29 Kasım 2012 Perşembe

MİLLETE YÜZÜMÜZ OLSUN..

          Eski Türklerin yaşam biçimlerinden, Yabguları, Kaanları ve yurtlarından bahseden yazıtlarından anladığımız gibi, Türkler genelde gururlu, başları her zaman yukarıda, özgür, mütevazı, dosta dost, düşmana düşman, çok zeki; ama saflık derecesinde kalender - ki Aziz Nesin gibi yüzeyseller buna aptallık der, aslı ise korkusuzluğun verdiği gamsızlıktır -, fazla seçici olmayan, açken tokluğun, tokken açlığın hesabını tutmayan, gözleri, gönülleri tok, kalpleri açık ve güne göre yaşayan insanlardı.
         Asker doğdukları ve korkusuz da oldukları için, ordu da beslemez, kadın, erkek, çoluk çocuk ve çocukluklarından beri de milletçe milis olarak yetiştiklerinden, her şeraitte hemen teşkilatlanarak harbe hazır olurlardı. Böyle bir milletin, disipliner doğası nedeniyle, lidersiz yaşayamayacağı da açıktır. Bu nedenle de zaten dünya tarihine sayısız liderler armağan etmişler ve de bundan sonra da etmeye devam edeceklerdir.
         Ne ki, özlerinde, Atatürk gibi gerçek liderlerini seçerken de çok seçicidirler. Bu anlamda da kendilerine lider olabilmek, her babayiğidin harcı değildir esasen. Mevcut durumdaki ataletlerinin nedeni ise, henüz lider konusunda ki kararsızlıklarında aranmalıdır. Üstlerinde ölü toprağı olmadığını, her zaman ki gibi yangın olmak için sadece kıvılcım beklediklerinin göstergesi de, çıkışı hala yüce önderlerinde arayan, son 29 Ekim ve 10 Kasım birliktelikleri değilmiydi?
         Ne var ki bu özellikleri yüzünden arada sırada, lider sandıkları asma kabaklarının da peşine takılarak, doğuştan özgür başlarını, kendi elleriyle açmaza sokmuşlardır. Bu emsalsiz özelliklerinden ötürü de, birçok lider diye ortaya çıkan dirayetsiz asmakabağının yanı sıra, sayısız gerçek dünya lideri de çıkarmışlardır. En son çıkardıkları ve adam gibi lider sıralamasında, geçen asrın dünya şampiyonu olan Mustafa Kemallerinden sonra, 1938 yılından beri kendi kalıplarına uygun olanı bir türlü bulamadıklarından, aynı hamurdan yeni bir dünya liderine olan özlemleri de giderek artmaktadır.
         Geçmiş tarihsel süreçlerinde, lider sevdaları yüzünden, zaman zaman yanlış liderlerin’de peşine takılıp kolayca boylara bölünerek, düşmanlarına servis de yapmışlardır. Başka ifadeyle, o zaman da sömürü tuzaklarına düşürülmüşlerdi. Belki de bu yüzden Atatürk’ün özlediği ve vasiyet ettiği büyük Türk Güneşi İmparatorluğu, bir türlü parlayamamıştır. Bugün Türkün Vatanında yeniden bölücülük yaratmaya kalkan sömürgeciler, işte bu nedenle ve de ne yazık ki, aslında hepsi de Türk soyundan gelen; ama farklı etnik(!) guruplarmış gibi tanımladıkları diğer boyları, kendi özü olan büyük Türk Birliğine karşı koz olarak kullanmaktadırlar.
         Şimdi içinde bulundukları şartları ise, yeni liderleriyle bir an önce tanışmaları zamanının geldiğini artık ortaya koymuştur. O zaman haydi bakalım Emmioğulları, sadece rüzgâra karşı savurmakla, Türkîli savunulmaz. Türkeli’nin şimdi, gerçek lideri olma şecaat ve faziletini ortaya koyabilecek, bu yüce imtiyaza sahip olabilecek, adını tarihe kazıyacak genç ve ihtiyar delikanlılarına yeniden ihtiyacı vardır artık.
         Bu çağrı kendisini Türk Evladı hisseden, mevcut iktidar partisi bünyesinde olanlar da dâhil olmak üzere, tüm muhalefet liderlerine açıktır. Onlar da tekrar kendilerine çeki düzen vererek, Türk Milletinin gerçek lideri olup olamayacaklarını sorgulayıp, son şanslarını çok dikkatli kullanmak zorundadırlar artık ki, şayet sıralarını başkalarına kaptırmak istemiyorlarsa. Bu liderliğe Türk’ün kadını da hiç kuşkusuz taliptir. Emmioğlum, tarihinde de her zaman ortaya koyduğu gibi, kadınına, ‘Ben varken senin sıran gelmez; ancak ben düştükten sonra’ demesini de elbet yine bilecektir.

