24 Nisan 2013 Çarşamba

MİLLİ KURULTAY..


           
   Önce gelin hep beraber o son mısrayı birlikte söyleyelim:
           Hakkıdır hakka tapan milletimindir İstiklal...

            Ankara da, açılışı yapılan ve akşama kadar süren Milli Kurultay dan  bir alıntıyla günümüze başlarken, onbinlerce yılın küllerinden, en sıkıntılı günlerinde bile yeniden yeşermeyi bilmiş Türk evladının, aslında en büyük sorunu, yedi düvelle değil, bizatihen kendisiyledir. İşte düşmanları da en fazla bu özelliğine oynamışlardır esasen. Nedir bu özellik:
            O hep başı yukarıda, hak, adalet ve sapına kadar delikanlı kalabilmenin dışında başka erdem tanımayan, doğuştan özgür, yerinde dünya tatlısı sevecen, icabında İblise bile kan kusturan korkutucu kişiliği var ya; işte hep bu yanı, bir yanda kendisini yüceltirken, zaman zamanda başına dert olmuştur. Çünkü çok büyük imparatorluklar kurduğu onurlu tarihinde, tek dünya devletini de kurabilecekken, korkusuzluğu’nun, özgüveni’nin kendisini aşırı iyi niyetli yapması ve herkesi kendisi gibi kabul etmesi nedeniyle de, hep içine sokulan nifakçılarla milli birliği bozularak, koca imparatorlukları, düşmanlarınca beyliklere dönüştürülmüştür. Muhteşem tarihi, buna emsal sayısız örneklerle doludur.
            İşte bu yanlarını da ezberlemiştir düşmanları. Ve artık İblisle de yeniden hesaplaşmaya hazır olduğunun da farkındadırlar muhtemelen bu yüzden.

            Yaşlı, genç, kadın, erkek tüm katmanlarıyla şimdi yeniden İstiklal döneminin kuvvacı coşkusunu yakalamış olan Türk Ulusu, artık neresinden baksanız, Misakı Milliyesinin o özünü titreten ihtişamlı ruh haletini de, taşımaya odaklanmıştır. Ve çok iyi de algılanmalıdır ki, bundan sonrası tufandır artık açıkta kalanlar için.

§  Atatürk diyor ki:
Yurt toprağı! Sana herşey feda olsun. Kutlu olan sensin. Hepimiz senin için fedaiyiz. Fakat sen Türk milletini ebedî hayatta yaşatmak için feyizli kalacaksın. Türk toprağı! Sen, seni seven Türk milletinin mezarı değilsin. Türk milleti için yaratıcılığını göster. 1930 (Afet İnan, Atatürk Hakkında H.B., S. 295)

            Beş milyon yaşında olan ve ancak 4.997.000 yıl kadar sonra uyanıp tanrıyla aldatmaya başlayan Homosaphien türünün, ilk uyanıklarından olan, Musanın çocukları Yahudilerle, bugün lobilerinin çınar olduğu ABD ile ortak çabayla sunmaya kalktıkları, ‘Yeni Dünya Düzeni’ adlı oyunun sahnesine tekmeyi basıp, perdesini de başlarına geçirmeye hazırlanan Çılgın Türkleri, çok yakında yine aynı sahnede izleyeceksiniz.
Ve o sahnede yeniden “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh da vatandır” mesajıyla yer almadan önce, kendilerine verilecek görevleri almak üzere, Ankarada ki Milli Kurultaydaydılar yine, Çılgın Türkler’in öncüleri.

Gelin o halde hep birlikte adımıza ve de şanımıza en çok yakışan o muhteşem mısrayı, bir kere daha birlikte haykıralım.

HAKKIDIR HAKKA TAPAN MİLLETİMİNDİR İSTİKLAL”…

Serendip Altındal



           



10 Nisan 2013 Çarşamba

SİLİVRİDEYDİK..

