16 Ekim 2011 Pazar

SERDENGEÇTİYİZ AMA YARDAN DEĞİL..

           Yine sükûtu hayal ve yine bir hüsran akşamı. İnönü stadında ki vefakâr taraftarlar başları eğik kırgın ve hüsranlı evlerinin yolunu tuttular. Öncelikle de siz, Portekizli, İspanyol, ancak kendilerine bir zamanlar futbol oynamışlardı dedirtebilen(!) doymuş sahtekârlar, başkanınızın yerinde olsam bavullarınızı ellerinize tutuşturup çoktan sizi analarınıza postalamıştım. Siz futbol filan oynamıyorsunuz, kimseyi kandırmayın. Siz bundan sonra olsa olsa kumsalda guguç oynarsınız. Bana sorarsanız da, gece kulüplerinde kusmuğunun içinde sızmış madamlar gibisiniz evlatlar, haberiniz olsun.

            Her zora geldiğinizde ikide bir yerlere uzanmak için de futbol sahalarına hiç ihtiyacınız yok, akşamları takıldığınız mekânlarda sabahlayın bari nasıl olsa artık paraya da ihtiyacınız yoktur. Bunları söyledik diye sakın bizi de ‘her maç kazanılır’ mantığı fanatiği sanmayın. Biz sadece ‘hiç bir mücadele kaybedilmez’ mantalitesi taşıyoruz. Tabii ki her müsabaka da kazanan hep bir taraftır. Ne var ki, skor her zaman gerçeği yansıtmaz. Terinizin – harpte kan – son damlasına kadar şerefinizle mücadele edebilmişseniz, gerçekte gönüllerin kazananı olmuşsunuzdur. Asıl mağlubiyet, rakibine ya da düşmanına, hiçbir direnç göstermeden havlu atan teslimiyettir.


            Bilenler için, yolun başında alınan işaret, sonunda da yanıltmaz insanı. Doygun ve yorgun adamlarla bu işler olmaz. Önce ruh, yani takım ruhu lazımdır efendiler. İçinizde en yüreğiyle oynayan, tam da böyle maçların ve sorumluluk sahibi kişilik adamı Ernst gibi bir komando kenarda oturuyor, bizim baletler sahada bale yapıyor, nedendir bilinmez. Hocanızın da bunu bildiğini pek sanmıyorum. Ne var ki dürüst ve iyi niyetli bir insana benziyor. Ama sadece iyi niyetle bu işler yürümez. Biraz da yaptığı işi bilmek lazımdır. Hocanın en azından takımda ki yabancı futbolcuları bilhassa uyarıp, karşı takımda ki yabancıların maç boyunca sahada, nasıl basmadık bir karış toprak bırakmadıklarını, kendilerine sormalarını istemesi gerekirdi.


            Sonuç; yine laf ı güzaf, bu devamlı hüsran BJK’lı vefakâr taraftarın kaderi olmaya ve artık da kabak tadı vermeye başladı. Unutmayın ki BJK’ nın emsalsiz taraftarı sevdiğini öperken, gerekirse de ısırdığında etini kemiğinden sıyırabilir.

            Sizlere, ilk resmi lig – İstanbul ligi 1924 – şampiyonu BJK futbol takımının kaptanı ve divan kurul üyesi Cavit Altındal’ın oğlu ve hocaları Baba Hakkı’nın genç takım futbolcularından birisi kimliğimle tekrar sesleniyorum:


            Şerefli rahmetlilerinin ruhu ve Atatürk imzalı Cumhuriyet profilinin sahibi BJK’lı kimliğinin huzuruna, ruhsuz ve kişiliksiz futbolcuları çıkarmaya asla hakkınız yoktur efendiler. Zira BJK duruşu buna alışık değildir ve bu durum kendi onuruna edilen en ağır küfürle özdeştir. BJK’lı yenilen takımını alkışlamayı da bilir. Bunun da sayısız örneğini vermiştir. Ne var ki skorda yenilse de sahada kazanan olmuştur, özüyle alkışladığı takımlar her zaman. İyi ki babalarımız ve özellikle de rahmeti hocamız Baba Hakkı bu günleri görmedi. Bu aymazların başına neler gelirdi acaba, tahmin etmem hiç zor değil.

            Şayet BJK etiğini kaldıramayacaksanız, rezil olmadan yol yakınken de en iyisi bırakın biraderler. En azından itibarınız size kalmış olur ve bu da sizin adınıza bir kazançtır.

            Her şeye rağmen burada bir parantez açıyor ve bütün BJK’lı duruşuna sahip taraftarlara, ayrıca da taraflısı, tarafsızıyla yurdumun tüm ahde vefa sahibi vatandaşlarına selam, sevgi ve saygılarımı iletiyorum.

                                                                                              Serendip Altındal