         Özal’ın kemiklerini bile mezarında rahat bırakmayan aile efradı şayet Atatürkümüzün mirasçıları olsalardı, Atatürk gibi bir Dünya Lideri’nin kemikleriyle neler yapmazlardı acaba. Erdoğan Hükümetini nasıl bir tazminat yükü altında bırakırlardı kimbilir. Kendi katında seçilmiş (Havassı) olduğu için, böyle mirasçılar vermeyerek, tanrısı onu bu felaketten korumuştu anlaşılan. Yüce rahmetlimizin mucizeler yarattığı, topu topu 15 yılcık devlet adamlığının üstüne 87 yıl geçti. Evvel Allah ne yaptıysa hepsi yüzünün akıyla, bağnazlığın cürufundan yükselmiş muhteşem bir Cumhuriyet Güneşi olarak bugün karşımızda, Piramitler gibi dimdik ayakta kaldı ve sonsuza kadar da kalacaktır.
         Ne ki, şimdi ülkeyi, yeni çakma Osmanlı(!) Sultanı’nın içine düşürdüğü kâbustan çıkarıp, en az da 20 yıl, bozulanları onaracak ve eksik bırakılanları yeniden tamamlayacak, YENİ BİR ATATÜRK’ün mübarek eline acilen ihtiyaç vardır. O’nun bu göreve tekrar ve ne kadar hazır olduğunu, 10 Kasımda Anıtkabirde, üstlerinde dolaşırken avlu taşlarının titreşimlerinde de hissedebiliyordum; ama tekrar aramıza inmek üzere, öbür taraftaki Anayasadan izin alamamış olduğunu ve orada da çakma Anayasa(!) olamayacağını, artık hepimiz çok iyi anlayabilmiş olmalıyız diye düşünüyorum. Öyle ya, şimdiye kadar oraya gidenlerin hangisi dönebildi ki!
         Bakalım guguklaşmış hukuk anlayışıyla, geçtik gerçek vatansever toplum liderlerini de, dizi yapımcılarına bile ülkesinde yaşam hakkı tanımayan Erdoğan Sultanla ümmeti, orada ki Anayasa yürütücünün önünde icraatlarını, hangi belgelerle(!) açıklayabileceklerdir acaba.
         Haydi, bakalım YENİ CHP’li, top artık sizde, o zaman bu zamandır şimdi. Bu işin yükümlülüğü de önce sana düşüyor aziz kardeşim Kılıçdaroğlu, gösterin bakalım artık encamınızı hep birlikte, hodri meydan. Liderini bulmuş bir Türk Milletininse, önünün kesilemeyeceğini ve nelere muktedir olduğunu, yedi düvel aslında çok iyi bilir. İşin bu yanı da millete kalsın artık. Veya bu yanını milletinize bırakmaya yüzünüz olsun biraderlerim.

                                                                                  Serendip Altındal



23 Kasım 2012 Cuma

MUKADDES BEKLENTİ..

            Son günlerde çok sorulan ve kafaları karıştıran, CHP de neler oluyor sorusuna kendi adıma cevap aradığımda, ilk aklıma gelen ve beni rahatsız eden, Kılıçdaroğlu’nun Dersim mağduru olduğunu yansıtan ifadeleri oluyor. Neye göre mağdurmuş acaba, hele o dönemin bölücü eşkıya başı Şeyh Sait’i de mağdurlar listesine katması, nasıl yorumlanabilir. Şeyh Sait’in, diğer bir ifadeyle de ‘Vatandaşlarına sözde zarar gelmemesi gerekçesiyle’ ‘korku dağları beklediğinden’, akıllı davranıp diğer isyancı liderleriyle birlikte teslim olması, sonra da idam edilerek, suçunun ağırlığından yakayı yine de kurtaramamış olması mı, kendisini mağdur kılıyor. Şayet böyle görülüyorsa, Şeyh Sait’in Apo denen sabi avcısından ayrı yanı kalır mı o zaman? Hem de Alevi vatandaşların, bir numaralı Kemalist, Cumhuriyet ve milli müktesebat muhafızı olarak bilindiği yurdumuzda.
            Uzun uzun Şeyh Sait ya da Dersim isyanını anlatmamıza gerek yok. Meraklısı tarihi açıp okusun ve yorumunu kendisi yapsın. Şayet Kılıçdaroğlu, bir gün Başbakanı olmayı beklediği ülkesinde – ki İnşallah da olacaktır – önünde and içtiği devlet müktesebatının, aynı şartlarda tehlikeye düştüğü bir durumda, benzer davranış sergilemez’miydi acaba? Erdem sahibi profiline baktığımda, içimde bir ses ”Sergilerdi” diyor. Şayet yanılıyorsam da yukarda ki ‘İnşallah’ın üstüne, çarpı koymam gerekir o zaman. 
            İnsan iki türlü mağdur addeder kendisini: Kendi perspektifime gelince; aziz yücemizin hasta yatağında yattığı ve son günlerini beklediği o dönemin Türkiye Cumhuriyetinde, içinde yaşadıkları ve onbinlerce yiğit şehidimizin kanlarıyla söke söke alınmış misak ı milli topraklarının, nimetlerinden fazlasıyla istifade ettikleri halde, yurdun diğer normal vatandaşları gibi en zor günlerinde, devletine vergi ödemek ve askere gitmek istemeyen; ama tamamen devletten bağımsız olarak kafalarına göre takılmak isteyen – şimdi ki BDP lilerden ne farkları varsatelef olan isyancı grupların safında olduğu için mağdurdur. Veya da devlet safında hatta tamamiyle tarafsız olduğu halde, amiyane tabirle, eşekler tepişirken arada ezildiği için mağdur olmuştur.
            O zaman Kılıçdaroğlu biraderimizin bunu da açıkça ortaya koyması gerekmiyor mu? Ne yazık ki mağdur da olsalar, böylesi durumlarda kendimiz ve yakınlarımız da dâhil olmak üzere, arada ezilenler her zaman olmuştur ve olacaktır da. İhtilal bile önce kendi evlatlarını yiyerek yola çıkmaz mı? Bu arada ihtilal demişken, ‘Demokrasi olan yerde ihtilal olmaz, biz teşebbüs etmedik yaptık’ diyebilen, bugünkü askerlerimizin en yüreklisi, en delikanlısı ve Cumhuriyetimizden yaşlı Evren Paşayı, bizatihi mağdurlar Pandora kutularını kapalı tutarken, hadi gel de 95 yılın onurunu taşıyan o mübarek delikanlı alnından öpme şimdi. Hele de diğer yanda, Necdet Paşa dedikleri, Arap Baharistanında Fetullah okullarını dolaşıyorken, ne alakası varsa!  Yoksa ABD li Kıpti eniştesi kendisini de içeri kapamasın(!) diye mi acaba, şirin gözükmeye çalışıyordu, ne dersiniz?

