25 Aralık 2012 Salı

YENİ YIL MESAJI..

         Aziz yurdumuzun evrensel hukuku ve onun hamisi olması gereken anayasal devleti, şimdilerde ne yazık ki bir kara deliğe düştü. Boşuna aramayın bulamazsınız! Başbakanları dahi, esasen aklının hiç ermediği devlet işlerini bir kenara koyup, kendi gurubuna bile otorite sağlayamadığı meclisten kaçıp kurtulmak adına, Çankaya’da oluşturmaya çalıştığı, bir şizoid sanrısal Başkanlık makamına veya sanal; ama otokrat bir ‘Tek adamlık' şemsiyesinin altına sığınıp, aklınca korunmaya odaklandı.
Kendisini Türk görmediği, sadece Türkiye vatandaşı olarak betimlediği için de, ‘Başbuğ’ sıfatını ona yakıştıramadığımızdan, bu sanrısal makama, olsa olsa çaldığı kemençe, tuttuğu hamsi(!) bir Sultan-Başkan tanımlaması daha uygun düşecektir. Ama neresinden bakılsa böyle bir kendini atama:-) 600 yıllık Osmanlı tarihinde bile daha öncesi var olamamış bir ilk olacak ve muhtemelen de ‘UCUBE dünya rekorları’ tarihine geçecektir. Şimdi böylesi bir güncelde, bu son ‘trajikomedi’ ve heyulaya dönüşen tefekkür dünyamızla, bir yılı daha, artık saklısı kalmayan kozmik arşivimize kapatıyoruz.

            Yeni yılın hayırlar getirmesini dileyelim, dileyelim de, zamlar ve çığ gibi ek vergi adı altındaki yeni yasal(!) gaspların, ilk günlerinden itibaren, karabasan gibi üstümüze çökeceği yeni yılda, bu hayrın dozajı ne olmalıdır. İşte onu bilemiyoruz dostlar. Hele de bizim gibi intibaksız(!) emeklilerin, kemirirken doyduklarını sansınlar diye önlerine atılacak yalancı kemiklerle, seslerinin iyice kısılması da planlanıyorken. Öyle ya, geçim endeksi ve yaşam standartları konusunda sınıfta kalmış, İngiliz astarlı – ki bir zamanların İngiliz kumaşı da artık yok, muhtemelen onlarda Çin trikosu giyiyor olmalılar- neyin ve nasıl ekonomist olduğunu bir türlü çözemediğimiz Maliye bakanı ambiyansında ki şahıs, yaşam çukurunun kenarında ki emeklilerin, bir de hiç utanıp sıkılmadan maaşlarının fazla olduğunu söylemiyor’muydu hani.
            Geçtik doğal gazdan, öcüye dönüşen elektrik faturası korkusundan, klima bile yakamaz hale geldiğimiz evlerimizde, soğuktan takırdayan kemiklerimizi ısıtmak için, kazak üstüne kazak giyerek; ama bizi bu hallere getirenlere de ağız dolusu uzun havalar(!) çalıp söyleyerek, kutlayacağımız yılbaşı, hepimize ve her şeye rağmen bol neşeler getirsin diyorum. Ha bu arada bizim şimşek gibi hızlı İngiliz maliyeciye(!) çok daha duygusal RomanovSKİ rapsodiler eşliğinde, en hayırlı(!) temennilerimizi yolladığımızı bilmem söylemeye gerek var mı?
            Bizim kereviz ekonomistlerinin üfürme istatistikleriyle, sıcak, aslı ise yabancı paralar ve ithalat sanayi üzerine kurulu balon ekonomimiz, neredeyse patladı patlayacak. Tarihin tavanını yapan iç ve dış borçların, üstüne üstlük örtüsü bir türlü kaldırılamayan ‘Örtülü ödeneğin’ ağır yükü ile de iyice yamulmuş ödemeler balansı, bu yılda, esasen ezilmekte olduğu yükünün altında artık Kayseri pastırmasına dönüşen vatandaşın sırtına, daha yeni yıla girmeden binmeye başladı bile. Allah yeni yıldan, aslında hepimizi korusun. Belki de bizlere vereceği en hayırlı ‘HAYIR’ bu olacaktır.

            İşte bu düşüncelerim ve gülmekle ağlamak arasına sıkışmış karışık duygularımla yeni bir yıla girerken de, genel bir kutlama mesajı bile yazmak içimden gelmiyordu inanın. Eldeki tespitlerle; ama umutla, yüce dâhimizin birbirinden fazla ışıldayan fikir ve söylemlerini yansıtan tarihin, kronolojik paragrafları arasında gezinirken rastladığım, aşağıda ki öngörüsü bana, bugün genel dünya güncelimize, sanki en uygun düşeni gibi göründü. Bu bağlamda da, yeni yıl mesajımızın ortak paydası olacak temenniler bölümünü, o muhteşem insana bırakmaktan başka ne yapabilirdim ki. Ondan daha anlamlı ve genel ortamın üstüne cuk oturan bir ifade kullanamayacağıma göre de:

§  Ben ki benim fikirlerim bütün arkadaşlarımca paylaşılmaktadır. Bir yandan Batının işçi sınıfı, öte yandan Asya ve Afrika'nın köleleştirilmiş halkları, milletlerarası sermayenin kendilerini yıkmak ve efendilerine büyük çıkarlar sağlamak için köle durumuna getirmek istediğini anladığı ve sömürge politikasının işlediği suç, Dünya işçilerince kavrandığı gün, burjuvazinin kuvveti sona erecektir. Ben buna inanıyorum.
İnsanlığa müteveccih (yönelik) fikir hareketi ergeç muvaffak olacaktır. Bütün mazlum milletler, zalimleri bir gün mahvedecek ve ortadan kaldıracaktır. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir toplumsal duruma kavuşacaktır. Bizim milletimiz o zaman bu gayeye vasıl olan milletler arasında takaddümüyle (öncülüğü) cidden iftihar edecektir.
Şarktan şimdi doğacak olan güneşe bakınız.
Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklal ve hürriyetine kavuşacak çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki, terakkiye ve refaha müteveccih olacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istiklale ulaşacaklardır.
Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletlerarasında hiç bir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk, işbirliği çağı hâkim olacaktır.
(Çiçerin'e mektup: 22Ekim 1920 – Mustafa Kemal Atatürk)

            Aslında yüce Atatürk'ün yukarıda çizdiği bu ideal Dünya tasviri, gerçek küreselciliktir ve Dünya insanının, bugünkü emperyalist sahtesinin yanında, sadece bu ideal olana azami ihtiyacı vardır. 1920’lerden bugüne, bir değişikliğe uğramadan, aksine daha da psikopatik bir histeriye dönüşen emperyalist tasalluta karşın, yüce önderin o zaman söylediklerini kelimesi kelimesine, en anlamlı ve hayırlı, yeni yıl temennileriniz olarak, haydi gelinde kabul etmeyin bakalım. Gelinde bu temennileri, başınızda ki emperyalist devşirmesi ansızların, kader bağınızın kördüğümcülerinin ve basiretsiz çıkmaz sokak bezirgânlarının aymaz suratlarına çarpmayın şimdi.
            Bütün bu açmazlara rağmen ne var ki, bize her kâbusu unutturacak muhteşem kimliğimize ve özümüze yeniden layık olacak, önümüzde ki parıltılı yeni yıllarımıza olan sarsılmaz inancımızdan aldığımız gayretimizle, yine de:
           
            Yeni yılın, bütün eş dost, akraba ve tüm gönül dostlarıma, yukarıda ki mukaddes temennilerin terennümünde, bütün dileklerinizin gerçekleşmesi bağlamında, sağlık, esenlik ve gönlünüzce en mutlu günleri getirmesini diliyorum.

Serendip Altındal

13 Aralık 2012 Perşembe

POYRAZIN SÖYLEDİKLERİ..

            Dinle Amerikalı! Amerikan rüyasının, giderek Amerikan hummasına dönüşmekte olduğu, artık kendi bünyende ki akil vatandaşların tarafından da teşhis ediliyor hale geldi. Şayet aynanın karşısına geçip, gözlerinin içine bakarak kendi öz eleştirini yaparsan, bize patiska kefenler biçmeye kalkan sen, sonda kendin için çadır bezi bile bulamayacağını da mutlaka anlayacak ve dehşetle, kendi adına endişe verici hal i pür melalinin de farkına varmış olacaksın.
            Bu arada mel'un kafanda ki muhtemel yeni kurguları sahneye koyarken, lütfedip, 2030'lara sarkıttığın muhayyer kürdi bölümünü, şimdilik bir kenara koyup, haritamızı yeniden yüce emanetimiz misak ı millimiz perspektifinde tek parça halinde göstermeye başlaman, acaba kendi otokritiğinin ilk göstergesi mi oluyor. Sağ ol be, hani çok alicenapsın(!). Yoksa sol gösterip sağ vurmaya hazırladığın yeni kolpon mu bu? Aslında başkalarına haritalar biçmeyi bırakıp yakın gelecekte zorunlu olarak içine sığmak zorunda kalacağın, yeni topolojinin hesabını yapmaya başlasan, akıllılık etmiş olmaz'mısın. Yoksa “haritalarını” desek daha mı doğru olur.

