaparsınız onların dünyası böyle işliyor. Yani bütün ince ayarlara rağmen, sonuçta zor kullanmadan ulusların soyulamıyacağı, en iyi bildikleri tek iş oluyor neticede.

            Kendisinin bu konulara fazla akıl erdiremediği bilinen Erdoğan, danışmanlarınca uyarılıp kulağı çekildikten sonra, son gelişmeler üzerine yaptığı ilk konuşmada, kendisini, baştan aşağı fiyasko olan, gülünesi bir havarilikle(!) kucaklayan ön ayarlı motorize robotlarına hitap ederken, bir yandan bizim kaliteli gençliği mumla aratırken, diğer yanda, aslında gelinim sen duy misali, usta bir aktör imajıyla nasıl bir rol üstlendiğini, herhalde hepiniz gördünüz. Yoksa islim üstünde, efkârı burnunda bir Erdoğan külhanının, badi gartlarından aldığı güçle(!), hem de kendi robotlarının önünde nasıl gazlayacağını, tahmin etmek zor değildi. Ne ki, bunu yapamazdı işte.
            Şayet kafasına takılıp bunu yapmaya kalksaydı, global tefeci patronları, hemen ipini çekip B planlarını devreye sokarlardı. Hiç kuşkunuz olmasın. Ama günleri yine sayılıdır. Çünkü son kullanılma tarihini çoktan aşmıştır kendileri. Hem de üstüne oynayanlar, asla daha fazla riske girip, Türk Milletini karşılarına almak istemezler inanın. Ve alternatifi bile hazırdır hiç marak etmeyin.
            Şayet kendi kafasına göre davransaydı, gerçi kendisi ve avenesinden çok daha önce kurtulunmuş olunurdu; amma velakin Türk milleti, oynanan oyunun farkına varamadan, ve sevincinin mahmurluğundan ayılamadan, ustaca hazırlanmış B planına göre, sözde milli bir hükümet programı önünde birdenbire buluverirdi kendisini. Ve timsah gözyaşları döken global tefecilerin sıcak para kapanına bir kere daha düşerek, kurtarıcı sandığı yeni ve başka renkte bir uluslararası sömürü düzeninin bizatihi tetikçisi de olurdu.
Ondan sonra da, total bağımsızlık, Senyoraj hakları, milli ekonomi kavramları vs. hayalleri süsleyen tatlı rüyalar olarak kalırdı. Yine boşuna akacak ve bizi uyutup, Senyoraj hakkımızı gasp edecek, milli emeğimizi hortumlayacak, kalkınmamızı durduracak, boşuna kaybedilecek uzun yıllar olurdu önümüzde. Oysa boşuna harcayacağı ne vakti ne de global tefeci faizine peşkeş çekilecek emeği kalmıştır artık, Türk Ulusunun.

            Su uyur düşman uyumaz gerçeğinden de baktığımızda bu tehlikenin hep  önümüzde durduğunu görüyoruz. O halde mümkün olduğu en acil sürede yapılması gerekenler sırasıyla; tarihi ağaçların ağlayarak yardım çağırdığı ve bu çağrıya koşan gençliğin lideri olduğu milli uyanışı iyi değerlendirmek (ama liberalist faizci perspektifiyle değil), Erdoğan ve hükümetinden, milli bir koalisyonla (ki başka da yolu yoktur) biran evvel kurtulmak, sonra da aceleye getirmeden, geçici bir milli birlik hükümeti Kurmaktır. Ancak bu geçici devlet, anayasa ve bağımsız yargı aracıyla devriklerle eski hesapları kapatıp, manipülasyonsuz seçim güvenliğini sağladıktan sonra da, ortak bir konsensüsle genel seçim terminini oluşturmalıdır.
Bu arada Milli Birlik hükümeti’nin yapacağı en akılcı ve olmazsa olmaz ilk iş, tüm sıcak para musluklarını tıkayarak ve sinsi sömürgeci kapitalinin yolunu kapayarak, bağımsız milli ekonomiye geçmek olacaktır. Bu görev de onurla ifa edildikten sonra ancak, seçimlere gidilmelidir. Şayet milli birlik hükümetinin iktidar süresi uzarsa, devrimin yeniden sulanması(!) tehlikesi de kaçınılmaz olacağından, bu sürenin de çok itidalli planlanması gerekmektedir.

Erdoğan ve hükümetinden kurtulduktan sonra bile, ufukta bizi bekleyen tehlikenin farkında olursak ve hep uyanık kalırsak ancak, güneşimizin parlayacağını da asla unutmamak zorundayız. Gelecek aydınlık günlerimiz hepimize hayırlı olsun. Günün aymazlarına bile, ilerde nasıl olsa onların da akılları başlarına gelecektir. Öyle ya ilgisiz denilen ve ciddiye alınmayan Internet gençliğinin, ne kadar ciddi, ahde vefa sahibi vatan evlatları ve kader takipçileri olduklarını kim tahmin edebilirdi ki. Daha tahmin edemediğimiz nelerimiz de vardır kimbilir. Türk Milleti bu, doğası gereği, önceden ne yapacağı, nereden çakacağı asla kestirilemez.