            Erdemli kişiliğiyle, normal akıl ve erdeme sahip insanların eleştirilerine açık bir kapı bırakmayan rahmetli Ecevit’in, bence en büyük yanlışı CHP’yi bölmesiydi. Her şeye rağmen partinin çatısı altında kalıp, ihtiraslı kişiliğiyle de sonuna kadar inandığı ilkeler uğruna savaşmalı ve tüm CHP kervanını her ne pahasına olursa olsun tek parça halinde tutarak, sömürgeci haramilerin tuzağına düşürmemeliydi diyorum. Şayet bunu başarabilmiş olsaydı, bugün AKP nin yerinde CHP olurdu. Bu bağlamda kendisi de sivil bağımsızlığımızın lideri olarak, birçok çevre tarafından ikinci bir Atatürk gibi algılanabilirdi diye de düşünüyorum doğrusu.
            Ne yazık ki önümüzü göremediğimiz karanlığımızda, bir meşale olabilecekken, çıra alevi gibi kaldı. Ve maalesef yurdumuz böylece, sömürgeci beslemesi ve ‘ben kaybedersem herkes kaybeder’ paranoid ters mantığında, şuurunu yitirmiş ve ülkeyi çıkışı belirsiz bir kaosa sürükleyen, böylesi bir Başbakan’ın ülkesi haline gelmiş oldu. Bu arkadaş Obama adlı Kıpti ile muhtemelen de nosyonları uyuştuğu için iyi anlaşırken, birlikte icra ettikleri anlaşmalı tiratlarını, daha önce de yazdığım gibi izleyicileri dolmuşa getiren, Batıda ki Pankreas güreşçilerinin ortak vodvillerine benzetiyor ve gülüyorum kendi kendime. Hoş o heriflerin siyasetçilerinin de her biri, başlı başına pankreasçıdır esasen. Bu yüzden de aslında bizimkiyle iyi anlaşıyorlar ya!
            Şimdi konuya Ecevit şablonundan baktığımda, aynı tehlikeyi YENİ CHP için de görmüyorum desem, yalan söylemiş olurum ki, bu bana hiç uymaz. O halde sevgili kardeşim Kılıçdaroğlu’nun şimdi bir değil iki defa dikkatli olması gerekiyor. Şayet Cumhuriyetimizin müktesebat partisi bir kere daha bölünürse, hepsi çok iyi bilmeliler ki, bu defa artık gerçek CHP lilerin – Kemalist, laik Cumhuriyetçi, Milli müktesebatçı ve Kuvayi milliyeci – artık cebine girecek duruma gelmişler demektir ki, çok yazık olur.
            O halde aynı zamanda milli olan asal CHP müktesebatından, zinhar taviz verilmemelidir. Bu bağlamda da, Kemalist, Ulusal milli etiğimize, bugün en sadık ve duyarlı kaldığı açıkça ortaya çıkan İşçi Partisi ile, mutlak bir milli ittifakın içine girmeleri, yurdumuzun müktesebatı adına daha hayırlı olmazmıydı acaba? İşte başta kendim olmak üzere, tüm öz CHP’liler adına, yazıma başlık yaptığım MUKADDES BEKLENTİ aslında budur.