            Bugün 13 Aralık, Silivri’de bir miladi başlangıç olarak geçecek artık, sahtesiyle başlayan ama gerçeğe dönüşecek yeni ERGENEKON dirilişiyle, sonsuza gidecek olan Cumhuriyet tarihimize. Onbinlercesiyle, ülkenin bütün Kemalist, Ulusalcı ve Kuvvacı akil güçleri oradaydı, birlikte yürüdüler. Eksik olmasınlar beni de aralarında görmek istedikleri halde, maalesef şu an geçirmekte olduğum gribal enfeksiyonum nedeniyle; ama bana kalsa gidebilecekken, otobüste dar ve havasız bir alanda, yakın kontak içine gireceğim gönül dostlarımı hasta etmemek adına, affımı rica ettim. Bunu istemeye istemeye yaparken de, kalan ömrüm boyunca gururla saklayacağım ahde vefa belgeselimde, muhteşem bir sayfanın eksik kalacağının da bilincindeydim ne yazık ki. Bugünkü tarihi dayanışmanın amacı herkesin malumudur. Bunun ayrıntılarına girmek istemiyorum. Özellikle yozlaştırılmış; ama önce, kendisini yozlaştıranların yakında biletini kesecek olan hukuk sistemine verilen mesaj, bu anlamda çok önemliydi.
            Ahde vefa dedik de, video kanalıma koymak üzere klipler oluştururken, en gerçekçi ve ikna edici Kemalist olguyu ve milli dayanışmayı, aslanlar gibi tek başına ortaya koyan İşçi Partisine destek çıkmak adına, diğer muhalefet liderlerini de boşuna aradı gözlerim. Bilhassa da kendi adıma Sayın Kılıçdaroğlu’nu. Hele de bu miladi günden sonra, CHP den İP yönünde yeni kopmaların önünü almak adına, parti içinde bir reorganizasyonun planlanması vazgeçilemez gözüküyor artık.
            Bu bağlamda, CHP de gözlenen yanardönerli durumu teyit edercesine, söylentilere göre de parti bünyesinde inişyatör çıkışlı ve Siyonist-Mason ittifaklı gizli parmakların temasları olduğundan, kuşku da duyulmuyor değil. Zira bu kardeşlerin eşyalarının tabiatı gereği, iktidar veya aday partilere her fırsatta sızma yaptıkları ve yapacakları yeni bir şey değildir. Şimdi kişiliğine büyük güven duyduğumuz Kılıçdaroğlu’nun, bu kuşkuları kökten yok edici dirayetli müdahalesini bekliyoruz. Bu sayede bilhassa da Kemalist ve Kuvvacı öz CHP lilerle yeniden güven tazelenebilecektir ki, işte bu çok elzem ve acildir.
 
                                                                                              Serendip Altındal

3 Aralık 2012 Pazartesi

NADİM OL, GÜNAH ÇIKAR..


         Öz düşmanlarımızın dostuysan
         Öz düşmanımızsın o zaman
         Tayyip Erdoğan…
        
         Arkanda duran
         Sana umut bağlayan
         Kendi katlarında
         Seni seçilmiş yapan
         İnsancıkları aldatan
         Ve seni iğfal edeni
         Terk et yol yakınken
         Kayıplarını geri kazan

         Bil ki kaderin olacak zebanindir
         Üstüne doğru gelen
         Kara bulutların ardında saklanan
         Ve seni elinde sopasıyla
         Cehennem kapısında asıl karşılayacak olan

         Çocukken bir dervişin vardı mutlak
         Sana evir, çevir, sallan, yuvarlan
         Nasıl olursa olsun para kazan
         Diyen
         Ama seni aldatan
         Şimdi deneyim sahibisin
         Türlü alışverişlerin var bizatihen
         Kelle hesabına yazılan
         Söyle ki ona:

Bilinmesi gerekeni bil; ama her bildiğini söyleme.
Bilmediğini ise asla savunma.
İnan; ama fanatik olma.
Söylediğini asla unutma; ama söylemediğinin altına da sakın imzanı atma.
Önce dinle, aklın yatmıyorsa parmağını kaldırma.
Anla ki feyzin artsın. Öğren ki ufkun genişlesin. Doğruyu ara ki saygı bulasın.
Dostun sandığının önce niyetini anla, aslında olmadığını anlar, yapayalnız kaldığını sanırsın.
Türk gibi ol ya da öyle kal: Kalbin hep açık olsun, bırak kaçanları, az olsun ama senin olsun. Sonda içinde kalanları say. O zaman yalnız olmadığını da anlarsın.
Biliriz yılan sinsidir. Adama sessiz yaklaşır. Hedefi bizsek başını ezmemiz gerekir. Yoksa bırakırız gider, zira o da can taşır.
Tutarlı ol; ama yastık altında saklama.
Emaneti sayıp al ve saymadan da asla teslim etme, bu örtülü ödenek de olsa.
Elin unuyla ekmek yapma, sarkıtıyla da gerdeğe girme.
Hacıya, hocaya fal baktırma, irfan yolundan sakın ola sapma, sonra yaya kalırsın.
İmamet gibi Saltanat da gömü oldu artık. Eloğluna güvenme akıllı ol, doğanı ateşe atma, önce sen yanarsın.
Bil ki, hak yolundan sapan, sonunda ona mutlaka misliyle muhtaç olandır.
Unutma ki yolun sonunda ödenecek tutar herkes için bellidir, ödemeler de orada hep nakittir ve kredi kartında geçmez.
        
         İnan da kurtul fazlalığından
         Yarın acıtacaktır sözlerim
         O yüzden
         Oku onları bugünden

         Sonra da ümmetinle paylaş
         Bırakma yarına
         Yolunu kollayan dört atlının beklediği
         Mahşerin kapısında
         Çıkmadan önce günah kantarına
         Nadim ol, günah çıkar

         De ki, aklın yolu birdir
         Çözüm müşterektir
         Vekil dokunulmaz olmasın
         Mikropsa hesabını ödesin
         Tefekkürüne son yolculuktan evvel bağlan

         Bil ki biz Türkoğluyuz
         Tafran bize sökmez
         Metelik bile vermeyiz
         Ama bizden sana izin
         Lakin şartı unutma
         Nadim ol, fitneyi bırak
         Tanrıya şirk koyma
         Arın günahlarından
         Sonrası tufan
         Yalnız ortalarda gözükme
         Yetmedi mi zulan
         Artık emekli ol
         İstersen yat uzan
         Ya da arkana yaslan…
        
                                                        Serendip Altındal


29 Kasım 2012 Perşembe

MİLLETE YÜZÜMÜZ OLSUN..

          Eski Türklerin yaşam biçimlerinden, Yabguları, Kaanları ve yurtlarından bahseden yazıtlarından anladığımız gibi, Türkler genelde gururlu, başları her zaman yukarıda, özgür, mütevazı, dosta dost, düşmana düşman, çok zeki; ama saflık derecesinde kalender - ki Aziz Nesin gibi yüzeyseller buna aptallık der, aslı ise korkusuzluğun verdiği gamsızlıktır -, fazla seçici olmayan, açken tokluğun, tokken açlığın hesabını tutmayan, gözleri, gönülleri tok, kalpleri açık ve güne göre yaşayan insanlardı.
         Asker doğdukları ve korkusuz da oldukları için, ordu da beslemez, kadın, erkek, çoluk çocuk ve çocukluklarından beri de milletçe milis olarak yetiştiklerinden, her şeraitte hemen teşkilatlanarak harbe hazır olurlardı. Böyle bir milletin, disipliner doğası nedeniyle, lidersiz yaşayamayacağı da açıktır. Bu nedenle de zaten dünya tarihine sayısız liderler armağan etmişler ve de bundan sonra da etmeye devam edeceklerdir.
         Ne ki, özlerinde, Atatürk gibi gerçek liderlerini seçerken de çok seçicidirler. Bu anlamda da kendilerine lider olabilmek, her babayiğidin harcı değildir esasen. Mevcut durumdaki ataletlerinin nedeni ise, henüz lider konusunda ki kararsızlıklarında aranmalıdır. Üstlerinde ölü toprağı olmadığını, her zaman ki gibi yangın olmak için sadece kıvılcım beklediklerinin göstergesi de, çıkışı hala yüce önderlerinde arayan, son 29 Ekim ve 10 Kasım birliktelikleri değilmiydi?
         Ne var ki bu özellikleri yüzünden arada sırada, lider sandıkları asma kabaklarının da peşine takılarak, doğuştan özgür başlarını, kendi elleriyle açmaza sokmuşlardır. Bu emsalsiz özelliklerinden ötürü de, birçok lider diye ortaya çıkan dirayetsiz asmakabağının yanı sıra, sayısız gerçek dünya lideri de çıkarmışlardır. En son çıkardıkları ve adam gibi lider sıralamasında, geçen asrın dünya şampiyonu olan Mustafa Kemallerinden sonra, 1938 yılından beri kendi kalıplarına uygun olanı bir türlü bulamadıklarından, aynı hamurdan yeni bir dünya liderine olan özlemleri de giderek artmaktadır.
         Geçmiş tarihsel süreçlerinde, lider sevdaları yüzünden, zaman zaman yanlış liderlerin’de peşine takılıp kolayca boylara bölünerek, düşmanlarına servis de yapmışlardır. Başka ifadeyle, o zaman da sömürü tuzaklarına düşürülmüşlerdi. Belki de bu yüzden Atatürk’ün özlediği ve vasiyet ettiği büyük Türk Güneşi İmparatorluğu, bir türlü parlayamamıştır. Bugün Türkün Vatanında yeniden bölücülük yaratmaya kalkan sömürgeciler, işte bu nedenle ve de ne yazık ki, aslında hepsi de Türk soyundan gelen; ama farklı etnik(!) guruplarmış gibi tanımladıkları diğer boyları, kendi özü olan büyük Türk Birliğine karşı koz olarak kullanmaktadırlar.
         Şimdi içinde bulundukları şartları ise, yeni liderleriyle bir an önce tanışmaları zamanının geldiğini artık ortaya koymuştur. O zaman haydi bakalım Emmioğulları, sadece rüzgâra karşı savurmakla, Türkîli savunulmaz. Türkeli’nin şimdi, gerçek lideri olma şecaat ve faziletini ortaya koyabilecek, bu yüce imtiyaza sahip olabilecek, adını tarihe kazıyacak genç ve ihtiyar delikanlılarına yeniden ihtiyacı vardır artık.
         Bu çağrı kendisini Türk Evladı hisseden, mevcut iktidar partisi bünyesinde olanlar da dâhil olmak üzere, tüm muhalefet liderlerine açıktır. Onlar da tekrar kendilerine çeki düzen vererek, Türk Milletinin gerçek lideri olup olamayacaklarını sorgulayıp, son şanslarını çok dikkatli kullanmak zorundadırlar artık ki, şayet sıralarını başkalarına kaptırmak istemiyorlarsa. Bu liderliğe Türk’ün kadını da hiç kuşkusuz taliptir. Emmioğlum, tarihinde de her zaman ortaya koyduğu gibi, kadınına, ‘Ben varken senin sıran gelmez; ancak ben düştükten sonra’ demesini de elbet yine bilecektir.