            Anavatanında, yüreği vatan sevgisiyle dolu olmaktan başka bir suçu(!) olmayan yaşlı ve gençlerden oluşan homojen bir kadro halinde bugün Silivri’deydik. En duygusal içtenliğimizle, bütünleşik bir vatandaş sarmalı oluşturarak, neden içerde olduklarını bile bilmeyen günahsız yurttaşlarımıza biraz moral olabiliriz diye düşünürken, birden ne olduğumuzu bile anlayamadan kendimizi, bir kancık ortamın içinde buluverdik. Bir anda çevremizde patlayan gaz bombalarında rüzgâr altı kalanlarımız, insanın insana böyle bir şerefsizliği, cibilliyetsizliği yapabileceğine bile ihtimal vermeyenlerimiz de dâhil olmak üzere, ayırımsızca yayılan gazın gazabına uğradılar.
            Bunların içinde bende vardım. 70 li yaşlarımın baharında, hayatımda ilk kez sömürgeci gazının biberli tadından nasibimi aldım. Gaz dumanı sizi yakaladığı zaman, ilk önce gözleriniz hışmına uğruyor. Yanıp kızarıyorlar ve zorunlu olarak ağlamaya başlıyorsunuz. Aynı anda ciğerleriniz yanıyor, nefes alamıyorsunuz, beraberinde ise titriyor, ayaklarınız tökezliyor ve sinirleriniz paralize oluyor. Bu durum 10-15 dakika kadar sürüyor. Şimdi; "Daha sürseydi bari!" dediğinizi duyuyor gibiyim. Çünkü ilk düzelme belirtilerinde, bende öyle dedim.

            Yağmur altında yeni ekilmiş tarlaların içine doğru kaçışırken, zorunlu olarak düşüp birde üstüne çamur banyosu yapmak zorunda kalan ve utancından değil de, bilakis hırsından ağlayan yaşlı başlı adam ve kadın görüntülerinden yansıyan, hazin insan manzaraları, daha da bir dokunaklıydı. Hey tanrım, nedir bu insanlarımızın günahı diye üst kattakine serzenişte bulunurken, diğer yandan, 'yazık ve vatanım seni çok ihmal etmişiz' diye de söyleniyordum, kendi kendime.
            Ayrıca en önde, geneli gençlerimizden oluşan ve yakın cephenin içinde olamadıkları halde arkada destekleyen, olgun kadınlı erkekli topluluğun arasına o gaz bombalarını savurmanın âlemi neydi. Onu da biz söyleyelim. Rüzgâr, dumanı kendilerine savurduğu için, kendi kıçlarını kurtarmak amacıyla arkada ki bizlerin üstüne fırlattılar. Pekiyi ulan besmelesiz fırlamalar; geçtikte biberinden, ya metal parçalar hiçte hak etmeyen günahsız insanları sakatlasaydı, hesabını nasıl verecektiniz.
            Fatura, sizlere ancak emperyalist köpekliğini layık gören başınızdaki amirleriniz bir şekilde yakalarını kurtarırken, içinizden hangi gariplere yazılacaktı acaba? Ve işte özellikle de siz genç polisler, yaşıtlarınız sizlerin de çalınan geleceklerinizi hayatları pahasına göğüsleyip, sorgularken, hiç mi utanıp sıkılmadan onların, sizler için de okuyup, sorgulayan asil gözlerinin içine biber gazlarını sıkıverdiniz. Hele akranları başka yerlerde çoğunlukla da lüzumsuz işlerle uğraşırken, kendisi kızarmış gözlerinde ki yaşlarıyla 'tam gözümün içine sıktı amcam', diyen delikanlının saçlarını okşayıp, kendisini kalbime sokmayı düşünürken, benim de gözlerim daha gazı yemeden önce yaşarmışlardı.