Serendip Altındal


4 Haziran 2013 Salı

DEVRİMİ ANLAMAK..

Atatürk gençliği ağırlıklı Türk milleti, imanla beklediğim gibi, kendisini sömürgeciye pazarlamaya kalkanlara karşı, nihayet ayaklanmış ve bu eylemiyle de dünya milletleri standında, tartışmasız bir numara olduğunu, bütün dünyaya bir kere daha göstermiştir. Hatta orantısız güç kullanan polisin her türlü engeline ve bizatihi provokasyonlarına rağmen, sokakları bile elbirliğiyle temizleyerek, aynı zamanda çevreci olduklarını da göstermişlerdir. İşte bu da bir ilktir dünyada. Emsali varsa göstersinler bakalım.

            Ağır provakatör Erdoğanın tetikçiliğiyle baş rolü oynadığı ve tüm Türkiyeye yayılan olaylar zinciri, aynı bağlamda Erdoğan egosunun yok etmekte kararlı olduğu AKP için de sonun başlangıcı olmuştur. Esasen bu davranışıyla da kendisini AKP tabanından da soyutlayarak, tamamiyle patronu olan Amerikan sermayesinin emrinde olduğunu, tartışmasız bir şekilde ortaya bir daha koymuştur.
Kimseye zararı dokunmayan, özgür bireyler olarak anavatanlarında, okumak, çalışmak, spor yapmak, takım tutmak, dans etmek, arkadaş olmak, aile kurmak isteyen erdemli; ama sapına kadar da ahde vefa yüklü, adam gibi Türk evlatlarını, onlardan bir tanesi olamadığın psikozunla alıştıra alıştıra, sonunda kendine kindar hale getirdin. Bravo, tek becerin de bu oldu işte. Şimdi de bedelini ödeyeceksin!. Ve unutma ki o helal süt emmiş Atatürk evlatlarının büyük anneleri, dedeleri daha sahaya inmedi. Bir de onları karşına alma derim ben. Aferin Erdoğan doğru yoldasın, böyle devam et. Yakında sadakat ve liyakat madalyanı(!) da hizmet ettiklerinden alacaksın merak etme. Müsait bir yerine takarsın artık.
            Yalnız dikkat et sonun Musaddık gibi olmasın, inadı bırak. Ki o adamcağız milli kaynaklarını (petrol vs.) yurduna mal etmeye kalkan, adam gibi bir güzel adamdı da ayrıca. O da bir Başbakan olduğu halde, senin gibi milletinin en kıymetli varlıklarını, asıl sahiplerinin fikrini bile sormadan, sömürgeci patronlarına pazarlayan da değildi. Şah Rıza Pehlevinin kurbanı olmuş bir milliyetçi olarak halkının gönlünde hala yaşıyor, oysa senin o şansın da yok. Sen beyzbol sopalı Obama kurbanı olarak tarihe bile geçemeyeceksin üstelik. Hoş, Musaddığı acımasızca harcayan Pehlevinin sonu, kendisininkinden de beter olmuştu. Bu da ayrı bir meseledir.
Dikkat et şeytanın en sevdiği bölgede icrayı faaliyettesin ve hem de Türk Milletiyle polka yapmaya kalkıyorsun. Bilmem ki ne söylesem sana daha. Sadece tarih okumanı öneriyorum; ama yaşını değil, kurusunu. Allahın askerlerinin (Türk Milleti) çekici bir anda iniverir adamın kellesine ve seni neyin çarptığını anlayamazsın.

            Bu arada anlayamadığımız ise, anayasal haklarını sahiplenmek adına sömürgeci Erdoğan hükümetine karşı direnen gençliğin, içinde olmadıklarını söylediği ülkücülerinin, acaba hangi ülkenin gençliği olduğunu da belirtmesi gerekmez miydi Bahçelinin. Hem Türk ülkücüsü geçineceksin, hem de Atatürk gençlik hareketini, Türk Baharı doğmasına(!) eşitleyeceksin. Yok Bahçeli yemezler. Bu zırvanı hiç bir aklı başında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına yediremez ve sonunda da kendin yutmak zorunda kalırsın. Dikkat et de susuz yutarken boğulmayasın. Bak haberin olsun!
            Bu durumda, Bahçeli'nin nereye doğru koştuğu, farklı yorumlar akla getiriyor. İşte nerede ve ne zaman birden fazla yorum ortaya çıkıyorsa, orada mert olmayan şaibeli bir gelişme var demektir. Erdoğanın yakın bir gelecekte terk etmek zorunda kalacağı misyon ve sıfatta gözü olmasın sakın. Ne dersiniz? İstermisiniz, global sermaye, gözden çıkardığı Erdoğandan sonra, yerine bir diğer toprağa yakın, Bahçeliyi gözüne kestirmiş olmasın. Çünkü Amerikalının da uzun vadesi kalmadı artık.
Ve en yakın zamanda ne yapıp yapıp, BOP mayasının Ortadoğu gölünde tutması gerekiyor, bir sürecik daha Dolarını aktif tutabilmesi için, tabii o da tutarsa(!) zaten bir daha başka fırsatı da olmayacaktır. Ve bunun kendisi de farkındadır. Karşılıksız Dolar denizinde yaşam savaşı verirken, yatalak ve kendi pisliğinde boğulmaya terk edilmiş hastadan beter olacaktır hali pür melali yakında.