         Özal’ın kemiklerini bile mezarında rahat bırakmayan aile efradı şayet Atatürkümüzün mirasçıları olsalardı, Atatürk gibi bir Dünya Lideri’nin kemikleriyle neler yapmazlardı acaba. Erdoğan Hükümetini nasıl bir tazminat yükü altında bırakırlardı kimbilir. Kendi katında seçilmiş (Havassı) olduğu için, böyle mirasçılar vermeyerek, tanrısı onu bu felaketten korumuştu anlaşılan. Yüce rahmetlimizin mucizeler yarattığı, topu topu 15 yılcık devlet adamlığının üstüne 87 yıl geçti. Evvel Allah ne yaptıysa hepsi yüzünün akıyla, bağnazlığın cürufundan yükselmiş muhteşem bir Cumhuriyet Güneşi olarak bugün karşımızda, Piramitler gibi dimdik ayakta kaldı ve sonsuza kadar da kalacaktır.
         Ne ki, şimdi ülkeyi, yeni çakma Osmanlı(!) Sultanı’nın içine düşürdüğü kâbustan çıkarıp, en az da 20 yıl, bozulanları onaracak ve eksik bırakılanları yeniden tamamlayacak, YENİ BİR ATATÜRK’ün mübarek eline acilen ihtiyaç vardır. O’nun bu göreve tekrar ve ne kadar hazır olduğunu, 10 Kasımda Anıtkabirde, üstlerinde dolaşırken avlu taşlarının titreşimlerinde de hissedebiliyordum; ama tekrar aramıza inmek üzere, öbür taraftaki Anayasadan izin alamamış olduğunu ve orada da çakma Anayasa(!) olamayacağını, artık hepimiz çok iyi anlayabilmiş olmalıyız diye düşünüyorum. Öyle ya, şimdiye kadar oraya gidenlerin hangisi dönebildi ki!
         Bakalım guguklaşmış hukuk anlayışıyla, geçtik gerçek vatansever toplum liderlerini de, dizi yapımcılarına bile ülkesinde yaşam hakkı tanımayan Erdoğan Sultanla ümmeti, orada ki Anayasa yürütücünün önünde icraatlarını, hangi belgelerle(!) açıklayabileceklerdir acaba.
         Haydi, bakalım YENİ CHP’li, top artık sizde, o zaman bu zamandır şimdi. Bu işin yükümlülüğü de önce sana düşüyor aziz kardeşim Kılıçdaroğlu, gösterin bakalım artık encamınızı hep birlikte, hodri meydan. Liderini bulmuş bir Türk Milletininse, önünün kesilemeyeceğini ve nelere muktedir olduğunu, yedi düvel aslında çok iyi bilir. İşin bu yanı da millete kalsın artık. Veya bu yanını milletinize bırakmaya yüzünüz olsun biraderlerim.

                                                                                  Serendip Altındal



23 Kasım 2012 Cuma

MUKADDES BEKLENTİ..

            Son günlerde çok sorulan ve kafaları karıştıran, CHP de neler oluyor sorusuna kendi adıma cevap aradığımda, ilk aklıma gelen ve beni rahatsız eden, Kılıçdaroğlu’nun Dersim mağduru olduğunu yansıtan ifadeleri oluyor. Neye göre mağdurmuş acaba, hele o dönemin bölücü eşkıya başı Şeyh Sait’i de mağdurlar listesine katması, nasıl yorumlanabilir. Şeyh Sait’in, diğer bir ifadeyle de ‘Vatandaşlarına sözde zarar gelmemesi gerekçesiyle’ ‘korku dağları beklediğinden’, akıllı davranıp diğer isyancı liderleriyle birlikte teslim olması, sonra da idam edilerek, suçunun ağırlığından yakayı yine de kurtaramamış olması mı, kendisini mağdur kılıyor. Şayet böyle görülüyorsa, Şeyh Sait’in Apo denen sabi avcısından ayrı yanı kalır mı o zaman? Hem de Alevi vatandaşların, bir numaralı Kemalist, Cumhuriyet ve milli müktesebat muhafızı olarak bilindiği yurdumuzda.
            Uzun uzun Şeyh Sait ya da Dersim isyanını anlatmamıza gerek yok. Meraklısı tarihi açıp okusun ve yorumunu kendisi yapsın. Şayet Kılıçdaroğlu, bir gün Başbakanı olmayı beklediği ülkesinde – ki İnşallah da olacaktır – önünde and içtiği devlet müktesebatının, aynı şartlarda tehlikeye düştüğü bir durumda, benzer davranış sergilemez’miydi acaba? Erdem sahibi profiline baktığımda, içimde bir ses ”Sergilerdi” diyor. Şayet yanılıyorsam da yukarda ki ‘İnşallah’ın üstüne, çarpı koymam gerekir o zaman. 
            İnsan iki türlü mağdur addeder kendisini: Kendi perspektifime gelince; aziz yücemizin hasta yatağında yattığı ve son günlerini beklediği o dönemin Türkiye Cumhuriyetinde, içinde yaşadıkları ve onbinlerce yiğit şehidimizin kanlarıyla söke söke alınmış misak ı milli topraklarının, nimetlerinden fazlasıyla istifade ettikleri halde, yurdun diğer normal vatandaşları gibi en zor günlerinde, devletine vergi ödemek ve askere gitmek istemeyen; ama tamamen devletten bağımsız olarak kafalarına göre takılmak isteyen – şimdi ki BDP lilerden ne farkları varsatelef olan isyancı grupların safında olduğu için mağdurdur. Veya da devlet safında hatta tamamiyle tarafsız olduğu halde, amiyane tabirle, eşekler tepişirken arada ezildiği için mağdur olmuştur.
            O zaman Kılıçdaroğlu biraderimizin bunu da açıkça ortaya koyması gerekmiyor mu? Ne yazık ki mağdur da olsalar, böylesi durumlarda kendimiz ve yakınlarımız da dâhil olmak üzere, arada ezilenler her zaman olmuştur ve olacaktır da. İhtilal bile önce kendi evlatlarını yiyerek yola çıkmaz mı? Bu arada ihtilal demişken, ‘Demokrasi olan yerde ihtilal olmaz, biz teşebbüs etmedik yaptık’ diyebilen, bugünkü askerlerimizin en yüreklisi, en delikanlısı ve Cumhuriyetimizden yaşlı Evren Paşayı, bizatihi mağdurlar Pandora kutularını kapalı tutarken, hadi gel de 95 yılın onurunu taşıyan o mübarek delikanlı alnından öpme şimdi. Hele de diğer yanda, Necdet Paşa dedikleri, Arap Baharistanında Fetullah okullarını dolaşıyorken, ne alakası varsa!  Yoksa ABD li Kıpti eniştesi kendisini de içeri kapamasın(!) diye mi acaba, şirin gözükmeye çalışıyordu, ne dersiniz?

            Erdemli kişiliğiyle, normal akıl ve erdeme sahip insanların eleştirilerine açık bir kapı bırakmayan rahmetli Ecevit’in, bence en büyük yanlışı CHP’yi bölmesiydi. Her şeye rağmen partinin çatısı altında kalıp, ihtiraslı kişiliğiyle de sonuna kadar inandığı ilkeler uğruna savaşmalı ve tüm CHP kervanını her ne pahasına olursa olsun tek parça halinde tutarak, sömürgeci haramilerin tuzağına düşürmemeliydi diyorum. Şayet bunu başarabilmiş olsaydı, bugün AKP nin yerinde CHP olurdu. Bu bağlamda kendisi de sivil bağımsızlığımızın lideri olarak, birçok çevre tarafından ikinci bir Atatürk gibi algılanabilirdi diye de düşünüyorum doğrusu.
            Ne yazık ki önümüzü göremediğimiz karanlığımızda, bir meşale olabilecekken, çıra alevi gibi kaldı. Ve maalesef yurdumuz böylece, sömürgeci beslemesi ve ‘ben kaybedersem herkes kaybeder’ paranoid ters mantığında, şuurunu yitirmiş ve ülkeyi çıkışı belirsiz bir kaosa sürükleyen, böylesi bir Başbakan’ın ülkesi haline gelmiş oldu. Bu arkadaş Obama adlı Kıpti ile muhtemelen de nosyonları uyuştuğu için iyi anlaşırken, birlikte icra ettikleri anlaşmalı tiratlarını, daha önce de yazdığım gibi izleyicileri dolmuşa getiren, Batıda ki Pankreas güreşçilerinin ortak vodvillerine benzetiyor ve gülüyorum kendi kendime. Hoş o heriflerin siyasetçilerinin de her biri, başlı başına pankreasçıdır esasen. Bu yüzden de aslında bizimkiyle iyi anlaşıyorlar ya!
            Şimdi konuya Ecevit şablonundan baktığımda, aynı tehlikeyi YENİ CHP için de görmüyorum desem, yalan söylemiş olurum ki, bu bana hiç uymaz. O halde sevgili kardeşim Kılıçdaroğlu’nun şimdi bir değil iki defa dikkatli olması gerekiyor. Şayet Cumhuriyetimizin müktesebat partisi bir kere daha bölünürse, hepsi çok iyi bilmeliler ki, bu defa artık gerçek CHP lilerin – Kemalist, laik Cumhuriyetçi, Milli müktesebatçı ve Kuvayi milliyeci – artık cebine girecek duruma gelmişler demektir ki, çok yazık olur.
            O halde aynı zamanda milli olan asal CHP müktesebatından, zinhar taviz verilmemelidir. Bu bağlamda da, Kemalist, Ulusal milli etiğimize, bugün en sadık ve duyarlı kaldığı açıkça ortaya çıkan İşçi Partisi ile, mutlak bir milli ittifakın içine girmeleri, yurdumuzun müktesebatı adına daha hayırlı olmazmıydı acaba? İşte başta kendim olmak üzere, tüm öz CHP’liler adına, yazıma başlık yaptığım MUKADDES BEKLENTİ aslında budur.