                                                                              Serendip Altındal



19 Kasım 2012 Pazartesi

ŞUNDAN BUNDAN AMA BİZDEN..

           Yaşamın Enigması 4 dür, yemek, içmek, işemek ve çöpü dışarı atmak. Geriye kalan her şey, bizim Âdem’in bu dört olmazsa olmazından sonra gelir. Belki beşinci olarak cinsellik de öne sürülecektir. Ne ki, ‘Aç ayı oynamaz’ diye bir söz de vardır. İlk saydığımız dört ihtiyacınızın herhangi biri, acil alarm butonuna basmışsa, söylermisiniz lütfen, normal beşer olarak hangi cinselliği aklınıza getirebilirsiniz ki artık. O halde gelin en iyisi, biz yinede bu dört asal da kalalım.
            Burada liboşlar hiç kuşkusuz hemen paraya sarılacak, onsuz da olmaz diyeceklerdir mutlaka. İyi de Âdem babamız, cebinde parayla mı inmişti yeryüzüne. Sonra da yüzlerce yıl parasız pekâlâ da yaşamışlardı ilk atalarımız. Şimdi ise başınızda ki AKP hükümetinin paraya nasıl baktığı, ondan ne anladığı açık seçik bizi gagalıyorken, hanginiz, bezgin ve bizar ‘keşke şu para hiç olmasaymış’ demiyor ki. Biz bu düşüncelerle dertleşirken, Okyanusun ötesindeki Coni Volkır, yedi çarpı yirmi dört saat para basıyor ve oturduğu yerden dünyaları satın alıyor. Oh ne ala değil mi(?) Tabii işin bir de bu tarafı var. Ama yapandan önce yaptırana bakmak lazım.
           
            Lider dediğin aydın, sabırlı, anlayışlı, dirayetli, hepsinin üzerinde de adil ve ahde vefa (Milliyet, milli müktesebat, hak ve iman; özetle, ERDEM) sahibi olmalıdır. Oysa ülkemizin başında, milliyetçi olmadığını söyleyen, Damat Feritlere bile rahmet okutan, bir çakma Sultan var. Bir kere milliyetçi olmayanın milleti, milleti olmayanın da devleti ve devleti olmayanınsa bayrağı da yok demektir. Demek oluyor ki aziz vatandaşlarım siz bu durumda, uluslararası bayrak da açamayan(!) bir gemide, gidiyorsunuz demektir ki, işte bu son derece tehlikeli bir durum arz ediyor adınıza.
            Bu takdirde ‘Korsan’ telakki edilecek ve ganimetinize el koymak isteyen en yakınızda ki talancıların dahi iştahını kabartacak bir konumda kalmışsınız demektir.
Bundan sonrası ise tufandır sizin için. Bu durumunuzu iştahla ve aport bekleyen BM sanal insan hakları sözde kurumlarının, kapılarını boşuna aşındıracaksınız. Bütün hak, hukuk feveranlarınız havada asılı kalacak ve tüm varlıklarınızla birlikte, iştahla paylaşılmış olacaksınızdır da artık. İşte gidişiniz bu gidiştir, bunu ANLAMAK; ya da ANLAMAK size kalıyor bundan böyle.

            Hesabı şaşıran cari borçlarınız, bir türlü örtüsü kaldırılamayan; ama hepimizin cebinden çıkan örtülü ödeneğiniz(!)  – Ağırlıklı olarak, Suriye’nin ihanet şebekelerine, yabancı lejyonerlerine verilen silah, mühimmat ve maaş bedelleri  --, öz kaynaklarınızı giderek sıfırlayacak olan yeni özelleştirmeleriniz, her geçen gün daha da kabaracak olan vergi yükünüz, sizi çağdaş dünyanın yıldızı yapacak meşhur, dört dörtlük, pırıl pırıl İmam Hatip Âlimi eğitiminiz, Anayasayı, Sultan yasanıza çevirecek girişimleriniz, yetmedi, Sultanınızı Padişahınıza da dönüştürecek olan başkanlık sisteminiz, hak gaspına uğrayan tutuklu hak zedeleriniz - ki her an içlerinde bizler de olabiliriz - vs. yeter artık.
            Ben sıralamaktan yoruldum, sizleri de okumakla yormayayım. Sadece kaderinizi, hala 3000 yıl öncesi – ilk kitaplı dinlerin başlangıcı – bir anlayışla, içinde bulundukları kuantum çağında, psişik yarıları seküler dünyadan uzak ve hala ruhani bir âlemde uçuşan, İmam Hatipli Âlimlerinize terk etmek üzere olduğunuzu bilin yeter. Ayrıca bir müjde(!) daha vereyim. Bütün ihtiyaçlarınız tamamiyle özelleştirildikten sonra, özel kurumlarla olan sorunlarınızda, çözüm yerine cevap bile alamayacaksınız. Eskiden hiç olmazsa devlet adında ciddi bir kurumunuz vardı başınızda, en azından sorunlarınıza gerekçeli bir cevap alabiliyordunuz. Zaten AKP hükümeti ile birlikte ciddi bir cevap merciiniz de kalmamıştı aslında. Buna da alışık olmalısınız esasen; ama bundan sonra artık o da olmayacak.
            Sorunlarınız başlayınca, bakalım kimi kime şikâyet edeceksiniz o zaman. Size cevap bile vermeye tenezzül etmeyecekler, çünkü nasıl olsa devletiniz de olmayacak başınızda. Bizden uyarması, artık işinize gelirse. Ha şimdi bu satırları yazarken, HALK bankasının halk’a arzı, yine her konuda karşımıza çıkardıkları bildik ve meşhur ‘Cumhuriyet Tarihinin en büyük’ sloganıyla betimlenen özelleştirmesi, anons ediliyordu, TRT adlı Korsan radyodan. Zannedersem, burada söylenebilecek yegâne söz, ‘Hangi Halk’ demek olacaktır. Vatana millete hayırlı(!) olsun, başka ne diyelim. Yoksa yedek donu bile kalmayan HALK çoğunluğu diye kastedilen, bir iki para babası mı? Hiç olmazsa bizden olsalar bari. Öyle ya, onlarda halk çocuğu(!) değil mi nasıl olsa…