            Ne var ki, on yıllık bir uykudan sonra, yeni Türkiye Cumhuriyeti Devrimi yola çıktı artık. Devrimler hep önce ihtilallerle (isyan değil) yola çıkarken ve eşyalarının tabiatı gereği, ilk önce de evlatlarını yemeye başlarlar ki, bu mukaddes ve olmazsa olmaz bir kayıptır; ama buna kayıp denemez, çünkü bu öz evlat kayıpları, belgeselleşerek ebedileşir ve uluslarıyla da bütünleşir. İsyanların ise evlatları olmaz, sadece yandaşları vardır, ilk önce de onlar savuşur zaten. Kazanıncaya kadar da bazı evlatlarımız zarar görecek, belki de hayatlarını bile kaybedebileceklerdir ve içlerinde hepimiz de olabiliriz. Konu vatansa bu da bize vııızzz gelir esasen.

            İhtilal demişken, bize göreli olarak en yakın ihtilal, 1917 Ekim Sovyet Rusya devrimidir. Sovyet ihtilali adıyla yer yer de kanlı başlayan hareket, aslında homojen bir halk hareketi de değildi. İçinde ikili oynayan Çarist Burjuvalar, toprak feodalleri yanında, halkı temsil eden Menşevikler, Bolşevikler, işçi, memur, asker ve diğer halk katmanlarının ortak temsil edildiği bir Duma hükümetiyle gelişmişti. Sonrasında iktidarı tamamen Bolşeviklere verecek olan asıl Sovyetler Devrimi, banisi olan Lenin, Troçki ve Stalin'in aralarında ki fikir ayrılıklarına rağmen, Lenin'in akılcılığı, dirayet ve isabetli öngörüleriyle hayat bulabilmiş, kendisinden sonra kaba ve sert mizaçlı olduğu nedeniyle vasi bile tayin etmediği Staline rağmen, Sovyet Sosyalist Devrimi adıyla model, 90 lara kadar da yaşayabilmiştir.
            Şayet, Lenin'in beğenmediği Stalin olmasaydı, gerçekte Rus halklarına mal edilemeyen, yeni imtiyazlı bürokrat ve Proleter sınıfları yaratan, mülkiyeti kaldıran; ama demode kapitalist sistemin ekonomik parametrelerini (faiz gibi) bünyesinde barındıran, bir ucube Proleter kapitalizmin, bu kadar yaşayabilmesi de asla mümkün olamazdı. Öyle ya Kapitalist Sosyalizmin, Kapitalist liberalizmle mücadele edebilmesi söz konusu bile olamazdı. Yani rahmetlinin durumu, aynı hastalıktan muzdarip ustasıyla, acemi çırak ilişkisi gibi komik bir durumdu anlayacağınız. Ve ikisinin de tedavisi yoktu.

İşte bugün Ruslar, başta Putin olmak üzere, bizim Haydar Baş’ın (TM) Milli Ekonomi Modelini (MEM) benimsemişlerdir. Sadece bu nedenle bile, enflasyon, deflasyon, işsizlik, fakirlik gibi, 150 yıldır kanımızı emen kapitalist liberalist hastalıkların kökünü kurutacak, ille de Milli Ekonomi Modeli (MEM) diyorsak, inanın daha başka da bir sürü nedenimiz var demektir. Yeni modelde laisizim ve İslamın yeri ne olacak, nasıl bir sistem olacak diye sorulursa; Atatürkçü, Cumhuriyetçi, laik (seküler), tam bağımsız ve tamamiyle, Ehli Beyt İslami esaslarını baz alan, bu İslami esasları da Diyanete bırakan, aslında sahip olduğumuz modelin eksiği değil, tamamlayıcısı ve daha çağdaşı olacaktır diyebiliriz.
Dostlar, şöyle bir geriye baktığımda, kendi devrimleri üstünde fazla da etkileri olmayan diğer aydınlarını bir kenara bırakırsak, itilaflı kardeşler, Lenin, Troçki ve Stalinin, Marx'ın 20 li yaşlarımda okuduğum "Kapital"ine rağmen, eksik bıraktığı ekonomisiyle bile, 90 lara kadar yaşatabildikleri sistemleri örnek alındığında, her üçünün toplam aklının bizim yüce Atatürkümüzün aklı kadar etmediğini, bir kere daha anlıyorum. Ne ki, arkasından gelenlerle kendisi arasında, maalesef gece ile gündüz gibi bir fark vardı. İşte o yüzden de zaten, bu günleri yaşıyoruz; ama nasıl olsa, artık yola çıkan tüm Amazonlarımız ve Emmioğullarımızla tek yürek, tek yumruk bunları da aşacağız. Ne mutlu Türküm ve Atatürkçüyüm diyebilene. Kıymetini bilelim...

Serendip Altındal