                                                                              Serendip Altındal



19 Kasım 2012 Pazartesi

ŞUNDAN BUNDAN AMA BİZDEN..

           Yaşamın Enigması 4 dür, yemek, içmek, işemek ve çöpü dışarı atmak. Geriye kalan her şey, bizim Âdem’in bu dört olmazsa olmazından sonra gelir. Belki beşinci olarak cinsellik de öne sürülecektir. Ne ki, ‘Aç ayı oynamaz’ diye bir söz de vardır. İlk saydığımız dört ihtiyacınızın herhangi biri, acil alarm butonuna basmışsa, söylermisiniz lütfen, normal beşer olarak hangi cinselliği aklınıza getirebilirsiniz ki artık. O halde gelin en iyisi, biz yinede bu dört asal da kalalım.
            Burada liboşlar hiç kuşkusuz hemen paraya sarılacak, onsuz da olmaz diyeceklerdir mutlaka. İyi de Âdem babamız, cebinde parayla mı inmişti yeryüzüne. Sonra da yüzlerce yıl parasız pekâlâ da yaşamışlardı ilk atalarımız. Şimdi ise başınızda ki AKP hükümetinin paraya nasıl baktığı, ondan ne anladığı açık seçik bizi gagalıyorken, hanginiz, bezgin ve bizar ‘keşke şu para hiç olmasaymış’ demiyor ki. Biz bu düşüncelerle dertleşirken, Okyanusun ötesindeki Coni Volkır, yedi çarpı yirmi dört saat para basıyor ve oturduğu yerden dünyaları satın alıyor. Oh ne ala değil mi(?) Tabii işin bir de bu tarafı var. Ama yapandan önce yaptırana bakmak lazım.
           
            Lider dediğin aydın, sabırlı, anlayışlı, dirayetli, hepsinin üzerinde de adil ve ahde vefa (Milliyet, milli müktesebat, hak ve iman; özetle, ERDEM) sahibi olmalıdır. Oysa ülkemizin başında, milliyetçi olmadığını söyleyen, Damat Feritlere bile rahmet okutan, bir çakma Sultan var. Bir kere milliyetçi olmayanın milleti, milleti olmayanın da devleti ve devleti olmayanınsa bayrağı da yok demektir. Demek oluyor ki aziz vatandaşlarım siz bu durumda, uluslararası bayrak da açamayan(!) bir gemide, gidiyorsunuz demektir ki, işte bu son derece tehlikeli bir durum arz ediyor adınıza.
            Bu takdirde ‘Korsan’ telakki edilecek ve ganimetinize el koymak isteyen en yakınızda ki talancıların dahi iştahını kabartacak bir konumda kalmışsınız demektir.
Bundan sonrası ise tufandır sizin için. Bu durumunuzu iştahla ve aport bekleyen BM sanal insan hakları sözde kurumlarının, kapılarını boşuna aşındıracaksınız. Bütün hak, hukuk feveranlarınız havada asılı kalacak ve tüm varlıklarınızla birlikte, iştahla paylaşılmış olacaksınızdır da artık. İşte gidişiniz bu gidiştir, bunu ANLAMAK; ya da ANLAMAK size kalıyor bundan böyle.

            Hesabı şaşıran cari borçlarınız, bir türlü örtüsü kaldırılamayan; ama hepimizin cebinden çıkan örtülü ödeneğiniz(!)  – Ağırlıklı olarak, Suriye’nin ihanet şebekelerine, yabancı lejyonerlerine verilen silah, mühimmat ve maaş bedelleri  --, öz kaynaklarınızı giderek sıfırlayacak olan yeni özelleştirmeleriniz, her geçen gün daha da kabaracak olan vergi yükünüz, sizi çağdaş dünyanın yıldızı yapacak meşhur, dört dörtlük, pırıl pırıl İmam Hatip Âlimi eğitiminiz, Anayasayı, Sultan yasanıza çevirecek girişimleriniz, yetmedi, Sultanınızı Padişahınıza da dönüştürecek olan başkanlık sisteminiz, hak gaspına uğrayan tutuklu hak zedeleriniz - ki her an içlerinde bizler de olabiliriz - vs. yeter artık.
            Ben sıralamaktan yoruldum, sizleri de okumakla yormayayım. Sadece kaderinizi, hala 3000 yıl öncesi – ilk kitaplı dinlerin başlangıcı – bir anlayışla, içinde bulundukları kuantum çağında, psişik yarıları seküler dünyadan uzak ve hala ruhani bir âlemde uçuşan, İmam Hatipli Âlimlerinize terk etmek üzere olduğunuzu bilin yeter. Ayrıca bir müjde(!) daha vereyim. Bütün ihtiyaçlarınız tamamiyle özelleştirildikten sonra, özel kurumlarla olan sorunlarınızda, çözüm yerine cevap bile alamayacaksınız. Eskiden hiç olmazsa devlet adında ciddi bir kurumunuz vardı başınızda, en azından sorunlarınıza gerekçeli bir cevap alabiliyordunuz. Zaten AKP hükümeti ile birlikte ciddi bir cevap merciiniz de kalmamıştı aslında. Buna da alışık olmalısınız esasen; ama bundan sonra artık o da olmayacak.
            Sorunlarınız başlayınca, bakalım kimi kime şikâyet edeceksiniz o zaman. Size cevap bile vermeye tenezzül etmeyecekler, çünkü nasıl olsa devletiniz de olmayacak başınızda. Bizden uyarması, artık işinize gelirse. Ha şimdi bu satırları yazarken, HALK bankasının halk’a arzı, yine her konuda karşımıza çıkardıkları bildik ve meşhur ‘Cumhuriyet Tarihinin en büyük’ sloganıyla betimlenen özelleştirmesi, anons ediliyordu, TRT adlı Korsan radyodan. Zannedersem, burada söylenebilecek yegâne söz, ‘Hangi Halk’ demek olacaktır. Vatana millete hayırlı(!) olsun, başka ne diyelim. Yoksa yedek donu bile kalmayan HALK çoğunluğu diye kastedilen, bir iki para babası mı? Hiç olmazsa bizden olsalar bari. Öyle ya, onlarda halk çocuğu(!) değil mi nasıl olsa…

            Hala anlayamıyorlar mı? Hala soruları mı var. Yoksa her şeye rağmen yine de anlayamayanlar acaba paralel evrende mi yaşıyorlar? Rotası çoktan belli olan Korsan gemisinin, kaptanından çımacısına kadar küllen icraatlarına baktıklarında, bu gidişin nereye doğru olduğunu, artık anlamış olmalıdırlar. Özellikle de; bu belayı başımıza saran afet seçmenlerinin(!) içinde bulundukları halde, yurdumun soyulmasına ortak olmayan ve kendileri de bizimle birlikte soyulan, büyük bir çoğunluğun, esasen çoktan anlamış olmaları size göre de gerekmiyor mu? Ben bunu aptal kafamla anlayabildiğime göre, kendileri gibi akıllı olanların(!) benden bile anlayışsız olabileceklerini düşünmek istemiyorum doğrusu. Çünkü bu vatandaşımı aşağılamak olurdu.
                                                                                             
                                                                                              Serendip Altındal


13 Kasım 2012 Salı

10 KASIMDA YANINDAYDIK..


                  10 Kasımda bizde yanındaydık yüce rahmetlimizin. Saatlerce sağanak halinde yağan yağmur altında bekledikten sonra, nihayet kabir’e doğru yola çıkabildik. Mozeleum’a yaklaştığımızda, bana doğru neşreden ilk frekanslarını yakalayıverdi telepati antenlerim.
Diyordu ki:
Çok şükür Allahıma ki, bana sizi prangalarınızdan kurtarıp, ebediyete kadar başınız yukarda, üstünde özgürce yürüyeceğiniz yolunuzu aydınlatmayı nasip etti. Bundan sonrası artık size kalıyor. Bana yakınıp durmayın. Bundan sonra ben sadece manevi yoldaşınız olarak yanınızda olabileceğim. Muhteşem tarihinizle aslan gibi bir milletsiniz, herhalde artık ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz diye düşünüyorum. Kötü hava şartları ve sizi engelleyen bunca olumsuz nedene rağmen çoluk çocuk, kadın, erkek, yaşlı, genç burada olduğunuza bakılırsa, siz de hala ümit var demektir. O halde yolunuz açık olsun sevgili yurttaşlarım, aziz müktesebat yoldaşlarım. Kim tutabilir ki sizi.

         Kabrinden aldığım bu telepatik yayını, olduğu gibi ortaya koysam mutlaka bana ‘Kaçırmış’ diyeceklerdi. Bu yazdıklarımı lisanımünasiple yakınımdakilerle, sanki kendim söylüyormuş gibi paylaştım. Ve onlarında haklı teyitlerini aldım. Şimdi bana sakın gülmeyin. Şayet böyle yapmasam, verilmesi gerekli olan ana mesaj güme gitmezmiydi. Anlam değerini yitirmez’miydi sizce de. Anten ve telepatik yayın, işin teşbih yanıdır ki, onda da kusur aranmaz.