            Hala anlayamıyorlar mı? Hala soruları mı var. Yoksa her şeye rağmen yine de anlayamayanlar acaba paralel evrende mi yaşıyorlar? Rotası çoktan belli olan Korsan gemisinin, kaptanından çımacısına kadar küllen icraatlarına baktıklarında, bu gidişin nereye doğru olduğunu, artık anlamış olmalıdırlar. Özellikle de; bu belayı başımıza saran afet seçmenlerinin(!) içinde bulundukları halde, yurdumun soyulmasına ortak olmayan ve kendileri de bizimle birlikte soyulan, büyük bir çoğunluğun, esasen çoktan anlamış olmaları size göre de gerekmiyor mu? Ben bunu aptal kafamla anlayabildiğime göre, kendileri gibi akıllı olanların(!) benden bile anlayışsız olabileceklerini düşünmek istemiyorum doğrusu. Çünkü bu vatandaşımı aşağılamak olurdu.
                                                                                             
                                                                                              Serendip Altındal


13 Kasım 2012 Salı

10 KASIMDA YANINDAYDIK..


                  10 Kasımda bizde yanındaydık yüce rahmetlimizin. Saatlerce sağanak halinde yağan yağmur altında bekledikten sonra, nihayet kabir’e doğru yola çıkabildik. Mozeleum’a yaklaştığımızda, bana doğru neşreden ilk frekanslarını yakalayıverdi telepati antenlerim.
Diyordu ki:
Çok şükür Allahıma ki, bana sizi prangalarınızdan kurtarıp, ebediyete kadar başınız yukarda, üstünde özgürce yürüyeceğiniz yolunuzu aydınlatmayı nasip etti. Bundan sonrası artık size kalıyor. Bana yakınıp durmayın. Bundan sonra ben sadece manevi yoldaşınız olarak yanınızda olabileceğim. Muhteşem tarihinizle aslan gibi bir milletsiniz, herhalde artık ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz diye düşünüyorum. Kötü hava şartları ve sizi engelleyen bunca olumsuz nedene rağmen çoluk çocuk, kadın, erkek, yaşlı, genç burada olduğunuza bakılırsa, siz de hala ümit var demektir. O halde yolunuz açık olsun sevgili yurttaşlarım, aziz müktesebat yoldaşlarım. Kim tutabilir ki sizi.

         Kabrinden aldığım bu telepatik yayını, olduğu gibi ortaya koysam mutlaka bana ‘Kaçırmış’ diyeceklerdi. Bu yazdıklarımı lisanımünasiple yakınımdakilerle, sanki kendim söylüyormuş gibi paylaştım. Ve onlarında haklı teyitlerini aldım. Şimdi bana sakın gülmeyin. Şayet böyle yapmasam, verilmesi gerekli olan ana mesaj güme gitmezmiydi. Anlam değerini yitirmez’miydi sizce de. Anten ve telepatik yayın, işin teşbih yanıdır ki, onda da kusur aranmaz.