            Ya sen, sonu artık iyice yaklaşan Tayyip efendi, bu gidişle Türk’üm diyemediğin ülkende, mezar yeri bile bulamayacağın kesin de, son bomban da elinde patlamadan önce, muhtemelen sığınacağın ve içinde hepinize yer olan, Amerikalı imamın çiftliğine de fazla güvenme. Unutma ki Amerikalı sahibin, yenisini hazırlamadan önce, akamete uğrayanını unutturmak adına, elinde parat bir proje her zaman bulundurur. Şansına artık ne getireceği de önceden bilinemez. Biz hatırlatalım da. Yani sözün özü; patronun senden ümidi kestiğinde, senden nasıl kurtulacağını(!) asla bilemezsin. Ki süratle o noktaya doğru da koşturuyorsun. Ha bu arada sence en önemli noktayı da atlamadan geçmeyelim. İbretlik(!) akil adamcıklarını sahaya saldıktan sonra, başkanlık(!) artık iyice hayal oldu sana! Zira klavuzu karga olanın, gerisi ne olur, onu da kulağına sevgili danışmanların fısıldayıverirler belki.

            Aşağıya, Silivri anısına beraberimde getirdiğim metal bombanın resmini koyuyor ve yarın tarihin sayfalarında ibretlik bir anı olarak yerini alacağına inancımı da belirtmek istiyorum. Resimde bombayı Ataya uzatıp durumu şikayet ediyordum aslında. “Bak Atam, ne hale getirdiler bizi” diye. Ne var ki, bunu yaparkende haksız olduğumu biliyorum. Ne yapsaydım, vatandaş derdimi kime şikayet etseydim. Yüce Atatürk’ün seviyesine bile yaklaşabilen bir adam yok ki bugünün Türkiyesinde. En azından ortada görünenlerin arasında yok. Ama görünmeyenlerin arasında yeteri kadar çıkabileceğine de inanıyorum.
Tabii biz Silivride bu sıkıntıları yaşarken, Kasımpaşalı Tayyib’in bile dudağını uçuklatacak türden, eski Tophane jargonuyla, alayına savurduğum gamotolardan bahsetmeye, bilmem gerek kalıyor mu? Çevremizdeki hanımlar, cephe kardeşlerimiz olan AMAZONLARIMIZDILAR aslında, hele gazı yedikten sonra, hiç de bizden aşağı kalmayan gamotalarını bir duymalıydınız, ilk defa gelenleri bile coşkuyla, her fırsatta beraber olacaklarına ant içtiler.

            Silivri’de ne mi oldu? Biriken ve aslında tükürseler bile boğacakları bir azınlık tarafından gazlanan onbinler, her fırsatta bir araya geleceklerine ant içerek Ulusal cepheyi çok daha perçinlediler. Bizim gibi, daha AKP iktidar olurken bugünleri aynen görebilen mütevazı bir azınlık ise, neden sonra tüm ulus tarafından teyit edilmenin mutluluğu içindeydik. Yeni deneyimler elde ettiğimiz günün sonunda, daha da bilenmiş olarak evlerimize dönerken, birlikte kazandığımız ortak bilgi ise; vatanseverler karşısındaki büyük korkunun, sebebiyet verdiği bu depresiv tutumun açıkça gösterdiği gibi, aksak Mehter marşıyla sahneye çıkarılan Erdoğan ve avanesinin, gavur İzmir marşıyla tek celsede, yakında aynı sahneden atılacağıydı...


            SİLİVRİDEN İBRETLİK BİR HATIRA   8 Nisan 2013    <------ Tıklayın


           İçi bize yutturulan, boş bir biber gazı bombası.

Atatürk’ün Ulusuna, Emperyalistten bir suvenir(!) olarak algılanabilir. Dolayısıyla da bu hediyenin karşılığını ödemek(!), bize meşru hale gelebilsin.





Serendip Altındal



1 Nisan 2013 Pazartesi

ASRIN PROJESİ..