         Öyleyse soralım şimdi artık. Şayet yüce rahmetlimiz bir an için ayaklarının üstünde doğrulabilseydi, acaba bize bunları söyler’miydi yoksa söylemez’miydi. ‘Söylerdi’ diyenler, gerçek Kemalist ve Atatürkçü, laik Cumhuriyetçi vatandaşlar olarak sınavı doğrudan geçerlerdi sanıyorum. ‘Söylemezdi’ diyenlere ise birlikteliklerine binaen teşekkürlerimizi yinede iletirken; ama Atatürk’ü maalesef hiç tanıyamadan buralara gelmişler diyecektik.
Belki de tıpkı, Bedeviler için; “Onlar da Müslüman” diyenlere karşın, Hz. Muhammedin ‘Hayır onlar biatkârdır, imankâr değil, Müslüman sayılamazlar’ dediği gibi. Yani inancı tümleyen imanın da olması gerekiyor, Kemalizm’in özünde. Milli iman’a varmak için de, İslam’ın Kuran’ı gibi, Nutuk’u önce okuyup, Atatürk’ü dört dörtlük yorumlamak sonra da özümsemek gerekir. Şayet buna rağmen Kemalist olamamışsanız, bilin ki mutlaka biryerlerde eksik bir şeyler bırakmış ya da hata yapmışsınız demektir.
                                                        
                                                                                        Serendip Altındal

8 Kasım 2012 Perşembe

HAYDİ KIR BOYNUZUNU..

           Görev döneminde, Atatürk ilkelerine, anayasaya ve TSK kimliğinin etik değerlerine bağlı olmaktan başka hiçbir suçu(!) olmayan İlker Paşa, ne yazık ki on aydır tutuklu. Türk Silahlı Kuvvetlerinin başında ve en yüksek mevkiinde ki bir Kumandanın uluorta, sadece Okyanus ötesine ters geldiği için böyle tutuklanmasının, tevil edilir bir yanı yoktur.
            Kimin ülkesidir bu ülke acaba, bizim mi yoksa başkalarının mı? Ki bu ifadenin içine, normal adalet bünyesinde izahı bile olmayan, diğer anti hukuksal tutuklamaları, Milli bayram yasaklarını, dayaklı, gazlı, sulu, barikatlı vs. yi de katmadığımız halde, sadece yukarıdaki ilk tümcemizle bile nasıl bir güncele, iterek, dürterek, büzerek bilmem daha ne denirse, zorla getirildiğimizin, hazin ve ısıran görüntüsünü ortaya koyabiliriz aslında.

            Unutmayın, içinde bulunduğumuz durum sadece Atatürk ve Milli Birlik sorunu değildir. Aynı zamanda insan statüsünde varoluşun, birey varlığımıza olan yansımasıdır da. Düşünün, neden kendi konumunuzda, anne ve babanızın evladı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve Türk olarak doğdunuz. Neden 6,5 milyar dünya insan güruhunun arasında, başka bir mekân ve kimlikte değilsiniz de, SİZ olarak yaratıldınız. Atatürk’te sizin gibi olduğu için aslında bugün varsınız.
            İşte bu seçilmişliğinizin de nedenlerinden biri olan 10 Kasım da, vicdan muhasebenizin ve bu sorumluluğunuzun da hesabını vermek durumundasınız. İnsanın bütün ömrü boyunca karşısına, özünü aklayacağı böylesi fırsatlar ancak bir, iki defa çıkar. Bu nedenle de siz, siz olun son treninizi de kaçırmayın hiç olmazsa.
            Vicdan finansmanımızın gücü ile de orantılı bir psikolojik sorunsalımızdır da bu durum aynı bağlamda. Hele de bildiğimiz normal insan tiplemesiyle izah edilemeyen davranış bozukluğuna; ancak “Kozmik, kaotik materi” özümsemesinin daha uygun düşeceği, başımızda ki beslemelerin yandaş ve seçmeni de olmadığınız halde, şayet 10 Kasım’a bigâne kalıyorsanız, psikolojik bir vaka haline gelmişsiniz artık demektir. Ki bunun da altını çizmemiz gerekir.
            Yine de konuya ilgi duymayanlara ‘Vah ki ne vah halinize’ dememek için, onları kendi özleriyle başbaşa bırakıyorum. Çünkü onlar artık Allahlık olmuşlar demektir. Allah’ın da kıvılcım vermeyecek kaynağa kibrit çakmayacağını, tecrübelerimizden biliyoruz. 

            Marjinal(!) Cumhurun kutlama hakkını, sökerek aldığı 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, onu yasaklayan tiranlara attığı muhteşem bir Atatürk şamarıydı aslında. Aynı Cumhur’un 10 Kasımda gerçekleşecek birlikteliği ise, beslemelerinin arkasına gizlenen emperyalist düvelin suratında patlayacak, daha da haşmetli bir tokat olacaktır neresinden bakılsa. Rahmetli büyük önderin bu günü, yüce ULUSUNA ikinci bir kurtuluş birliği aktı olarak ilan eden haykırışını, sanki kabrinden işitiyor gibiyim.

            O halde sesini hep birlikte duymak için, 10 Kasımda Anıtkabirde bir arada olmak zorundayız. Şayet Ankara’ya özel nedenlerimizle birlikte akamayacaksak bile, bulunduğumuz yörelerde mutlaka tecelli edecek olan mahalli birlikteliklere iştirak etmeliyiz. Ve böylece bizi birey yapan Türkiye Cumhuriyet vatandaşlığımızın, riskini taşıdığımız borcunu, belki de en azından eda etmiş olur ve aynı paralelde; bu yurdun özünde, kime ait olduğunu, bunu bir türlü hazmedemeyen tüm taş kafalara bir kere daha vurmuş oluruz..

            Olana bitene bakıyoruz da, her şeye rağmen gülmemek elde değil. Boynuz olduklarını sanan bazı yeni bitmeler, bugün anayurdumuzda birey olma hakkımızı bile bize çok görüyorlar. Bizde çok sık kullanılan bir deyim vardır hani, ‘Boynuz kulağı geçti’ diye. Dervişe sormuşlar, ‘Boynuzun mu, kulağın mı” diye’ o da ‘Boynuzun senin olsun, kulağımı bana bırak’ demiş. Bilmem anlatabildim mi? Bu bağlamda da espriyi, kulaklarımızı geçen başımızda ki boynuzlara, bir başka deyişle de, tüm cin olmadan adam çarpmaya kalkanlara ithaf edelim isterseniz.

                                                                                   Serendip Altındal


1 Kasım 2012 Perşembe

ANLAMASA DA OLUR..

            Amerikada kasırga varmış para babasının umurunda mı? O olsa olsa elektriği kesilip de şovunu seyredemeyince kasırganın farkına varmıştır muhtemelen. Bu arada ölen insanlar da varmış kimin umurunda. Hem kimmiş bunlar. Çoğunluğu, zenginle fakir arasında oluşan ‘kara delikte’ yaşayan çulsuz ve mekânsızlar. Yani Amerika’nın zengin mahallesinde, insan olduğu var sayılmamış; ama açıkta ve sahipsiz kaldıkları için kasırgadan telef olunca da, insanlıkları lütfen hatırlanmış ve ölen listelerinde belki de isimleriyle yer alabilmiş insancıklardır. Ne yazık ki aynı ülkede hiçbir sosyal güvenliği olmayan bu insanlar, her afette artan sayılarda telef olmaya da devam ederler.
            Bir yanda hudutsuz servetlerinin doruğunda, kâşanelerinde sefa süren bir azınlık, diğer yanda açlık, mekânsızlık ve çaresizliğinden kurtuluşu uyuşmakta bulan narkososyaller(!) topluluğu. İşte zirvede olduğunu düşündüğünüz Amerikanın, asal gerçeği budur. Üstelik bu sütü bozuk ve hep de aç olan zirvede ki azınlığın gözü, şimdi de bizim ekmeğimizde ve yurdumuzun varlık değerlerindedir. Vatan müktesebatımızın, şerefli tarihimizin ve varlık nedenlerimizin ise bu şerefsizlerin gözünde hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Esasen kendi babasının bile kim olduğunu bilmeyen, milleti olmadığı için devlet geçmişi de olmayan, asosyal kampus toplumundan, başka da ne beklenir ki.

            Dünya harplerinden uzakta kalan Amerika için, dünün gelişmiş ülkelerini yerle bir eden dünya savaşları, aslında bilakis yapıcı da olmuşlardır. Ötekiler savaşırken, sessiz ve derinden uluslar arası pazar payını yükseltmiş, harplerin karaborsacısı olarak servetine servet katarak neticede, bugünlerin bir numaralı sivil toplumlar düşmanı emperyalist kimliğine dönüşmüştür. Ne var ki, gerek strüktürü ve büyüyen güçleri, gerekse de giderek kendisini kuantimize eden bilimsel gerçeği ile bugünün dünyası, öyle bir noktaya geldi ki, artık bütün güçler son derece dikkatli oynamak zorundadırlar, insan doğasının vazgeçilmezi olan tarihi harp oyununu.
            Hele de bu güçlerin en sevilmezi, en çok düşmanı olanı ve dünya selameti adına ilk önce ipi çekilmesi gerekeni olan Amerikalı, diğerleri bir defa ise kendisi iki defa düşünmek zorundadır. İşte bizatihen de durumunun farkındadır. Zira yeni bir dünya savaşında, eski harp fırsatçısı kimliğin arkasına saklanamayacağının ve başına neler gelebileceğinin çok iyi bilincindedir, siz onun sattığı havaya bakmayın. Aslında Anadolu-Ortadoğu parkuruna demir atmaya kalkması da bundan sonraki mevcudiyeti adına boşuna değildir. Sımsıkı sarıldığı son ümididir belki de; ama yanlış ata oynamaktadır.