         Öyleyse soralım şimdi artık. Şayet yüce rahmetlimiz bir an için ayaklarının üstünde doğrulabilseydi, acaba bize bunları söyler’miydi yoksa söylemez’miydi. ‘Söylerdi’ diyenler, gerçek Kemalist ve Atatürkçü, laik Cumhuriyetçi vatandaşlar olarak sınavı doğrudan geçerlerdi sanıyorum. ‘Söylemezdi’ diyenlere ise birlikteliklerine binaen teşekkürlerimizi yinede iletirken; ama Atatürk’ü maalesef hiç tanıyamadan buralara gelmişler diyecektik.
Belki de tıpkı, Bedeviler için; “Onlar da Müslüman” diyenlere karşın, Hz. Muhammedin ‘Hayır onlar biatkârdır, imankâr değil, Müslüman sayılamazlar’ dediği gibi. Yani inancı tümleyen imanın da olması gerekiyor, Kemalizm’in özünde. Milli iman’a varmak için de, İslam’ın Kuran’ı gibi, Nutuk’u önce okuyup, Atatürk’ü dört dörtlük yorumlamak sonra da özümsemek gerekir. Şayet buna rağmen Kemalist olamamışsanız, bilin ki mutlaka biryerlerde eksik bir şeyler bırakmış ya da hata yapmışsınız demektir.
                                                        
                                                                                        Serendip Altındal

8 Kasım 2012 Perşembe

HAYDİ KIR BOYNUZUNU..

           Görev döneminde, Atatürk ilkelerine, anayasaya ve TSK kimliğinin etik değerlerine bağlı olmaktan başka hiçbir suçu(!) olmayan İlker Paşa, ne yazık ki on aydır tutuklu. Türk Silahlı Kuvvetlerinin başında ve en yüksek mevkiinde ki bir Kumandanın uluorta, sadece Okyanus ötesine ters geldiği için böyle tutuklanmasının, tevil edilir bir yanı yoktur.
            Kimin ülkesidir bu ülke acaba, bizim mi yoksa başkalarının mı? Ki bu ifadenin içine, normal adalet bünyesinde izahı bile olmayan, diğer anti hukuksal tutuklamaları, Milli bayram yasaklarını, dayaklı, gazlı, sulu, barikatlı vs. yi de katmadığımız halde, sadece yukarıdaki ilk tümcemizle bile nasıl bir güncele, iterek, dürterek, büzerek bilmem daha ne denirse, zorla getirildiğimizin, hazin ve ısıran görüntüsünü ortaya koyabiliriz aslında.

            Unutmayın, içinde bulunduğumuz durum sadece Atatürk ve Milli Birlik sorunu değildir. Aynı zamanda insan statüsünde varoluşun, birey varlığımıza olan yansımasıdır da. Düşünün, neden kendi konumunuzda, anne ve babanızın evladı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve Türk olarak doğdunuz. Neden 6,5 milyar dünya insan güruhunun arasında, başka bir mekân ve kimlikte değilsiniz de, SİZ olarak yaratıldınız. Atatürk’te sizin gibi olduğu için aslında bugün varsınız.
            İşte bu seçilmişliğinizin de nedenlerinden biri olan 10 Kasım da, vicdan muhasebenizin ve bu sorumluluğunuzun da hesabını vermek durumundasınız. İnsanın bütün ömrü boyunca karşısına, özünü aklayacağı böylesi fırsatlar ancak bir, iki defa çıkar. Bu nedenle de siz, siz olun son treninizi de kaçırmayın hiç olmazsa.
            Vicdan finansmanımızın gücü ile de orantılı bir psikolojik sorunsalımızdır da bu durum aynı bağlamda. Hele de bildiğimiz normal insan tiplemesiyle izah edilemeyen davranış bozukluğuna; ancak “Kozmik, kaotik materi” özümsemesinin daha uygun düşeceği, başımızda ki beslemelerin yandaş ve seçmeni de olmadığınız halde, şayet 10 Kasım’a bigâne kalıyorsanız, psikolojik bir vaka haline gelmişsiniz artık demektir. Ki bunun da altını çizmemiz gerekir.
            Yine de konuya ilgi duymayanlara ‘Vah ki ne vah halinize’ dememek için, onları kendi özleriyle başbaşa bırakıyorum. Çünkü onlar artık Allahlık olmuşlar demektir. Allah’ın da kıvılcım vermeyecek kaynağa kibrit çakmayacağını, tecrübelerimizden biliyoruz. 

            Marjinal(!) Cumhurun kutlama hakkını, sökerek aldığı 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, onu yasaklayan tiranlara attığı muhteşem bir Atatürk şamarıydı aslında. Aynı Cumhur’un 10 Kasımda gerçekleşecek birlikteliği ise, beslemelerinin arkasına gizlenen emperyalist düvelin suratında patlayacak, daha da haşmetli bir tokat olacaktır neresinden bakılsa. Rahmetli büyük önderin bu günü, yüce ULUSUNA ikinci bir kurtuluş birliği aktı olarak ilan eden haykırışını, sanki kabrinden işitiyor gibiyim.