 'Milli balansımızın safraları' olarak tasarladığım yazımın başlığını, asrın projesi olarak tanımlanan 'BOP' nedeniyle değiştirdim. Siz istediğiniz gibi kabul edin lütfen. Son günlerde, angaje edilmiş bazı internet baykuşu çoluk çocuğun yaptığı bütün iş; sahte isimli atmasyon sitelerden, mesnetsiz veya aslına tam kontra kurgulanmış yalanlardan, manipülatif çakma belgelerden, ciddi ciddi notlar alarak bunları, başta Atatürkümüz olmak üzere, milli kurtuluş tarihimize karşı kullanmaktır. Gemi artık iyice azıya alan bu tıfılların, nereden, nasıl ve kimler tarafından organize edildiği, herhalde devlet sırrı da değildir artık.
Öyle ya, Pensilvanyalı Fetonun okulları ne için var. Yurdumuza yerleştirilen ve 6000 kadar olduğu söylenen CIA ajanının en az 4000 kadarı, bu okulların mezunu ve üstümüze saldıkları Amerikan Yeniçerileri, kendi çocuklarımız değiller mi aslında. Bunlar, ellerindeki tüm aslı astarı olmayan belge dedikleri paçavralarla, tartışma programlarında polemikler yaratarak, orijini körpe dimağları karıştırmak olan hedeflerine, ulaşmaya çalışacaklardır da hiç şüphesiz. Ayrıca vatansever insanlarımızı karalamak adına her türlü dijital sahtekârlık da, bunların başının altından çıkmıyor mu zaten. Esasen de bu işler için farklı tarzlarda ödemeler yapılıyor, menfaatler sağlanmıyor mu kendilerine.

            Esas üstünde durulması gereken ise; bu ipsizleri ciddiye alarak, sahiplerinin sırtlarına basarak bile seviyelerine erişemeyecekleri, ahde vefa sahibi, güzide aydınlarımızın karşılarına oturtan zihniyettir. Çünkü böylelerini ciddiye almak, onları asla hak edemeyecekleri seviyelere taşımak demek olur. Oysa bu kansızlar, aslında Demokrasinin "Otokrasi" yapıldığı bir ülkede, sadece sanal demokrasi haklarını kullanıyorlar ki, ülkelerinde bunun da hiçbir kıymeti harbiyesi kalmamıştır. Ciddi olarak başlayan tartışma programlarında, tarihin nasır tutmuş sayfalarına karşın, ellerinde yalan, zırva ve takıyeden başka da kozları olmadığından, doğal olarak program içinde pasifize ediliyor, ciddiye de alınmıyorlar esasen.
            İşte tam da bu noktada ortaya çıkıyor asıl tehlike. Çünkü oynadıkları senaryo gereği, ağlamaklı oluyor, konuşma haklarının kısıtlandığı kurgusuyla, kendilerini acındırarak, aslında genç insanları provoke ediyorlar. Araştırma ve sorgulama özürlü, aynı bağlamda çağdaş ve milli eğitim hakları gasp edilmiş eğitimsiz gençlerimizden de, yeni taraftarlar kazanıyorlar. Zira hepimizin bildiği gibi gençler, protestoyu protesto ederler sadece. Çok daha sonra oluşur, gerçek istidlal kafacıklarında. Çoğu kere de iş işten geçince, bu hep böyledir genelde.
            Yani yasak olanı, men edileni, sosyo-etik değil kabul edileni protesto etmektir. Gençliğin ne hikmettense en ortak paydası. Hep öyle değil miydik? Bu durumda da, sömürgeci iblis tarafından ustaca kullanılıyorlar demektir. İşte bu ülkenin bazı medya aktörleri ise, aracı oldukları böylesi şov programlarıyla, bir yandan isteyerek veya istemeden, sömürgecinin oyununa gelirken, diğer yandan izleyicilerini de kapana girmiş tavşanlar konumuna düşürüyorlar. Bunları sizde tanıyorsunuz hiç şüphesiz. Tehlike ise, son günlerde - ki kimler aracı(!) oluyorsa -, bu neviden manipülatif tartışma programlarının yoğunlaşmakta olduğudur. Bu yüzden de çok dikkatli olmak zorundayız.