            Gerçekte Türk seçimi doğrudur; fakat Kürt payandası, yeni Osmanlı, yumuşak İslam ve anti laik hem de şeriat özlemcisi AKP kurgusu yanlıştır. Bundan sonra Ortadoğu’da yaşamının ya da en azından kabul görürlüğünün gerçekleşmesini hesaplıyorsa, biran evvel Kürtçülük maskaralığından ve anti laik AKP belasından kurtulmak ve ne yapıp yapıp, bundan sonra daha da zor olsa bile, Türk vatanının gerçek sahibi olan Milliyetçi kanadı arkasına almak zorundadır. Yoksa Atatürkçü, laik Cumhuriyetçi Türk Milletini karşısında bulacaktır ki, işte bu beladan çıkışı da yoktur. Amerikalı, Kürt partisi AKP enigmasıyla, 89 yıllık Atatürkçülük doktriniyle kemikleşmiş Türkiye Cumhuriyetinde, hiçbir geleceğinin olamayacağını artık anlamak zorundadır.
            Türk’ün toprağında Türk dostu kalabilmek için, açık kartla oynamak ve Türk’ü arkadan vurmamak gerekir. Zira sana nereden dalacağını kestiremezsin. Eski Amerikalı daha akıllıydı çünkü onlar bile bu gerçeği kabul etmemenin, abesle iştigal etmek olduğunu daha o zaman anlamışlardı. İşte kendi sonunun başında ki küreselci Amerikalı, bir an önce bu gerçeği anlamak ya da anlamak zorundadır artık. Şayet 29 Ekimde, gaz tüpüne(!) çevirdiği tufeyli AKP-Polisinin karşısında, bütün olanaklarının kesilmesine odaklanıldığı halde, dimdik ayakta bireylik bayramını kutlayan Türk Milletinin şamarından hala bir şeyler anlayamamışsa, bundan sonra kendi kuyusunu kazacağı süreçte de anlayamayacak demektir.

            Dedenin de tarihini yazmış olan Türk’le denk değilsin, haddini bil Amerikalı. Tarihinde geleneğinde yok. Sadece parayla da adam olunmuyor, şecere de lazım insana. Dünya tarihi ile birlikte başlayan kendi şerefli geçmişi, dünyanın bugünkü büyüklerinin(!) oturduğu her bölgesinde, birbirinden büyük devletlerle bezenmiş Türk Varlığını, göz ardı etmeye kalkma. En azından baban gibi akıllı ol. Dünya lideri Atatürk boşuna Türk değildi. Unutma ki şayet böyle olmasaydı, Türk yine var olurdu bu dünyada; ama ne kendisi ne de Türkiye Cumhuriyeti bugün var olabilirdi.
            Tanrın da, Şeytanın da Türk’tür bunu da sakın unutma. Ve onu karşısına alan ne hikmetse direkt bizatihen veya endirekt bir şekilde hep helak olmuştur. Bu tarihi gerçeği araştırırsan sende göreceksin Amerikalı. Anlayacağın askeriyle uğraşılmasını Tanrı da istemiyor herhalde. Kuvvetle muhtemeldir; şayet bir gün yıldızlara gidebilirsen oralarda da karşına eski Türk medeniyetlerinden ipuçları çıkarsa sakın şaşırma. Yani bizim Orhan Veli gibi oralarda da karşına her an deniz(!) çıkabilir, şimdiden haberin olsun. Gerçekleri araştırıp doğrulara varabilirsin iyi de; ama unutma sadece bilip düşünmekle olmuyor, onları benimsemek, özümsemekte kazım ki, insana ‘Akıllı’ denebilsin.
            Babalarınız anlaşılan sizlerden akıllıydılar ki işlerine Pentagon’u bulaştırmadılar. Sizler herhalde, ya o babaların çocukları değil ya da paralel evrenden filan inmiş olmalısınız şimdi bulunduğunuz yerlere, zira bu dünyanın işlerinden hiç haberiniz yok. Dikkatli olunda elinizle kendi piminizi çekip bizimde başımızı yakmaya kalkmayın topraklarımızda. Biz nasıl olsa yolumuza yine devam ederiz de, çünkü bu Türk’ün tanrısal yazgısıdır; ama sizler yok olursunuz. Türk’e karşı değil de Türk olmaya bakın. İstersen sana da bir kimlik verebiliriz Amerikalı ki, bir gün buna çok ihtiyacın olacaktır. Türk herkesi anlar ve her ortama da zekâsıyla sorunsuz uyabilir. Ne var ki, kendisini anlamak zordur. Onu ancak kendisi de Türk olan anlar. Türkelinde Türk’e karşı olmaksa resmen uçukluktur, başını mermere çarparsın sonunda. O halde Türkelinde yıkıcı değil, yapıcı ol ki sende ayakta kalabilesin.

            Sözün özü: Türk’ün her başı sıkıştığında kendi içinden yeni bir banisi her zaman çıkar, yani hep kendi kıçını kendisi kurtarmıştır ve bu bağlamda kimseye de ihtiyacı yoktur. Bu her zaman da böyle olacaktır. Bunu senin kafan almasa da olur Amerikalı!

                                                                                  Serendip Altındal




24 Ekim 2012 Çarşamba

BELİRSİZLİĞİN NEDENİ..

           Başbakanın her pozu, her konuşması ayrı bir âlem. Onu dinleyip izleyince, Batıda yaygın bir şov dalı olan ‘Catch’ güreşleri ve güreşçileri gözümde canlanıyor hemen. Bilirsiniz, iriyarı, şişirme adaleli, vurdukları yeri dağıtacağına inandığınız ama genellikle de çocuk ruhlu, birtakım naif adamcıklar. Bütün işleri birbirlerini oyun icabı gaza getirip, tahrik ediyormuş ambiyansıyla tribünlere müşteri (Tavşan) toplayarak, birbirleriyle sözüm ona kıyasıya(!) - ki gerçekte danışıklı - dövüşmek. O gürbüz ve kalabalık adaleli adamcıkların, çeşitli abartılı aksiyonlar ve karşılıklı küfürlerle süsledikleri(!) sahne gösterileriyle, aslında birbirlerini hastanelik etmeleri gerekirken, kopardıkları bütün gürültü ve patırtının sonunda burunlarının bile kanamadığını görürsünüz. Enteresandır, adı güreş olan bu sanal kavgaların en ateşli seyircisi veya tuzaktaki tavşanları, ne hikmetse ağırlıklı olarak kadınlardır. Adamlar birbirlerini sözüm ona döverlerken(!) en ateşli yaygaraları koparanlar da genelde onlar olur hep.
            Bu bağlamda Başbakanla, besleme bölücü BDP güreşçileri(!) birlikte ringe çıktıklarında, ortak gösterilerinden çıkan anlam ise, usta bir ‘Catch’ güreşindekinden(!) farklı olmuyor. Önce birisi bağımsızlık naralarıyla terörist paçavralarını onore ederken, diğerinin onlara nerdeyse ana avrat sövmediği kalıyor. Yani tam bir tavşana kaç tazıya kovala misali ikili bir vodvil. Bir yandan yumruklar sıkılıyor; fakat diğer taraftan ne şiş yanıyor ne de kebap. Sonuçta burnu kanayan bile yok. Sadece zaman kazanıp, keriz uyutuyorlar anlayacağınız. Öyle ya bizlerde nasıl olsa uzatmalı kerizler olduğumuza göre, bunu da hak ediyoruz doğrusu.

            Partikülcüler nedensellik mi; yoksa belirsizlik mi diyerek tartışadursunlar, bizim nedenlerimiz belli. Onlar bir yanda bizi ağlatırken, diğer yanda güldürüp, umutlandıran paradigmalar oluyorlar aynı zamanda. Zira evrenin yasası böyle, dört buutlu evrensellik paradoksunda bir tarafta kaybolurken diğer tarafta yeniden doğmak, olayı hayli ilginç bir yörüngeye taşıyor. Belirsizliğin, nedenselliği de aslında bilim düzeyimizin bugün belirsiz dediğimizi açıklayacak evrede olmamasından kaynaklanıyor. Zira matematiksel bir formülün sonucu sonsuza eşit olursa, ortada bilgi yok varsayım var demektir. Yani sonucun bilgi olabilmesi için mutlak bir değere eşitlenmesi gerekmektedir. İşte belirsizlik de sadece bugün sonucun sonsuz olduğunu gösterir ama yarın’ın değil.
            Tıbbiye’yi bitirirken yemin eden doktorların yemin babası olan çağlar ötesinde ki Hipokrat, şimdilerin tıp mezunlarından bile daha fazla bilimsel olduğu için mi, onların evrensel hocası olmaya devam ediyor acaba. Bugün gelinen nokta da, en son bilimsel evre olan parçacılık veya kuantum konusunda da durum budur, bugün kontrol edemediğin parça spinlerinin nedenselliğini açıklayamayan bilim düzeyin, yarın bu problemi muhtemelen gelecek nesillere oyuncak malzemesi yapacaktır. Netice de belirsizliğin nedenselliği de bilimselliğin öğütücü çarkından kurtaramaz yakasını ve bu hikâye de böyle sonsuza kadar uzar gider. Mühim olansa yarının bilimselliğine bugünlerin Hipokratlarının atacağı adımdır veya başka bir ifadeyle de bugünün belirsizliğidir.
            Biri kaçar diğeri kovalar ve sonuçta sadece tanrıdan başka kazanan(!) olmaz koca evrende. Biz ne yapalım ki; evrenin bu diğer gerçeğinin karşısında. Homosaphien’in sorgulama çarkının acımasız dişlerinden kurtulacak olan tek paradoksu da budur işte. Meğerki sonunda “Yeter artık” diyerek tanrısını aramaktan vazgeçsin. Nasıl olsa gideceği o malum yerde onunla ya buluşacak(!) ya da buluşacaktır. Ama bu buluşmayı canlı olan asla öğrenemeyecektir. Miras aldığımız ve bırakacağımız, diri ile ölü arasında ki sonu olmayan ikilem de budur aslında.
            Bu bağlamda, aynı yıldız belirsiz yanda ışığını yitirirken, belirgin yanda ışıldamaya devam edecektir. Ve kaybederken bir anda kazanıyor oluvermen de bununla izah edilebilir. Âdemoğlu bir yanda sonsuza kadar eski paradokslarını bilimselleştirirken, diğer yanda yeni paradokslar yaratacaktır. Tanrısı ise dün ve bugün olduğu gibi yarın da hep onun paradoksu olarak kalacak, sonsuza kadar da gizemini muhafaza etmeye devam edecektir.