            O halde sesini hep birlikte duymak için, 10 Kasımda Anıtkabirde bir arada olmak zorundayız. Şayet Ankara’ya özel nedenlerimizle birlikte akamayacaksak bile, bulunduğumuz yörelerde mutlaka tecelli edecek olan mahalli birlikteliklere iştirak etmeliyiz. Ve böylece bizi birey yapan Türkiye Cumhuriyet vatandaşlığımızın, riskini taşıdığımız borcunu, belki de en azından eda etmiş olur ve aynı paralelde; bu yurdun özünde, kime ait olduğunu, bunu bir türlü hazmedemeyen tüm taş kafalara bir kere daha vurmuş oluruz..

            Olana bitene bakıyoruz da, her şeye rağmen gülmemek elde değil. Boynuz olduklarını sanan bazı yeni bitmeler, bugün anayurdumuzda birey olma hakkımızı bile bize çok görüyorlar. Bizde çok sık kullanılan bir deyim vardır hani, ‘Boynuz kulağı geçti’ diye. Dervişe sormuşlar, ‘Boynuzun mu, kulağın mı” diye’ o da ‘Boynuzun senin olsun, kulağımı bana bırak’ demiş. Bilmem anlatabildim mi? Bu bağlamda da espriyi, kulaklarımızı geçen başımızda ki boynuzlara, bir başka deyişle de, tüm cin olmadan adam çarpmaya kalkanlara ithaf edelim isterseniz.

                                                                                   Serendip Altındal


1 Kasım 2012 Perşembe

ANLAMASA DA OLUR..

            Amerikada kasırga varmış para babasının umurunda mı? O olsa olsa elektriği kesilip de şovunu seyredemeyince kasırganın farkına varmıştır muhtemelen. Bu arada ölen insanlar da varmış kimin umurunda. Hem kimmiş bunlar. Çoğunluğu, zenginle fakir arasında oluşan ‘kara delikte’ yaşayan çulsuz ve mekânsızlar. Yani Amerika’nın zengin mahallesinde, insan olduğu var sayılmamış; ama açıkta ve sahipsiz kaldıkları için kasırgadan telef olunca da, insanlıkları lütfen hatırlanmış ve ölen listelerinde belki de isimleriyle yer alabilmiş insancıklardır. Ne yazık ki aynı ülkede hiçbir sosyal güvenliği olmayan bu insanlar, her afette artan sayılarda telef olmaya da devam ederler.
            Bir yanda hudutsuz servetlerinin doruğunda, kâşanelerinde sefa süren bir azınlık, diğer yanda açlık, mekânsızlık ve çaresizliğinden kurtuluşu uyuşmakta bulan narkososyaller(!) topluluğu. İşte zirvede olduğunu düşündüğünüz Amerikanın, asal gerçeği budur. Üstelik bu sütü bozuk ve hep de aç olan zirvede ki azınlığın gözü, şimdi de bizim ekmeğimizde ve yurdumuzun varlık değerlerindedir. Vatan müktesebatımızın, şerefli tarihimizin ve varlık nedenlerimizin ise bu şerefsizlerin gözünde hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Esasen kendi babasının bile kim olduğunu bilmeyen, milleti olmadığı için devlet geçmişi de olmayan, asosyal kampus toplumundan, başka da ne beklenir ki.

            Dünya harplerinden uzakta kalan Amerika için, dünün gelişmiş ülkelerini yerle bir eden dünya savaşları, aslında bilakis yapıcı da olmuşlardır. Ötekiler savaşırken, sessiz ve derinden uluslar arası pazar payını yükseltmiş, harplerin karaborsacısı olarak servetine servet katarak neticede, bugünlerin bir numaralı sivil toplumlar düşmanı emperyalist kimliğine dönüşmüştür. Ne var ki, gerek strüktürü ve büyüyen güçleri, gerekse de giderek kendisini kuantimize eden bilimsel gerçeği ile bugünün dünyası, öyle bir noktaya geldi ki, artık bütün güçler son derece dikkatli oynamak zorundadırlar, insan doğasının vazgeçilmezi olan tarihi harp oyununu.
            Hele de bu güçlerin en sevilmezi, en çok düşmanı olanı ve dünya selameti adına ilk önce ipi çekilmesi gerekeni olan Amerikalı, diğerleri bir defa ise kendisi iki defa düşünmek zorundadır. İşte bizatihen de durumunun farkındadır. Zira yeni bir dünya savaşında, eski harp fırsatçısı kimliğin arkasına saklanamayacağının ve başına neler gelebileceğinin çok iyi bilincindedir, siz onun sattığı havaya bakmayın. Aslında Anadolu-Ortadoğu parkuruna demir atmaya kalkması da bundan sonraki mevcudiyeti adına boşuna değildir. Sımsıkı sarıldığı son ümididir belki de; ama yanlış ata oynamaktadır.