            Tüm bu dernek, cemaat kurbanı çocuklarımızın, boşuna boy büyütmüş ana ve babaları dururken, çocuklarını suçlamanın haksızlık olacağını düşünüyorum doğrusu. Diğer yanda ise, yok etmek istediğine aslında bedava zehir bile dağıtmayan emperyalist iblisin, bizim çakma imam Fetoyu kullanarak açtığı devşirme (çağdaş Yeniçeri) okullarında, çocuklarının kanlarının ince ince zehirlendiğini, kendi milli eğitimleri de gasp edilmiş cahil ana ve babaların önceden kestirebilmeleri, elbette mümkün olamazdı. Neticede hangi ana baba, yok haliyle bedava eğitim kazandıracağını düşündüğü evladının, bırakın devşirilmesini, bir de üstüne 'vatan haini' yapılmasını ister ki. İşte geç kalan istidlal nedeniyle, "Cehaletin gözü kör olsun" diye de boşuna söylenmemiştir.
            Bakınız, kapatılan Köy Enstitülerinden itibaren kurgulanmış bir sarmal içinde, yüce Atatürkümüzün kurduğu “Bağımsız Türk Ulusu Bireyi” olarak eğitim alabilmemizi sağlayacak Milli Eğitim sistemimizin, kısırlaştırılmasının ana nedeni, nasılda çıkıyor ortaya değil mi? Ve bu cehalet nasıl da bugün emperyalistin elinde bizlere karşı kullandığı en tesirli bir silaha dönüşüveriyor. Yani tohumu ek yabanı büyüt, zamanı gelince de biç. İşte adına küreselcilik denen bugünkü emperyalizm de, ancak böyle bir cehalet zemininde yeşerebilen yabani; ama çabuk gelişen bir bitki gibidir.

            Aslında sömürgeci adına asrın projesi budur, BOP MOP değil. Düşünün şimdi, BOP tasavvur bile edilebilir miydi; şayet bugünkü arada derede kalmış Türkiye yerine, vatanımız olan en değerli ve üstünde sadece en güçlü olanın barınabildiği bu topraklar – ki Almanlar Anadolu’muza ‘Goldene Platz an der Sonne’ yani ‘güneşte ki altın yer’ derler - üstünde, Atatürkün Milli Eğitimiyle yediden yetmişe eğitilmiş, kendi ayaklarının üstünde durabilen, adam gibi bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti olsaydı. Ve yüce Atatürk’ten sonra gelen çakma devlet adamları ve Gladio komutanları, şayet rahmetli Atatürkümüzün yarısı kadar adam olabilselerdi. Desenize yeni Atatürkümüz, yine iddiasız halkın içinden kendi kendine yetişecek, ne dersiniz?

            Zamanında Atatürkün de çok iyi bildiği gibi, Karadeniz insanımızın her üç evinden birinde silah imal edilebilir. Sağlam ve güvenilir insanlardır. Yobazın, Allahsızın bile sağlamı onlardan çıkar; ama vatanını satanı çıkmamıştır şimdiye kadar. Atanın Kurtuluş Savaşını, Samsundan başlatması da hiç tesadüf değildir. Geneline bakıldığında, kadim Türk Ulusunun her üç evinden birinde, yeni bir Atatürk doğmuş veya doğacak olduğu da kendiliğinden anlaşılır. Dolayısıyla da, bu milletin Atatürkleri bitmez. Hiç kuşkunuz olmasın. Eritildikleri potada bile yeniden doğmuşlar ve sonsuza dek doğacaklardır da. Nitekim yok olanı var edemeyeceğin gibi, var olan cevheri de yok edemezsin. Bu içinde yaşadığın evrenin varoluş nedenidir. O halde akil olacak ve bununla yaşamayı da bileceksin.

Serendip Altındal