            Her ne kadar istemeseler veya onlara ters gelse de, nasıl olsa yakında bizim biraderlerde anlayacak ne demek istediğimizi. Nasıl birileri onları atıklar kuyusundan çıkarıp yaldızlayarak bayram şekeri diye bize yeniden yutturdularsa, yarın yine aynı kuyuda hem de geri dönüşümsüz son bulacaklardır nasıl olsa. Çünkü materinin de bir geri kazanım kat sayısı vardır. Yani aynı madde’nin ‘perpeti mobile’ olmayan geri kazanımı da sonsuza kadar tekrarlanamaz. Hele yalan’ın düştüğü yerde yatıp kaldığını, doğrunun ise hacıyatmaz gibi hep ayaklarının üstünde kaldığını ve sonsuza kadar da öyle kalacağını biliyorsak, bunu da anlamakta zorlanmayız.
            İşte yalanların çocukları, yaldızlı Müslümanların 72 fırkası, nasıl olsa helak olup Mahşer’i göremeyeceklerine göre, geriye de söylenecek fazla bir şey kalmıyor esasen. Yalan vadesi dolduğunda önce ayakları titrer sonra da burnunun üstüne çakılır ve bir daha da doğrulamaz artık. Doğru içinse durum aynı değildir. Kullanılsa da kullanılmasa da o hep ayakları üstündedir ve ebediyen de böyle kalacaktır; yani her boyutta enigma değil ama doğrusal bir gerçek olarak parlayacak olan gerçek bir yıldız gibidir doğru. Eee ne yaparsınız, evrensel devinimin zaman çarkından da kurtuluş yok, tüm yaşayan sonlular için ki, hangi boyutta zar atıyor olurlarsa olsunlar.

            Şimdi bırakalım onları ersinler muratlarına, bizimse önümüzde Kurban Bayramımız var. Her şeye, hatta geçici bütün dertlerinize, gam, kasavet ve umutsuzluklarınıza tekmeyi basın. Hayatta ki sayılı aile birlikteliklerinizden olan bayramınızı, sevdiklerinizle bir arada kutlamaya çalışın. Ve bayramınız sağlık, birlik ve esenlikle de hepinize kutlu olsun.

         Bu arada her şeyden fazla da, beyninizi 29 Ekimde ki, evrensel tarihinizin sizi ÇAĞDAŞ BİREY yapan en asil ve anlamlı gününü, en sağlıklı mental seviyede kutlamaya hazırlamak üzere de enerji toplayın. Allah birliğinizi, dirliğinizi ebediyete kadar muhafaza etsin.
                                                                                             
                                                                                              Serendip Altındal



19 Ekim 2012 Cuma

İNANCIM İMANIMDIR..

            İman, temeli biat olan veya başka ifadeyle de prensipte, körün değneğidir. İnanç ise özünde kuşku yatan ve ancak sorgulu bilimle kesinleşip zirveye oturan bilgi bütünlüğüdür. Bu bağlamda zevahiri kurtarmak adına ezberlenen veya ezberletilen bilgiler de unutulmaya mahkûmdur. Ne var ki anlayarak onları belleğimize kazımış olmayalım. Anlamak için de önce öğrenmek, öğrenmek için de verilenlerin somut (belgelenmiş) bilgiler olması gerekmektedir. İspatı olmayan, mekân ve maddesel gerçeği ortaya kesin konamayan varsayımlara da bilgi denemez.
            Özetlersek, varlıkları betimlenmiş Göktürkler, Einstein, Hawking vs. gibi tek tanrıda birleşiyorsak ve tanrının da fal açmadığına inanıyorsak, Hz. Muhammedin İmametinden dini müktesebatımı, Mustafa Kemalden aldığım Milli ve dünyevi Mutabakatımı da üstüne koyunca, aynaya baktığımda ben de karşımda gördüğüm kişide betimleniyorum. Bunu da özümde hissedebiliyorum. Bu bağlamda, İslami gerçeğe ulaşmak için, Kuran ile birlikte sosyo-ekonomik ve ekolojik evreleriyle, İslam öncesi ve sonrasıyla tüm İslam tarihi bir arada özümsenerek bilgiye ulaşmak, sorgulama sonunda varılan doğru bilgiyi inanç olarak benimsemek ve ancak ondan sonra iman’a ulaşabilineceği gerçeğini de vurgulamadan geçmeyelim.
            Özellikle de Hz. Muhammed ashabının yolundan giden gerçek Müslümanların, camilerine bayrak asmıyorken, imanlarını bile Mustafa Kemal’e borçlu olduklarını da akıllarından çıkarmamaları gerekir. Çünkü Mustafa Kemal, gasp edilen haklarını emperyalistin elinden sökerek almış, kendilerine iade etmiş ve Türklüğüyle de Kuranda ki tarifine de tam manasıyla uyan bir Allahın Askeridir. Seçilmiş diye de bir şey yoktur, iman kimseden satın alınamaz ancak özünüzde ve bizatihen tarafınızdan inşa edilir. O halde yukarda ifade etmeye çalıştıklarımızı uygulayınca da, ‘İnancım, imanımdır Tanrıdan bana ihsan’ diyebilmek daha uygun olmaz mı? Bu ise amaçlı olarak şirazesinden saptırılmakta(!) olan temel tefekkürümüzü de, gerçek özü doğrultusunda revize etmektir esasen.
            Bugün Hacca bile gidemiyorsunuz müminler. Oysa Müslüman bile olmayan asortik beslemeler, parayı basınca turistik amaçlı konforlu gezilerle, yurdunuzda Hacı(!) bile olurlarken, sizin sıralarınız bir türlü gelmek bilmiyor ana vatanınızda  – parayı basamadığınızdan -  ne hikmetse(!). Hâlbuki Mustafa Kemal ya da en azından geçmiş hükümetler döneminde bile olsaydınız, bu hakkınızı da kimse sizden gasp edemezdi. Bugünkü akıbetlerinizin müsebbibi de, oylarınızla aslında sizler oldunuz. Bunu da unutmayınız lütfen.
            Şimdi yakın doğanıza bu perspektifle baktığınızda, neyin sahte neyin somut bir mesaj verdiğini daha net anlayacaksınız. Neye gülmeniz, neyi ciddiye almanız gerektiği de buna dâhildir. Her şey bitmiş ya da başka işimiz kalmamış gibi ağzı olan konuşuyor, eli olan yazıyor. Vatandaş ise iki arada bir derede sallabaş olmuş, kimi okusun, kimi dinlesin bilemiyor artık. Hele de kimi ya da kimleri ciddiye alması gerektiği ise apayrı bir konu. Ve bu da uzmanlık istiyor.

            Hükümet dediğin esasen ortada, tık dese duyuyoruz, çünkü bütün kabadayılığı(!) zırvalık ve savurganlığı önce bizi buluyor. Yandaş MHP ise ayrı bir konu mankeni. İkisini özenle bir araya paketleyip ağır bir preste sıkıştırsan ve bir de ütülesen, elinde kalan, bil ki toz bezi bile olmaz bu memlekete. Beğensen de beğenmesen de tek somutun, tek muhalefetin, itiraz etsen de tek gerçeğin hatta inan ki tek çıkış yolun, neresinden baksan yine de CHP’dir. Buna da inanmak veya inanmamak artık sana kalıyor.
            Diğer yanda neler olmuyor ki. Kendi Dışişlerimizden beklediğimiz milli mesajlarımızı bile Ruslarınkinden alıyoruz. Daha geçen gün ak dediğimize bugün kara diyoruz. Öbür tarafta Başbakan ile Cumhur’un(!) başında ki, gayet fütursuzca aralarında ikili paslara devam ediyorlar. Bu arada kafa kargaşası o kadar fazla ki, sanal konu bombardımanı altında bunalan vatandaş yediği zamların bile farkında olamıyor. Öyle ki, kâğıt üstünde birileri memleketimizi parçalıyor, evlatlarımızı katlediyor, kimlerin nereleri alacağının hesaplarını yapıyorken, beynini yemiş vatandaşım sahilde balık avlıyor.