            Gerçekte Türk seçimi doğrudur; fakat Kürt payandası, yeni Osmanlı, yumuşak İslam ve anti laik hem de şeriat özlemcisi AKP kurgusu yanlıştır. Bundan sonra Ortadoğu’da yaşamının ya da en azından kabul görürlüğünün gerçekleşmesini hesaplıyorsa, biran evvel Kürtçülük maskaralığından ve anti laik AKP belasından kurtulmak ve ne yapıp yapıp, bundan sonra daha da zor olsa bile, Türk vatanının gerçek sahibi olan Milliyetçi kanadı arkasına almak zorundadır. Yoksa Atatürkçü, laik Cumhuriyetçi Türk Milletini karşısında bulacaktır ki, işte bu beladan çıkışı da yoktur. Amerikalı, Kürt partisi AKP enigmasıyla, 89 yıllık Atatürkçülük doktriniyle kemikleşmiş Türkiye Cumhuriyetinde, hiçbir geleceğinin olamayacağını artık anlamak zorundadır.
            Türk’ün toprağında Türk dostu kalabilmek için, açık kartla oynamak ve Türk’ü arkadan vurmamak gerekir. Zira sana nereden dalacağını kestiremezsin. Eski Amerikalı daha akıllıydı çünkü onlar bile bu gerçeği kabul etmemenin, abesle iştigal etmek olduğunu daha o zaman anlamışlardı. İşte kendi sonunun başında ki küreselci Amerikalı, bir an önce bu gerçeği anlamak ya da anlamak zorundadır artık. Şayet 29 Ekimde, gaz tüpüne(!) çevirdiği tufeyli AKP-Polisinin karşısında, bütün olanaklarının kesilmesine odaklanıldığı halde, dimdik ayakta bireylik bayramını kutlayan Türk Milletinin şamarından hala bir şeyler anlayamamışsa, bundan sonra kendi kuyusunu kazacağı süreçte de anlayamayacak demektir.

            Dedenin de tarihini yazmış olan Türk’le denk değilsin, haddini bil Amerikalı. Tarihinde geleneğinde yok. Sadece parayla da adam olunmuyor, şecere de lazım insana. Dünya tarihi ile birlikte başlayan kendi şerefli geçmişi, dünyanın bugünkü büyüklerinin(!) oturduğu her bölgesinde, birbirinden büyük devletlerle bezenmiş Türk Varlığını, göz ardı etmeye kalkma. En azından baban gibi akıllı ol. Dünya lideri Atatürk boşuna Türk değildi. Unutma ki şayet böyle olmasaydı, Türk yine var olurdu bu dünyada; ama ne kendisi ne de Türkiye Cumhuriyeti bugün var olabilirdi.
            Tanrın da, Şeytanın da Türk’tür bunu da sakın unutma. Ve onu karşısına alan ne hikmetse direkt bizatihen veya endirekt bir şekilde hep helak olmuştur. Bu tarihi gerçeği araştırırsan sende göreceksin Amerikalı. Anlayacağın askeriyle uğraşılmasını Tanrı da istemiyor herhalde. Kuvvetle muhtemeldir; şayet bir gün yıldızlara gidebilirsen oralarda da karşına eski Türk medeniyetlerinden ipuçları çıkarsa sakın şaşırma. Yani bizim Orhan Veli gibi oralarda da karşına her an deniz(!) çıkabilir, şimdiden haberin olsun. Gerçekleri araştırıp doğrulara varabilirsin iyi de; ama unutma sadece bilip düşünmekle olmuyor, onları benimsemek, özümsemekte kazım ki, insana ‘Akıllı’ denebilsin.
            Babalarınız anlaşılan sizlerden akıllıydılar ki işlerine Pentagon’u bulaştırmadılar. Sizler herhalde, ya o babaların çocukları değil ya da paralel evrenden filan inmiş olmalısınız şimdi bulunduğunuz yerlere, zira bu dünyanın işlerinden hiç haberiniz yok. Dikkatli olunda elinizle kendi piminizi çekip bizimde başımızı yakmaya kalkmayın topraklarımızda. Biz nasıl olsa yolumuza yine devam ederiz de, çünkü bu Türk’ün tanrısal yazgısıdır; ama sizler yok olursunuz. Türk’e karşı değil de Türk olmaya bakın. İstersen sana da bir kimlik verebiliriz Amerikalı ki, bir gün buna çok ihtiyacın olacaktır. Türk herkesi anlar ve her ortama da zekâsıyla sorunsuz uyabilir. Ne var ki, kendisini anlamak zordur. Onu ancak kendisi de Türk olan anlar. Türkelinde Türk’e karşı olmaksa resmen uçukluktur, başını mermere çarparsın sonunda. O halde Türkelinde yıkıcı değil, yapıcı ol ki sende ayakta kalabilesin.

            Sözün özü: Türk’ün her başı sıkıştığında kendi içinden yeni bir banisi her zaman çıkar, yani hep kendi kıçını kendisi kurtarmıştır ve bu bağlamda kimseye de ihtiyacı yoktur. Bu her zaman da böyle olacaktır. Bunu senin kafan almasa da olur Amerikalı!

                                                                                  Serendip Altındal