            Ötede ise doğa bildiğiniz gibi, güneş doğuyor ve batıyor. Kâh ıslak, kâh kuru günler birbirini izliyor. Bebekler doğuyor. Vadesi dolan büyükler birbiri peşine attaya(!) yollanıyor. Bu arada ne yazık ki şehit diye avunduğumuz, aslında itin bitin bok yoluna giden has evlatlarımız da oluyor. Onlarsa geride gözü yaşlı analar, babalar, kardeşler, bazıları da minik öksüzler ve ağlayan kadınlar bırakıyorlar. ‘Bu kararlar sadece sömürge ülkelerinde alınır’ diyerek, nihayet gerçeği gören ve olayın ancak farkına varabilen bazı mağdur Paşaları(!) atlayan bense, inanın ki işte o has evlatlarımıza yanıyorum sadece.
             Rüzgâr ise bizim buralarda genelde Kuzeyden esiyor. Kendi adıma arada bir Marmara’nın Poyraz dalgalarına kendimi bırakarak, dertlerimi unutmaya çalışıyorum. Çatıda güvercinlerin yeniden yavruları oldu. Kendi aralarında cıvıldaşıyorlar, aşağıda olan bitenden haberleri bile yok. Meğerki bahçede, onların ilk uçuşlarını, aç gözlerle bekleyen kedilerin farkında olabilsinler. Ekolojik dengelerde bozuldu herhalde. İlkbahar ve Sonbaharda iki doğum yapmaları normal mi, yoksa ben mi yanlış biliyorum. Komşuda ki işsiz genç adam, hamile eşini doktora götürebilmek için cep telefonunu satmış, kimin umurunda! Ama onun yeni bir işe başlamasında aracı olabildiğim için ben mutluyum.
            Kurban Bayramı kapıda, oysa mütedeyyin vatandaşım kurbanlıklara yanaşamıyor bile, tek avunusu, bu sene pasaportsuz(!) kurbanlıkların olacağı imiş. Yani hiç olmazsa Müslüman kurbanlıklar(!) kesilecekmiş(!) Anlayacağınız bu bayram daha helal(!) bir Kurban Bayramı olacak o zaman, hepinize kutlu olsun. Bu arada milletin cebinde arpa bile yok ki, uzatmalı tatil yapabilsin. Yokları oynarken(!) ve belki biraz avunuruz diye de beklerken, hepimizin takımı ruhsuz millilerimiz, Sonbahar yaprakları gibi sapır sapır döküldüler ve sahada atamadıkları tekmelerini birbirlerine sallarken de günah çıkardılar herhalde. Ve ruhsuzluk, kansızlık, beceriksizlik ve dirayetsizlikte neredeyse başımızda ki Hükümete bile rahmet okuttular.

            Kendimize dönersek; ne söylememi beklerdiniz. Ne yapsaydım neler anlatabilseydim sizlere, esasen bildiklerinizin ve aslında sizi de bunaltan gerçeklerinizin dışında. İstemesem de bizi kusturacak hale getiren güncel teranelerde, ne yazık ki bugün bana gelen ilham bu oldu. İnşallah yakında ağıtları bitirip, yeniden zafer türkülerimizi yakacağımız günler de gelecektir nasıl olsa. Yeter ki sağlığınız ve de umutlarınız hep sizinle olsun.

                                                                                              Serendip Altındal

Video Kanalım

16 Ekim 2012 Salı

DÜNYAYA ÇİVİLEME..

            Uçtuuçtu Baumgartner uçtu. Neyse ki kuşunuz kafesinden uçmadı. İyi de bu adamcağız işi gücü bırakıp, ta uzayın kapısından kanatsız olarak dünyaya neden çivileme daldı. Sizin şov dediğiniz gösterilerde bile, dünya nimetlerini tek taraflı sömürmek adına gizli bir amacı olan emperyalist Batılı, bu işten ne gibi yeni öğretiler çıkardı acaba?
            İşte ümmetiyle yeni Osmanlı ve de yenidünya’nın geleceği olacak yumuşacık İslam’ın, 2073’ler senaryosunun bize göre muhtemel tetikçisi(!) – aslında gariban uzay kuşunun bundan haberi bile yoktu - uzayın kapısından dünyaya salimen kanatsız iniş yaptı. Bununla da vasıtasız tek adam uçuşlarının, uzaydan bile dünyaya mümkün olabileceğini kanıtladı. Yani bundan böyle uzay aracınızdan kimsenin haberi bile olmadan, dünyaya yakın ve hedef seçtiğiniz bir noktada, araçtan aşağı atacağınız bir adamınız, ışık hızını bile korunmasız aşacak, salimen ve yardımsız, seçtiğiniz hedefi tam da on ikiden vuracak(!) demektir. Şimdi muhayyelinizi bir çalıştırın ve işini bilenlerin(!) bundan ne senaryolar çıkarabileceğini de bir düşünüverin boş vaktinizde lütfen.

            Bir tüyo vermek gerekirse ki, daha önce de yazmıştık; kendi adıma, öngörülerimin teyit edildiğini görmekten keyif almıyorum dersem yalan söylemiş olurum. İçine ‘Globalizm’ masalıyla sokulduğu yeni skolâstik çağda, beyin transferi dört dörtlük tefekkür (4+4+4) eğitimiyle(!) gerçekleşen ümmet, olgunlaşınca(!) – ki şimdi fazla uyanık olduğundan, yarın yeterli salaklığa ulaştığı zaman – yani Büyük Mucizeyi(!) kuşkusuz ve sorgusuz kucaklayabilecek kemale(!) erdiğinde, yeni Peygamberiniz(!) kucağında Vatikan Kuran’ı(!) ve holografik nuruyla birlikte bir gece ansızın, yakın uzaydan muhtemelen de Mekke’ye, yanar söner bir iniş gerçekleştirecektir. İşte ondan sonra da seyreyle sen cümbüşü(!).
            Neticede Yenidünya Devleti masalı adına, Pentagon senaryolu bu trajikomik bilimkurgu vodvil’inin, bizim payımıza düşen ön figüranlığı, nasılsa Erdoğan ve avenesi tarafından sağlanıyor. Bu bağlamda da, son AKP kongresinde WKB (Wall Street Kardeşleri Birliği) yani Pentagon – ki o da aslında Wall Street tetikçisidir -  güdümlü, bütün Ortadoğulu besleme tetikçilerin birlikte yaptığı gövde gösterisi, bu durumun en açık işareti değilmiydi? Neticede bütün tetikçiler veya da Pentagon’un Ortadoğu’ya ektiği genetiği bozulmuş tohumlar, birbirlerini aklamışlardı o kongrede. Hani “Bana dostunu söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim” misali.
            Ne var ki ülkemizde, onları ileri günlere taşıyacak lejyonerleri veya yandaşları henüz yeterli sayıda değildi. Bunun için de bir şeyler yapılmalıydı. Yeniden ümmetleştirmek adına yokluğa mahkûm edilmiş ve mideleri boşaltılmış insancıklara aş, iş vermek yerine ‘Tüp Bebek’ ihsan etmeleri de, işte bu yüzdendir. Erdoğan ve avenesinin, bu bağlamda da sadece kendilerinin gördüğü mucizevî(!) reformlarının yüceliğini, son WKB’li(!) kongrenin uluslar arası çok saygıdeğer ve muhterem üyeleri(!), nasılda üfleyip şişirdiler değil mi?
            Unuttukları veya söylemek istemedikleri, bu büyük AKP mucizesinin(!) altında, ülkeyi tamamiyle yabancı sermayeye muhtaç bırakan mevcut ithalat sanayinden(!) başka, Türkiye’yi bağımsız ihracat ülkesi yapacak, en küçük milli bir yatırımın bile yer almamasıydı. Ayrıca bunların, aradan geçen 89 yıla rağmen, yeni doğduğu günlerde bile dünya şampiyonu olmuş, yüce Atatürk’ün asil milli ekonomisinden bile hiçbir şey öğrenemediklerini, o Pentagon tohumlarının ifade edebilmesi mümkün’müydü? 
            Öyle ya, bu tersine(!) işleyen Anadolu reform’unun(!) yeni oydaşlara ihtiyacı vardı. Her şeyden önce de bu sağlanmalıydı. İşte bu arkadaşlar da birlikte adım adım, geleceğin Yenidünya Devleti adlı büyük şov sahnesini(!) şimdiden dekore etmeye başladılar. İyide o sahneyi görmeye ömürleri yetmeyecek ki, ondan çok öncesi hep birlikte atıklar kuyusunu, beraberce boylamış olacağız nasıl olsa!

            Biz bunları söyleşirken patronları Sam Amca, Ortadoğu ve Anadolu’ya sıkıştı kaldı ya da demir attı da denebilir. Zira geleceği’nin bizim buralarda olduğunun o da farkında. Eskilerin anladığı gibi, Anadolu’nun bugün de Dünya’nın merkezi olduğunu, sonunda o da anladı. Diğer bir ifadeyle de Amerikalı, Amerikayı yeniden keşfetti. Bu arada Osmanlı’nın gittiği yoldan gitmeye kalkıyor; ama Türk evladı olmadığını da unutuyor. Çünkü bizim buralar Türk ilidir, sonunda adamı fena çarpar. Sonra da Cin çarpmıştan beter oluverirsin.
            Türk elinin değdiği yerde gül biter. Öyle ki Türklüğünü unutanlar bile bir anda imana geliverirler. Ne demek istediğimizi yeni bitmelerle, sızma Kasımpaşalılar(!) anlayamazlar; ama Kuvayi Milli günlerimizin eski Kasımpaşa Delikanlıları’nın sağ olanları çok iyi anlıyor ve de onların başında olanlardan, bu günleri iyi ki de görmeyen, Kasımpaşa Spor Kulübünün de kurucusu olan rahmetli babamın mezarında, şimdi nasıl huzursuz olduğunu sanki yüreğimde hissedebiliyorum. İşte Sam Amca hazret de bunları iyi tahlil ettiğinden, belki de Türk’ü bu yüzden; ama boşuna Türkîleştirmeye kalkıyor anlaşılan. Kendisine yandaş Kürt(!) yaratması da üstüne üstlük ve de birilerine tıpa olsun.

            Siz AKP sultasına aldırmayın. Onlar AYOO (Amerikan Yeni Osmanlı Ordusu’nun) devşirmeleridirler sadece, Erdoğan’ın ise Pentagon’un gözünde, aslında bir Yeniçeri Ağasından da fazla bir kıymeti harbiyesi yoktur. Bunu bilin yeter. Ha bu arada Jandarmalığınızın bile bundan sonra, bizim Yeni Yeniçerilerin uhdesinde olacağına kendinizi şimdiden alıştırın. Hepimize kutlu olsun.
           
            Hepsi bir yana; fakat bu arada, yalancının mumu yatsıya kadar yanar asla unutmayalım.

                                                                                              Serendip Altındal